USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Hayata kirli bir camdan bakmak

23-08-2021

Yazılarımızda, manası derin ve güzel kelimelerin önemine, onların kadim değerlerimizi ayakta tutan direkler olduğuna ve gündelik hayatımıza tekrar dahil olmaları gerektiği konusuna sık sık yer veriyoruz.

Hatta “Emojilerin yükselişi ve kelimelerin olmadığı bir dünyaya doğru” başlıklı yazımızı, sırf bu konuya ayırmış, hayatımızdaki yeri artık iyice azalan sabır, nezaket, merhamet, vefa, fedakarlık, sadakat, saygı gibi bizi terk etmeye hazırlanan kelimelerden bir kaçına değinmiştik. 

Artık kullanılmadıkça unutulmaya yüz tutan bunlar gibi daha birçok kelime, derin manaları itibarı ile hayatımızda büyük boşluklara neden olabiliyor. 

Bazı kelimelere ise, cümle içinde çok sık yer versek de asıl manalarını kaybettikleri için sonuç aynı oluyor. Bu yazımızda, çok fazla kullanılan fakat anlamını yitiren kelimelere örnek olarak ‘aşk’ı, bizi terk etmeye hazırlanan kelimelere örnek olarak da “hüsn-ü zan” kelimesini seçtik.

Anlamını yitiren bir kelime: Aşk

Hepimizin kabul edeceği gibi bu çok özel kelime, artık günlük olarak tüketilebilen bir kavrama dönüşmüş durumda. 

Üstelik Abdürrahim Karakoç’un “Mihriban” şiirinde “Her nesnenin bir bitimi var ama, Aşka hudut çizilmiyor Mihriban / Yar deyince kalem elden düşüyor, Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban” diyerek “anlatılamayacağını” vurguladığı aşk, bugün bir “emoji” ile anlatılabiliyor. 

Uzmanlar, eşine de, çocuğuna da, hemcinsine - arkadaşına da, sevgilisine de “aşkım diye seslenen büyükleri, böyle bir ortamda büyüyen çocukların karşı cinse duyacakları hislerde sorun yaşayabileceği konusunda uyarıyorlar.

Boşanmalarda aşırı bir artış, bir ömürlük aşklarda ve evliliklerde ise buna paralel bir azalış söz konusu. 

Barış Manço bile yıllar önce, “Süper Babaanne” şarkısında “Bir yastıkta kırk yıl” kavramını anlatmasını istiyordu babaannesinden. 

Hatta günümüzde, asıl amacı evlilik değil merasim olan, hayalindeki gelinliği ve damatlığı giymek için, moda olan diğer ritüelleri şaşaalı bir şekilde yerine getirmek ve muhteşem pozları sosyal medyada paylaşmak için yapılan evlilikler olduğunu belirtiyor sosyologlar. 

Anlaşmalı boşanma” şartı olan bir yıllık süre dolunca boşananların oranındaki artış, bu tespiti destekliyor. 

Amerikan dizi ve filmlerinde çok sık rastladığımız, annesi ile yaşayan ve babasını hiç görmemiş, ya da nadiren gören çocuk modeline artık bizim dizi ve filmlerimizde de rastlamak mümkün.

“Kendi ayakları üzerinde durmak”, bireyselleşmiş modern ve yalnız insan için fazla abartılarak, adeta yeni bir put haline getirilmiş durumda. 

Bizi terk etmeye hazırlanan bir kelime: Hüsn-ü zan

Bildiğiniz gibi “Hüsn-ü zan”, yeterince tanınmayan bir insan hakkında olumlu kanaat taşımak, kötü düşünmemek anlamına gelir.

Bunun zıddı olan ve son günlerde en şaşaalı dönemini yaşayan “su-i zan” ise bir kişi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan kötü düşünmek, olumsuz kanaat taşımaktır. 

Sosyal hayatı altüst eden, insanların arasını açan çok dehşetli bir hastalıktır su-i zan.

Bir kalp hastalığıdır. 

Bu hastalık gün gelir eşleri, gün gelir kardeşleri birbirine düşürür.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın ilginç bir tespiti var:

"Eğer bir çocuk su-i zannın onaylandığı bir ortamda büyümüşse paranoyak olmayı öğrenir.

Anadolu’muzda çok güzel bir söz vardır:

Duyduğuna inanma, gördüğünün de yarısına inan!..” Artık bu söz bile eksik kalıyor.

Çünkü sosyal medya ile had safhaya varan ve hepimizi bir şekilde yanlışa, yanılgıya düşüren bilgi kirliliği, elimizde kanıt olmadan birilerini yargılamamıza neden oluyor. 

