Fâtıma, Resûl-i Ekrem'in (s.a.) soyunu sürdüren kızı, o mübarek varlığın parçası, Nûru Resûl-i Ekrem'in (s.a.) Nûr’undan olan Emîr’ul-Mü’min'în Ali’nin (a.s.) zevcesi, Ehl-i Beyt İmamları'nın annesi, Hadîce-i Kübra'nın, o Muhterem Anne'nin kızıdır.
Ehl-i Beyt'ten bahsedildiğinde, bazıları bilmezlikten, bazıları maalesef Hayr'ı seçmedikleri için, derhal şu itirazı ileri sürerler: Ali, Fatıma, Hasan ve Huseyn'in adı Kur'an-ı Kerim'de nerede geçiyor? Şu hâlde bu fazîletleri nereden çıkarıyorsunuz?
Oysa Zeyd'den (r.a.) başka Sahabe'den hiç kimsenin adı Kur'an-ı Kerîm'de geçmez. Şu halde, nasıl olur da bazı kimselere Ehl-i Beyt'den de üstün fazîletler atfetmeye kalkışırlar?
Ayrıca, onlara şöyle söylemek gerekir:
Meryem'in (a.s.) fazîletleri de, bugün Hıristiyanlar’ın elindeki İncil'de yer almaz. Fakat hiçbir inançlı hıristiyan, bazı sonradan sapıtanları hariç, Meryem'in fazîletlerinde en küçük bir tereddüt duymaz.
Söz buraya geldiğinde, şu "hamle"yi de beklemek gerekir:
- Fakat Meryem’den, Kur'an-ı Kerim bahsediyor. Şu hâlde niçin Fâtıma'dan bahsetmiyor?
Buna da cevabımız şudur:
Bu, "Sünnetullah"dandır. Bir resûl, tebliğine başlayınca, kendisinin resûl olduğunu Vahy-i İlâhî teyid eder. Fakat onun "usve-i hasene"sini, "güzel örneği"ni sürdürecek olan havarîleri ve yakınlarının adını vahiy açıkça bildirmez. Çünkü resûlün irtihalinden sonra imtihan devam etmektedir.
O resûle iman edenler, resûlün tavsiye, vasiyyet ettiği veli ve vasîlerini, onun sözüne uyarak izlemelidirler.
Fâtıma, âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûl-i Ekrem'in (s.a.) "Babası ona feda olsun!" muazzam sözü ile sevgisini belirttiği gözünün nûru kızı, Seyyidet-u Nisâ’il-Âlemîn olmaz da kim olur?
Fâtıma'nın nûrunu idrâk edemeyenin çok yazıktır ki İslâm'dan hazzı yoktur.
Bu nûru idrâk edemeyen, Emîr’ul-Mü'minîn'in nûrunu, Hasan ve Huseyn'in nûrunu da idrâk edemez.
Emîr’ul-Mü'minîn'in buyurduğu gibi: "Ali ve Muaviye" saygısızlığı ile Sıffîm'den bahseder, "Hasan, emaneti ehline (!) tevdi ettiği için iyi davranmış, kan dökülmesini önlemiştir." gibi hezeyanlar eder, "Huseyn, dünya saltanatı için Yezid ile savaşıp mağlûb oldu" diyerek farkında olmadan küfre saplanır.
Fâtıma'nın nûrunu idrâk edemeyen, aslında Resûl-i Ekrem'in (s.a.) nûrunu ve Hadîce-i Kübra'nın derecesini de idrâk edemez.
Resûl-i Ekrem'i -hâşâ- Hadîce'yi istemek için gittiğinde içki sofrasına oturtur ve Hadîce-i Kübra'yı da amcasına sakîlik ettirir ki, neûzübillah, amcası sarhoş olsun ve Hadîce'yi, Resûl-i Ekrem'e (s.a.) nikâhlamaya râzı olsun!
Aynı zamanda da Hadîce'nin bu sırada, “kırk (40) yaşında ve iki kocadan dul olduğunu” nakleder!
Dul ve kırk yaşında idiyse, amcasının iznine ne gerek vardı?
Çelişkiye düştüğünün de farkında olmaz ve saçmalıklarını sürdürür.
Oysa Hadîce, Resûl-i Ekrem (s.a.) ile evlendiğinde dul değildi.
"Yetim" kelimesi o sırada nezaretçisi olmayan dulları da ifade ettiğinden (Nisâ Sûresi), Hadîce'nin babadan yetim olması, sonradan, aynı zamanda “dul ve üstelik iki kocadan dul ve kırk yaşında olduğu” rivayetinin uydurulmasına yol açmıştır.
Fâtıma, Bi'set'den beş yıl sonra değil, beş yıl önce, yani 604 Milâdî yılında doğmuştur.
Kevser Sûresi nâzil olup Resûl-i Ekrem'e (s.a.) "İnnâ a'taynâk'el-Kevser" buyurulduğunda Kevser'i temsil eden Fâtıma doğmuş bulunuyordu.
Bu sûre, Fatıma dolayısı ile kadınlara tecellî eden ilâhî rahmeti gösteriyor, kadın ve erkeğin insanlık değeri açısından eşit olduğunu, soyun erkekten devamı telâkkîsinin, insanların kabulünden doğan bir önyargı olup, Resûl-i Ekrem'in (s.a.) soyunun kızından devam edeceğine işaret ediyordu.
Aynı zamanda "ve'nhar!" buyruğunda, bu sûrenin son âyetinde işaret buyurulduğu gibi, Resûl-i Ekrem'e (s.a.) buğzedenler, kin besleyenler nasıl varsa, Ehl-i Beyt'e ve özellikle Huseyn'e buğzedenlerin onu şehîd ederek galip oldukları kuruntusuna kapılacaklarına, fakat sonuçta asıl "ebter" kalanların onlar olacaklarına işaret vardır.
