“Başka bir gezegene, oradaki kayaların yapısını incelemek için araç gönderebilecek kapasiteye sahip bu şizofrenik insanlık, milyonlarca insanın açlıktan ölmesini umursamayabiliyor. Mars’a gitmek, yanı başındaki komşuya gitmekten daha kolay görünüyor.”
Bu sözler Portekizli ünlü yazar Jose SARAMAGO’nun 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan sonra yaptığı konuşmada yer alıyor. Ödül almasına sebep olan romanı “KÖRLÜK”, bilimkurgu, gerilim ve psikolojik bir roman olup, kitaplığımdaki nüshasının arka kapağında şunlar yazıyor:
“Adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir kentinde arabasının direksiyonunda trafik ışığının yeşile dönmesini bekleyen bir adam ansızın kör olur. Ancak karanlıklara değil, bembeyaz bir boşluğa gömülür.
Arkasından körlük salgını bütün kente, hatta bütün ülkeye yayılır. Ne yönetim kalır ülkede ne de düzen; bütün körler karantinaya alınır.
Hayal bile edilemeyecek bir kaos, pislik, açlık ve zorbalık hüküm sürmektedir artık. Yaşam durmuştur, insanların tek çabası ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaktır.
Roman, akıl hastanesinde karantinaya alınan, oradan kurtulunca da birbirinden ayrılmayan biri çocuk yedi kişiye odaklanır.
Aralarında, bu cehenneme dönen kentte gözleri gören tek kişi olan ve gördüğünü gizlemek zorunda kalan bir kadın da vardır.
KÖRLÜK ürkütücü bir roman. Beklenmedik bir felaketi yaşayan bir toplumun nasıl çöktüğünün, nasıl bencilleştiğinin ve değer yargılarını yitirdiğinin hikayesi.”
Roman, sinemaya da uyarlanmış, yazarı SARAMAGO bile filmi beğendiğini ifade etmiştir. Fakat benim şahsi kanaatim filmden önce kitabın okunması. Ayrıca salgında yaşanan insanlık dışı gelişmeler detaylı anlatıldığı için, hem romanın, hem filmin, “yetişkinlere” hitap ettiğini belirtmem gerekiyor.
…
21. yüzyılın ilk çeyreğinde salgın hastalıklara çok sık maruz kaldık. Tavuk gribi, Kuş gribi, Domuz gribi derken Korona ile salgın hastalık kavramını daha ürkütücü boyutlarda yaşadık. Covit-19, insanlarda koku alma duyusunun kaybolmasına neden oluyordu.
KÖRLÜK romanında, körlük salgını bilinmeyen bir sebeple başlıyor, gerçekte ise yeni bir grip salgını ile gündeme gelebilir.
Tavuk, Domuz, Yarasa, Maymun derken yeni grip için yeni bir hayvan arayışının sürmekte olduğu söylemine ve bizi ‘korona’dan daha beterinin beklediğine yönelik komplo teorilerine inanmak elbette istemiyoruz. Fakat tedbirli olmakta fayda var. Bu tedbirlere, görme yetimizi gittikçe kaybetmekte olduğumuzun farkına varmakla başlayabiliriz.
İlle de gribal bir salgın olmasına gerek yok. Hatta içinde bulunduğumuz dönemde bizi bakar-körler haline getiren, farkında olmadığımız farklı bir salgın hastalıktan bile söz edilebilir.
…
-Bir üniversitenin başkanı olsaydım, “Gözlerinizi nasıl kullanmalısınız?” başlıklı mecburi ders koyardım. Dersin profesörü öğrencilerine, dikkat etmeden geçtikleri birçok şeye cidden bakarak hayatlarını nasıl daha mutlu kılacaklarını göstermeye çalışırdı.
Böyle söylüyor daha bir bebekken kör, sağır ve dilsiz olan ve ömrünü bu şekilde tamamlayan Amerikalı Pedagog, yazar Helen KELLER. (1880-1968) Engellerine rağmen başardıkları, onu efsanevi bir kişilik haline getirmiş.
“Gözlerinizi nasıl kullanmalısınız?” derslerinin özetini şu müthiş ifadelerle yapıyor:
“Çoğumuz hayatı önemsemeyiz. Ölümü pek düşünmeyiz. Günler sonsuz bir uzunluktaymış gibi uzanır önümüzde. Böylece önemsiz işlerimizle uğraşmaya devam ederiz. Korkarım aynı savurganlık yeteneklerimizi ve duyularımızı kullanmada da kendini gösterir.
Görmekte veya işitmekte zorluk çekmeyen kişi, nadiren bu yeteneklerini tam olarak kullanır. Bir koruda yaptığı uzun bir yürüyüşten henüz dönmüş bir arkadaşıma neler gördüğünü sordum, “dikkate değer bir şey görmedim” diye cevap verdi.
Ormanda ağaçlar arasında bir saat yürüyüp nasıl olur da dikkate değer hiçbir şey bulunamaz!
Göremeyen ve duyamayan ben bile yalnızca dokunarak yüzlerce ilginç şey bulabilirim. Bir yaprağın hassas simetrisini hissederim. Ellerimi çam ağacının dikenli ve sert yüzeyinde sevgiyle gezdiririm. Bir çiçeğin heyecan dolu kadife dokusunu hisseder, kıvrımlarını keşfederim.