Bilgisayar, tablet, cep telefonu ve TV ekranları bizi hüsn-ü zanda değil su-i zanda bulunmaya teşvik ediyor. 

Hepimize dünya görüşümüzü okşayacak görüntüler ve yazılar pompalanıyor bu ekranlardan ve bizi birbirimize düşürecek fitne tohumları serpiyorlar üzerimize. 

İçeride birbirine düşmüş toplumları daha rahat sömürebileceklerini çok iyi biliyor birileri. 

O birileri, bunu dünyanın gözüne baka baka onlarca ülkede gerçekleştirdiler çünkü.. 

Oysa kadim kültürümüz bize hüsn-ü zanı, iyi düşünmeyi öğütler, kesin delil olmadan duyduğunu söylemeyi bile ahlaka aykırı bulur, “odadan ağzı kan içinde bir kedi çıkarken görsen, ‘içerideki ciğeri bu kedi yedi’ diyemezsin” diyerek adaletin kesin delil istediğini hatırlatır. 

Zandan sakınmamız gerektiği belirtilir ısrarla. 

İlle de zan edeceksen hüsn-ü zan et” diye uyarır.

Alimler su-i zanda bulunabileceğimiz kişileri; “din, ahlak ve devlet düşmanlığını ilan eden kişiler” olarak belirlemişlerdir.

Konumuzla örtüşen "balta hırsızı" isimli eski bir hikayede şöyle bir olay geçmektedir:

Bir adam, baltasını kaybeder. Onu, komşusunun oğlunun aldığını sanmaktadır. 

Komşu çocuğunun hareketlerini gözlemlemeye başlar. 

Her şey, onun balta hırsızı olduğunu göstermektedir. 

Yüzü de balta hırsızını andırmaktadır, yürüyüşü, hareketleri ve bakışları da. “Çünkü…” diye düşünür; “balta hırsızı olmayan bir insan böyle davranamaz, böyle bakamaz.” 

Adam, bir gün baltasını bir çukurda unuttuğunu hatırlar. O çukura gittiğinde, baltasının olduğu gibi bu çukurda durmakta olduğunu görür.

Ertesi gün, komşu çocuğunu gördüğünde çocuğun hiçbir hareketinin bir balta hırsızına benzemediğini fark eder.

Görünüşü de bir balta hırsızı gibi değildir. 

Hatta çocuğun yüzünde birçoklarına göre sevimlilik ve güven vardır...

Kötü düşüncelerle, kesin olmayan bilgilerle, varsayımlarla vardığımız hükümler, hayata baktığımız camları kirletiyor ve her şeyi kirli görmeye başlıyoruz. 

Bizim için hep karşımızdaki kusurlu, hep karşımızdaki yanlış yapıyor. Oysa Hazreti Mevlana, kusur arayanlara “bütün aynalar sizin” diye sesleniyor.  

Fakat umutsuzluk bize yakışmaz. 

Bu günümüzü kurtarmak, geçmişle bağımızı kopartmadan birlik, beraberlik içinde bir geleceği inşa edebilmek adına gelin, temizliğe önce kendi kalbimizden, kendi kusurlarımızdan, hayata baktığımız ekranlardan-camlardan başlayalım. 

Ve; Mevlana’nın “Etme” şiirinde “Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi!..” diyerek seslendiği Tebrizli Şems’in, adeta bu günün bilgi kirliliğine işaret eden şu sözleri küpe olsun kulağımıza:

Zanlarını, önyargılarını ve dahi bütün genellemelerini koy bir çuvala ve hepsini terk et. 

Kimsenin aleyhine konuşma, kem dille yargılama, bil ki yanılırsın. 

Ne kadar bilsen de hiçbir zaman yeterince bilemeyeceğini unutma. 

Tevazudan şaşma. Ancak o zaman kurtulabilirsin bilginin cehaletinden.

