Yukarıda başlığa bir bölümünü çıkardığımız cümle, tam olarak şöyle: “Filistinliler siyasi ve askeri olarak en zayıf dönemlerinden birini yaşıyor…”
“Filistin'in geleceğini anlamanın yolu meselesi Filistin'in geçmişini iyi tanımlamaktan geçiyor.” diye başlayan yazı şöyle devam ediyor:
Bu konuda Filistinlilerin, Filistin adına temsil makamında bulunan örgütlerin ve de Arap devletlerinin bakışları zamanla değişti.
İsrail'in İngiliz işgalinin sona ermesinin ardından Filistin toprakları üzerinde bir devlet ilan etmesi sorununun sebebidir.
Siyonistlerin Filistin topraklarını gasp ederek devlet ilan edilmesi, Filistinlilerin kendi yurtlarından kovularak mülteci duruma düşmelerinin sadece sınırlı bir toprak kavgasından öte anlamları var.
Yabancı bir unsur olarak bölgenin kalbine saplanan İsrail'in ortaya çıkması, geleneksel dengeleri alt üst etti. Üstelik siyonizm, ideolojisi gereği sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceği belli olmayan ve modern ulus devlet tanımına da uymayan bir yapı olarak ortaya çıktı.
1967 Savaşı ile tüm Filistin'in işgal edilmesi, Kudüs'ün düşmesi bölgede gerçek anlamda travma oluşturdu. Kudüs'ün işgali ile Arap-Yahudi anlaşmazlığından çıkmış İsrail sorunu, tüm İslam aleminin ve de Hıristiyan dünyanın doğrudan ilgi alanına girmiştir.
Filistin direnişinin Soğuk Savaş sonrası, Amerika'nın baskısıyla İsrail'le masaya oturma kararı almasının somut sonuçları oldu.
Her şeyden önce Filistinliler ve Arap ülkeleri İsrail'i tanıyarak meşruiyet kazandırmış oldular. İkinci olarak da Filistinlilere bir devlet olma vaadi ile barış süreci başlatıldı.
Bu yönde adım atılarak işgal topraklarının bir kısmında Filistin yönetimi kuruldu...
Kudüs'ün statüsü, mültecilerin geri dönüşü ve Filistin devletinin bağımsızlığı, egemenlik şartlarını belirleyecek süreç, zaman içinde şekillenecekti.
İsrail istediği her şeyi elde ettikten sonra, Filistin direnişini de rehin alarak anlaşma şartlarını uygulanamaz hale getirecek bir strateji izledi. Nitekim Birinci İntifada'dan sonra İkinci İntifada'nın patlamasının nedeni bu düş kırıklığıdır.
Yine de İsrail, iki devletli çözümü resmi olarak kabul ediyor, anlaşmaya şeklen uyduğunu belirtiyordu.
Bu arada iki devletli çözüme, Filistin tarafı ile İsrail'in farklı anlamlar yüklediği daha sürecin başında belliydi.
Filistinliler, 1967 öncesi sınırları içinde tam bağımsız egemen ve Doğu Kudüs'ün başkent olduğu bir devlet tanımlaması yapıyordu.
İsrail ise belli alanlarda yönetim hakkı verilmiş, kendini savunma hakkı elinden alınmış askeri yapısı olmayan yarı bağımlı bir siyasi otoriteyi kast ettiklerini açıklamaktan çekinmiyorlardı.
Üstelik İsrail, Kudüs'ün hiç bir şekilde paylaşılamayacağını ilan ederek, başta ABD olmak üzere büyük çoğunluğun tanımadığı bir yasa ile ebedi başkenti ilan etmişlerdi bile.
Yine de uluslararası platformda iki devletli yapı, temel hareket noktası olarak kabul ediliyordu.
Filistin yönetimi fiilen ikiye bölünmüş durumda.
İsrail'in Gazze'den çekilmesinden sonra ortaya çıkan anlaşmazlık, FKÖ yönetimindeki Batı Şeria ile Hamas yönetimindeki Gazze fiilen ayrı yapılar haline geldi.
Bu ayrışmayla daha güçsüzleşen Filistin, milli birlikten uzak parçalı bir yapı arz ediyor.
Hamas'ın eylemelerinden çok ideolojisini bahane eden İsrail’in, Gazze'yi ablukaya alıp defalarca askeri harekat düzenlemesi, Gazze'yi dünya kamuoyunda öne çıkarttı.
Ablukanın hala devam etmesi, sık sık bombalıyor olması Gazze'yi Filistin davasının, Kudüs'ün önüne geçirdi.
Artık durum o kadar geri gitti ki Filistin tarafı bile neredeyse iki devletli yapıdan bahsedemez duruma geldi.
Gelinen noktada artık İsrail açıkça iki devletli çözümü tanımadığını dillendirmeye başladı. Nitekim, Netanyahu iki devletli çözüme karşı olduğunu, bunu engelleyeceğini açıklayarak seçim kazanmış bir siyasi olarak hükümetin başında.
Oslo'da varılan anlaşmaları pratikte uygulamayan ama teorik olarak karşı çıkmayan İsrail, artık anlaşmanın en temel maddesini tanımayacağını açıkça söylemekten çekinmiyor.
Bunun yerine iki toplumlu yapıdan söz ediliyor. Yani ırkçı Güney Afrika'daki apartheid sistemi... Bu noktaya gelişin pek çok nedeni var.
İlki, bölgedeki Arap ülkelerinin Filistin meselesi karşısındaki duyarsızlıkları, sahip çıkmamaları ve de politik olarak parçalanmışlıkları.
İkinci olarak Filistin hareketinin kendi içinde fiili parçalanmışlığı ve siyasi temsiliyetin meşruiyeti sorunu...
Üçüncüsü ve belki de en önemlisi bölge dışı bir dünya gücü olarak Amerika'nın öncülük ettiği, taraflara garanti verdiği anlaşma şartlarının yerine getirilmesi hususunda seyirci kalınması…
Amerikan yönetiminin özellikle Obama döneminde mümkün olduğunca Ortadoğu meselelerine karışmamak ama İsrail'in varlığını her zaman güvence altına alacak bir stratejiye yöneldiği göz önüne alındığında durum daha netlik kazanıyor.
Teorik olarak bile dillendirilemeyen iki devletli çözümü büyük taviz olarak niteleyen uzlaşmasız yapıların ise sesi daha cılız çıkmakta.
Suriye'de yaşananlar, Mısır'daki alt üst oluşlar, Irak'ın parçalanmasının İsrail'in pervasızlığını artırmasında önemli payı var. Hatta kendi iç meselelerine kapanan bölge ülkeleri tek tek İsrail'le işbirliği yapabileceklerini açıklıyorlar.
Muhtemelen Filistinliler siyasi ve askeri olarak en zayıf dönemlerinden birini yaşıyor...
İki devletli çözüm konusunda perspektifi nedir?Filistinlilerin birleşmesi konusunda neler yapabilir?
Sorularından önce Filistinlilerin neden bu denli derin bölünmüşlük içinde olduklarının bilgisi gerekli.
İç politika malzemesi olarak Filistin'i harcamak yerine Filistin için kalıcı çözümler, tedbirler alırsak daha iyi olacak.
Akif Emre, YENİ ŞAFAK -7 Temmuz 2016-
Yazıda, bazı yerlerdeki siyahlaştırma ile olan vurgulamalar, gözden kaçmış ihtimali olduğu değerlendirilerek bir-iki tashih ve ARABAŞLIKLARIN tamamı ile yazıyı rahat okutma amaçlı bazı paragraf açmalar bize aittir.
dikGAZETE.com