Şarkı söylemekle meşgul bir kuşun bir ağaç yüzeyine yansıyan mutlu titreşimini duyarım. Aralık parmaklarımın arasından dökülen serin sular coşku verir bana.
Bana göre mevsimlerin geçişi heyecanlı ve bitmez bir piyestir.
Yalnızca dokunmakla böylesine güzel hisler yaşadığıma göre görmek ne hoş olurdu? Fakat ne yazık ki görebilen insanlar çok az şey görüyorlar.”
-İnsanın motivasyon ihtiyacına farklı bir bakış- (*) başlıklı yazıma da konuk ettiğim Helen KELLER, beş lisan bilen, bisiklet, kano ve yelkenli ile gezintiye çıkan, yüzen, satranç oynayan, yazdığı makalelerle ve bir dizi kitapla anılan ve ömrü boyunca kör, sağır ve dilsiz yaşamış biri olarak “hiçbir engeli olmadığı halde her şeyden şikayet edenleri” mahcup edecek bir yaşam hikayesine sahip.
…
Büyük mütefekkirimiz Cemil MERİÇ de 4 yaşında miyop, 38 yaşında ise tamamen kör olur fakat buna neden olan kitaplardan vazgeçmez. Üstelik eserlerinin tamamına yakınını kör olduktan sonra kaleme alır. İnsanın kendisini keşfetmesinin önemini “Kendini tanımak marifetlerin marifeti” sözü le çok güzel ifade eden Cemil MERİÇ, eşi, çocukları ve öğrencileri onun yanında yer almalarına rağmen körlüğü kolay kabullenemez. JURNAL isimli kitabında şöyle yazar:
“Ben alışamadım körlüğe. Bu kelime telaffuz edildikçe büyük bir kabahat işlemişim gibi yüzüm kızarıyor.”
Göremediği için yüzü kızaran Cemil MERİÇ, kör olduktan sonra yazdığı muhteşem eserleri ile öldükten sonra bile bizi aydınlatmaya devam ediyor. Helen KELLER da öyle.
Gözleri gördüğü halde göremeyen bizlerin yüzü o kadar kızarmasa da en azından gözlerimizi daha iyi kullanmayı öğrenmek zorundayız. Bu sayede, sadece körlük salgının değil, kültürel yabancılaşma salgınının da “her yol mubah” salgının da, sanallık salgının da, ahlaksızlık salgının da farkına varabiliriz.
Geçen yıl kaybettiğimiz Mevlana İDRİS’ in “KUM” isimli şiirinde, “Bir kum tanesiyim ama / Çölün derdini taşıyorum” dediği gibi, hem kendimiz, hem sevdiklerimiz, hem de insanlık adına başarmalıyız bu farkındalığı. İşte o zaman yeni yıl (2023) gerçekten “yeni” olacak, aksi halde eskisinden (2022) farkı olmayacaktır.
Jose SARAMAGO’nun ‘KÖRLÜK’ romanı sadece bu nedenle bile okunmayı hak ediyor. Çünkü, salgın haline gelen bir körlüğün insanlığı ne hale getirdiğini, insanların nasıl bencilleştiğini ve değer yargılarını nasıl yitirdiğini, çok iyi anlatıyor.
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com
(*) https://www.dikgazete.com/yazi/insanin-motivasyon-ihtiyacina-farkli-bir-bakis-makale,3298.html-3298.html
Feridun 2 yıl önce
Faruk Erkmen 2 yıl önce
Nuh 2 yıl önce
Kadir yüksel 2 yıl önce
Rabbim bizlere bu nimetin zekatını verebilmeyi hepimize nasip eylesin.
Elinize, kaleminize sağlık..
Haleti Ruhiye 2 yıl önce
Suleyman kocapinar 2 yıl önce
Tamam eleştiriyorum böyle olması gerektiği kanaatini taşıyorum ama ben bu konunun neresindeyim ne kadar hassasım kendi konforum yerinde olduktan sonra aşırı beylik laflar ederek millete ayar vermeye çalışıyorum diye kendi nefsime söyledim tüketimi oturduğu evi arabası yerli yerinde olduktan sonra doğaya hayata birde böyle bakalım romantizmini aşamadım bir türlü.üzerinde yoğun sorumluluk olan insanların kader kısmet inanç iman gibi zaafları varsa bunlar maalesef bir kulaktan girip diğer kulaktan çıkıyor Buda bir olgu olarak tozlu raflarda fark edilmeyi bekliyor
Lütfü 2 yıl önce
"Baktığını gören göze kurban olayım"
MUSTAFA YALAZ 2 yıl önce
ekrem berber 2 yıl önce
Yıldıray Yıldız 2 yıl önce
Herkese mutlu yıllar diliyorum
Fikret Güneş 2 yıl önce
Ayla karasu 2 yıl önce
Abdurrahman Keskin 2 yıl önce
Mehmet Zeki Aktaş 2 yıl önce
Mehmet Şakir 2 yıl önce
Bir Dost 2 yıl önce
Nigar Özel 2 yıl önce
Mehmet 2 yıl önce
Cumhur Karasu 2 yıl önce
Gürkan Demir 2 yıl önce
Ahmet Reşat SAKARYA 2 yıl önce
Böyle bir zamanda kalp gözüyle ve gönül gözüyle görmekte nasib olur inşallah.
Selametle kalın.
Bülent 2 yıl önce
Lütfü Layık 2 yıl önce