Bazen düşünürüz ve de kendi kendimize söyleniriz; “Artık yaşlanıyorum” diye…
Bir düşünsenize dünyamızın yaşını.
O yaşlı dediğimiz dünya, bize her gün hizmet ediyor.
İlk günkü hızından ve enerjisinden hiçbir şey kaybetmeden koşturuyor; her gün, sabah evimizin camına güneşimizi yetiştirmek için.
Yani diyebiliriz ki yaşlanmak, dönen dünyanın, insan fiziki üzerine bıraktığı etki ve sonuçtur.
O zaman genç olmak, genç kalmak ne demektir!..
Önce onun tanımını iyi yapalım ki; “biz onun neresindeyiz” diyelim ve bu psikolojiden nasıl kendimizi kurtaralım.
Kendimizle yaptığımız bir sohbetin konusu olur bazen; “Keşke bu aklımla şu yaşta olsaydım” diye; yanlış bir cümledir.
Üyesi olduğumuz, değişmez bir parçası olduğumuz toplum içinde hepimizin üstlendiği bir görev vardır.
Bu görev, çoğunlukla yazılı olmayan ve durumdan vazife çıkardığımız müeyyidelerdir.
Yine bu oluşum, asgari müşterekleri geliştirmek için çalışırlar ve de varlıklarının devamı da bu çalışmayla orantılıdır.
Bu organizasyonu, farklı bir şablona oturtacak olursak, asgari ortak amaçlarını geliştiren ve de güncel tutan organizasyonları çevremizde devamlı görürüz, ancak onları bir sınıflandırmaya tabi tutmakta zorlanırız. Büyük Millet Meclisi altında çalışan milletvekillerinin çıkarmış oldukları kanunların hepsi, müşterek çalışmanın bir sonucudur.
Yine diğer resmî ve özel organizasyonların almış oldukları kararlar, onları oluşturan üyelerin ileriye yönelik olan amaçlarına yönelik araçlardır.
Bunun sonucunda ortaya çıkan oluşumun temelinde zihniyetlerin zindeliği yatmaktadır.
Genç düşünmeleridir onları aydın kılan.
Yeni gelen nesiller adına alınmış kararlardır.
Zihniyetten bahsettik evet tam konuyu dağıtmış gibi bir durumla karşı karşıyayken bu kelime takılıyor kalemime, genç kalmak adına.
İnsan olarak, asker veya herhangi bir iş kolunda çalışan biri olarak, ya da genç dünyanın bize sunduğu doğal kaynakları tüketen bireyler olarak, ya da genç dünyanın bize sunduğu doğal kaynakları tüketen bireyler olarak, üretken olduğumuz sürece gencizdir.
Yıllar geçtikçe, önce kendimizi topluma adapte etmeye çalışırız, tıpkı uzaya fırlatılan uydunun mekiğe kenetlenmesi gibi ve uydu, farklı görevler üstlenir, farklı ortamlarda.
İnsanlar da öyledir.
Toplum içinde farklı görevler alır ve farklı makamlar işgal ederiz, ‘makam’ ifadesi resmî bir teba olarak kabul edilmemelidir.
Sorumluluğumuz artar, arkadan gelen nesiller için.
Tecrübeler kazanırız, gençlik yolunda, bu tecrübeler, daha önceki yaptığımız hataların tekerrürünü önler mahiyettedir.
Başka bir deyişle, sözüm ona ihtiyarken başardığımız görevler, gençken yaptıklarımızdan daha farklı ve de fazladır.
Genç insanlar, genç beyinler merdivene tırmanabilirler.
İnsanoğlu, varoluşundan beri yeni oluşumlara, yeni ortamlara uyum sağlamakta zorluk çekilmiştir.
Zorluk çektiğimiz ortamlara uyum sağlamakta gecikmemizin faturasını da beynimize değil, onu taşıyan bedene çıkartırız.
Bugünkü dünyamızın sahip olduğu uzay teknolojisine nereden geldiğimizi daha ilkokullarda bize öğretmişlerdir.
İlk çağlardan beri kat edilen mesafe, genç düşünen beyinlerin ve bir ekip çalışmasının ürünüdür.
İşte şimdi soruyorum; ihtiyar mı doğuyoruz, yoksa her gün biraz daha mı gençleşiyoruz!..
Yaşlanmak yoktur, gençliğe gitmek vardır; zihnimizi dinç tuttuğumuz sürece.
Ne güzeldir her gün başkalarının penceresine doğan güneşi getirmek, yaşlı dünyamız gibi!
Düşünebilmek güzeldir.
.
Seyfi Turan, dikGAZETE.com