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Gamze Topçu
Gamze Topçu 3 yıl önce
Her şey değişmekte….Güzel olan şeyleri bu kadar çabuk terketmeden değişime uyarlasak olmaz mı acaba Çok güzel bir yazı Kaleminize sağlık
Selma Köroğlu
Selma Köroğlu 3 yıl önce
Evet duyduklarımızın hiç birine gördüklerimizin de yarısını inanmamız gerekiyor.Önyargılı davranıyoruz çok haklısınız yine bu yazınızla düşüncelere dalıp kendimizi eleştirmeye başlıyoruz teşekkürler Hüseyin bey
Abdurrahman Keskin
Abdurrahman Keskin 3 yıl önce
Çok güzel konuları ele almışsınız, kaleminize ve yüreğinize sağlık.
Fatih TUNCA
Fatih TUNCA 3 yıl önce
Çok güzel bir yazı. Keşke bu yazıda yazılanları hayatımızda uygulayabilsek. Kedinin ağzı kan içinde olmadığı halde ciğeri kedi yedi diyorlar malesef!!!
anu
anu 3 yıl önce
Her zamanki gibi güzel bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık.
Feridun
Feridun 3 yıl önce
Hüseyin Bey her zamanki gibi çok önemli bir konuyu yazınızda değerlendirmişsiniz. Hiç kimse hakkında ön yargılı olmamamız gerekir...
Nuh
Nuh 3 yıl önce
Günümüzde gördüklerimize ve duyduklarımıza çok dikkat etmemiz gerekiyor. Maalesef görmek ya da duymak istediklerimizi değil, duyurmak ya da gösterilmek istenen gösteriliyor. Okunuşu bile güzel olan hüsnü zan dan ayrılmamak dileğiyle.
Nazan
Nazan 3 yıl önce
Güzel bir yazı olmuş.Kaleminize sağlık..
Ahmet Reşat SAKARYA
Ahmet Reşat SAKARYA 3 yıl önce
Yine güzel bir yazı kaleme almışsınız, emeğinize sağlık.
Lütfü
Lütfü 3 yıl önce
GüZel düşünelim güzel olsun,
Burhan doğruyol
Burhan doğruyol 3 yıl önce
Her bir yazıda önemli konuları çok güzel bir şekilde kaleme alan sevgili dostum, beğenerek okuyor ve herkesle paylaşıyorum
Mesut isen
Mesut isen 3 yıl önce
En büyük hastalıklardan biride zanda bulunmak malesef.rabbim bu hallerden de kurtulmayı nasip etsin.
Selim Öztürk
Selim Öztürk 3 yıl önce
Değerli yazarımızdan ders niteliğinde bir yazı Kaleminize yani yüreğinize sağlık…Bu yazı aklıma Nalıncı Baba ve Osmanlı Padişahı 3.Murat’ın hikayesini getirdi. https://www.aksehirpostasi.com/yazarlar/ceyda-cakir/sultan-3-muratin-cenazesini-yikadigi-zat-nalinci-baba/1959/ Üşenmezseniz güzel bir hikaye…Tekrar teşekkürler…Sayın Yazarımız…????☺️
Uğur
Uğur 3 yıl önce
Kaleminize sağlık
Mesut isen
Mesut isen 3 yıl önce
En büyük hastalıklardan biride zanda bulunmak malesef.rabbim bu hallerden de kurtulmayı nasip etsin.
Meşeli
Meşeli 3 yıl önce
Güzel Bir Hüseyin Uçar yazısı daha...
Ayla karasu
Ayla karasu 3 yıl önce
Mutluluğun formülü bu olsa gerek.Kusurlarımızla yüzleşmek su -i zandan kaçınmak.Kaleminize yüreğinize sağlık.
Selda erkan
Selda erkan 3 yıl önce
Günaydınlar. Hayırlı sabahlar. Yine çok güzel bir yazı. Keyifle okudum. Teşekkürler Hüseyin bey. Bütün aynalar Bizim...
Timur ünsal
Timur ünsal 3 yıl önce
Sui zan, sosyal medyanın bize getirdiği en sinsi tehlikelerden biri. Linç kültürü, yargısız infaz sonu çok vahim hale gelebilir.
Yıldıray Yıldız
Yıldıray Yıldız 3 yıl önce
Hayattan gerçek bir kesit, maalesef her şeyi kötüye yoran kötü düşünen ve kötü bakan bizlere ibretlik bir yazı kaleminize sağlık Hüseyin bey
Bülent Erol
Bülent Erol 3 yıl önce
Saf…demesinler.
Haleti Ruhiye
Haleti Ruhiye 3 yıl önce
Kaleminize sağlık, yine güzel bir yazı.
Mehmet Zeki Aktaş
Mehmet Zeki Aktaş 3 yıl önce
Süper bir yazı emeğinze sağlık
Umut Cakmaklar
Umut Cakmaklar 3 yıl önce
Kendi kusurlarımızı hallettik miki etrafımıza bakalım ne güzel teşekkürler...;)
Cumhur Karasu
Cumhur Karasu 3 yıl önce
Nasıl bakarsan öyle görürsün. Öyleyse güzel bakalım, güzel görelim.
Nigar Özel
Nigar Özel 3 yıl önce
Günümüz kalp ve ruh hastalıklarını iyi analiz etmişsiniz son kısımdaki şems sözüde özeti olmuş herseyin en önce kendimizden başlayarak uygulayabilmek dileğiyle kaleminize sağlık