İran, İdlip muharebe sahasına Şii milislerden oluşan 200 bine yakın güç yığmıştır.
Rusya, rejime hava gücü, hava savunma istihbarat, özel kuvvet desteği ve bunların eğitimini vermektedir.
Astana’da çatışmasızlık bölgesi ilan edilen Dera, Doğu Guta, Türkiye sınırlarından uzak olduğu için bu bölgelere gerekli destek verilmemiştir.
Rejim ve Rusya, antlaşmayı ihlal ederek bu bölgeleri işgal etmiştir; ancak Halep çatışmasızlık bölgesi, İdlip ile birlikte bırakılmaması ve savunulması gerekiyordu.
Eğer; rejimin, demokratik usullerle veya askeri usullerle hangisi olursa olsun gitmesi isteniyorsa, Halep’in mutlaka Türkiye’nin elinde bulunması gerekiyordu; çünkü, Halep, İdlip ile birlikte Suriye’nin can damarıdır.
Suriye nüfusunun çoğunluğu buralarda yaşamaktadır.
Muazzam bir sanayi şehridir.
Türkiye, Halep’i bırakırken Rusya’ya güvendi, yalancılığı tescilli İran yönetiminin vaatlerine inandı.
En son Cenevre’de yapılan Suriye görüşmelerinde görüldü ki rejimin seçimlere gitmeye, demokrasiye geçmeye kesinlikle niyeti yoktur.
Masayı dağıttı ve kalktı.
Türkiye için tek yol kalmıştı.
Rejimi dize getirerek masaya oturtmak.
Demokratik usullerle seçilmiş bir iktidarı başa getirmek.
Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan, açık ve örtülü olarak defalarca Esat yönetimine çağrıda bulundu.
Esat bildiğinden vazgeçmedi.
En sonunda Sn. Cumhurbaşkanı şu ifadeyi kullanmak zorunda kaldı; “Esat adam mı ki?” Türkiye’de Esat’a hak verip, “Bizim Suriye’de ne işimiz var” diyenlere şu soruyu sormak lazımdır:
Diyelim ki; Esat saltanatını kurtarmak için Rusya ve İranlı Şii milisleri çağırmak yerine, aynı talebi Türkiye’den isteseydi; bu işler başına gelir miydi?
Hatırlanacağı üzere Saddam da aynı akılsızlığı yaptı, Türkiye’ye kafa tuttu, vurmaktan kırmaktan söz etti.
Bağdat’ı ziyaret eden Başbakan Yıldırım Akbulut’u açıkça tehdit etti…
Akıbetinin ne olduğunu herkes biliyor.
Bu olayları anlatırken aklıma bir Nasrettin Hoca fıkrası geldi; Nasrettin Hoca’nın ormanda odun toplayıp satmak aklına gelmiş; eşeğine binmiş ormana gitmiş; çabuk ve pahalı satmak için en kuru ve en özlü odunları toplamış. Eşeğine yüklemiş, köyüne doğru yol alıyorken karşısına bir dere çıkmış.
Karşıya geçmeden önce derin gölgeli bir ağacın altına uzanmış dinlenmeye başlamış. O esnada aklına bir ateş yakıp heybesindeki azıkları pişirip yemek gelmiş. Ateşi yakmış; yakar yakmaz alev parlamış, hemen yanında duran eşeğin sırtındaki odunlar tutuşmaya başlamış.
Hoca eşeğin sırtındaki ateşi söndürmeye çalışsa da söndürememiş.
Eşeğin sırtı yanmaya başlayınca zıplamaya hoplamaya aşağı yukarı koşmaya başlamış, hoca eşeği yakalamaya uğraşsa da başaramamış, çaresiz kalmış, elini beline bağlamış, durmuş.
Eşeğin arkası sıra bağırmaya başlamış; “aklın varsa dereye koş, aklın varsa dereye git.”
Hiç kimse Esat ve rejimin aklının olup olmadığını sorgulamıyor, “Türkiye yanlış yaptı” diyorlar.
Bir rejim, bir yönetim mantıklı olsa, halkın yüzde 80’i yurt dışına kaçar mı?
Evini barkını, eşyasını, bağını bahçesini bırakır gider mi?
Böyle yönetimlere “Kötü yönetim… Despot yönetim… Zalim yönetim…” adı verilir.
Tarih boyunca bu tür yöneticilerin akıbeti feci olmuştur.
Şimdi soruyorum; Esat rejimi, Rusya’yı çağıracağına sahaya İranlı ve toplama çapulcu Şiileri başına toplayacağına, Türkiye’ye gelse, Tayyip Bey ile görüşemiyorsa Kılıçdaroğlu’na gitse, o kabul etmezse Perinçek’i arabulucu yapsa, Tayyip Bey ile görüşemez miydi?
Bal gibi görüşürdü, memleketin içine yabancı parmağı sokmadan işi bitirirdi.
Demokrasiye geçilmiş olsa, muhtemelen birinci seçimleri kaybetse bile ikinci seçimlerde tekrar iktidara gelebilirdi.
Ben bu Araplardaki megalomaniyi anlayamıyorum.
2003’de, Irak Savaşı öncesiydi; Rahmetli Mahir Kaynak Hoca ile röportaj yapmaya gitmiştim.
ABD, Saddam’ı sıkıştırıyordu, vurdu-vuracak tehdit ediyordu.
Mahir Hoca bana döndü dedi ki; “Suat, sen Saddam’ın yerinde olsan ne yaparsın?”
Biraz düşündükten sonra; dedim ki; “Saddam, 1991’de elinde güç varken tutuk davrandı, ABD’ye Vietkong gerillası kadar zarar vermedi, şimdi elinde hiçbir şey yok, ne yapabilir ki?!
Ben onun yerinde olsam, yönetimi Allavi-Mallavi gibi adamlar vardı, onlara bırakır, ailemi toplar Rusya’ya giderim.
Irak halkını bombalanmaktan, şehirleri harap olmaktan kurtarırım. Şu an Irak’a yapılacak en büyük iyilik budur” dedim.
Saddam, bırakın böyle yapmayı, daha küstah demeçler vererek, karşı tarafın gazabını üzerine çekti; 2 milyon insanın ölmesine sebebiyet verdi, memleketi harabeye çevirdi gitti.
Hakikaten megalomani, kibir küstah tutum, halka ve öz nefse yapılacak en büyük kötülüktür.
.
Suat Gün, dikGAZETE.com
Enver 5 yıl önce