Huseyn, İnsanlık Şehidi, Zibh-i Azîm'dir.
Fâtıma da, o Zibh-i Azîm'in annesidir.
Resûl-i Ekrem (s.a.) de, Emîr’ul-Mü’minîn de, Fatıma da bunu biliyorlardı.
Fâtıma, 624 yılında Emîr-ul-Mü'minîn ile evleninceye kadar da, ondan sonraki sekiz yılda da İlâhî Vahiy evinin tertemiz bir çiçeği olarak örnek bir hayat sürdü.
Resûl-i Ekrem'in (s.a.) irtihali günü olan 25 Mayıs 632 Pazartesi gününden kısa bir süre sonra, belki 2 Ağustos 632 gecesi; "Al emanetini ya Resûlallah!" nidası ile, Emîr’ul-Mü'minîn tarafından, babasının kollarına tevdi edildi ve bu göz kamaştıran Nûr içinde sırroldu.
Bu kısa süre içinde Resûl-i Ekrem'in (s.a.) gözünün nûru kızının değeri bilinebildi mi?
Emîr’ul-Mü'minîn'in değerini bilenler bildiler elbette, bilmeyenlere gelince heyhât!
Bugün de böyle değil mi?
Resûl-i Ekrem (s.a.) "Âlemler'e Rahmet" olunca, Fâtıma'nın Nûru’nun, irtihalinden sonra sönmesi nasıl mümkün olur?
Mişkat'ın içindeki Misbah olan Emîr’ul-Mü'minîn, "İnci Parlaklığında Yıldız"la simgelenen Fâtıma'nın Nûru ile çevrelenmiştir. (Nûr Âyeti).
İki Nûr birbirine karışmakta ve İmamlarda tecellî etmektedir: Nûrun alâ Nûr!
Fâtıma'nın Nûru'na gönüllerini bilerek kapayanlar hüsrâna uğrarlar. (Asr Sûresi).
Gönüllerini bu Nûr'a açanlar arınır ve şifa bulurlar.
Bu Nûr, her kötülükten arı, tertemiz Âb-ı hayat pınarıdır.
Bu Nûr, Kevser'dir.
Bu Nûr, "önce komşu, sonra ev!" diyen, "Birr ve Îysâr" ahlâkının da kaynağı olan Nûr'un yansıdığı Fâtıma'dır.
Sonuçta Merhum Şeriatî'nin geldiği noktaya gelmedik mi?
“Fâtıma Fâtıma’dır." Âfitâb âmed delîl-i âfitâb!
Bu Nûr'u idrâk edelim ki zulmetlerden çıkıp Nûr'a erişelim.
Âmin!
Sevgi'nin Nûru gönüllerimizi kaplasın.
Sevgili'nin Sevgili kızına ebede kadar sürekli selâm!
Fâtıma'nın geleceğini önceki peygamberler de biliyordu.
Bu sebeple, Fâtıma ismi de bazı değişikliklere uğrasa da biliniyordu.
Nasıl Huseyn'in sıfatları sonra iyi niyetle ve "Zibh-i Azîm" zannedilerek Hazret-i Mesih'e (a.s) aktarıldı ve O'na "Rabbin kuzusu" dendi ise, annesi Meryem'e de Fâtıma'nın vasıfları verildi.
Aslında "Betûl" ve "Azra" gibi vasıflar Hazret-i Meryem'de de vardır, fakat Fâtıma isimdir ve Resûl-i Ekrem'in (s.a.) kızı bu adla müjdelenmiştir.
Ne var ki "Rabb'in kuzusu" nitelemesi Hazret-i Mesih'e aktarıldıktan sonra Fâtıma ismi de Hazret-i Meryem'e, Kerbelâ ismi de hayalî bir kâseye, Graal'e aktarılmış, Hazret-i İsa'nın çarmıhının dibinde duran kâseye, onun mübarek kanının aktığı söylenmiş ve bu kâse "Graal" (Grail) adını almıştır.
Bu kelime de Kerbelâ'dan değişme olacaktır.
Çünkü Hazret-i Mesih, çarmıhda can vermemiştir.
Esasen böyle olsa idi dahî çarmıhda can verene "Zibh-i Azîm" denmez, çünkü "mezbûh" değildir.
Çarmıha gerilen, "İsa benim!" diye kendisini İsa yerine koyan bir kutlu havarîdir.
Biz bunu da Ehl-i Beyt'in mübarek ilim kaynağından alıyoruz ve biliyoruz. (Tefsîr-i Sâfî).
Kevser ırmağı insanın az ötesinden akar da, insan mikroplu sularla yetinebilir ve manevî bakımdan arınmamış kalabilir.
Hatta Kevser'in ehlinden Fırat suyunu esirgeyenleri, Kevser Ehli'ne eş tutma dalâleti içinde kalmış olabilir.
Tekrar ediyorum:
Fâtıma'nın Nûru'nu göremedikçe, bu Nûr ile arınamadıkça, "İnsan-ı Kâmil" olmaya imkân yoktur.
Ben sadece görüyorum, fakat bu bir "yaşama", bir "hâl", bir "varoluş" işidir, Nûr'un tek ve gerçek Sahibi ve Rabbi olan Allah'dan, "İnci Parlaklığında Sırça" (Nûr Âyeti) âyeti ile simgelenen Fâtıma Nûru hakkı için, bu Nûr ile gönlümüzü arıtıp ışıtabilmeyi niyaz ederim.
.
Hüseyin Hatemi, -2 Ocak 2017, Ehlader- dikGAZETE.com
anadolu kartalı 2 yıl önce
Yasemin 4 yıl önce
doktor 4 yıl önce