Küçük dokunuşlarla, büyük başarının kapısını aralayabilmek, kolay olduğu gibi zordur da.
Düşünmek yetmez, adım atmak gerek. Bunun yapabilmek, ‘yürekli’ olmayı gerektirir. İşte o yüreği taşıyanlar, başarıya ulaşmanın hazzını yaşıyor.
Her bir başarının ayrı bir ‘destansı’ süreci olduğu gibi, her bir örnek, bir başkası içinde umut olabiliyor.
Yeter ki duyma, görme, hissedebilme, kısacası yapma isteği/fırsatı olsun.
Anlamak isteyene göre birkaç hayat hikâyesi, engelsiz hayat kapılarının sonuna kadar açılması, gönülden dolusu ‘mutluluğun’ hissedilmesi demek.
Engel tanımayan sporcuların başarılarının yansıdığı Limitsiz Spor Dergisinden derlediğimiz birkaç ‘destansı’ hayat öyküsü.
Dileriz hayata tutunmak isteyen ve onlara bu imkânı sağlama fırsatı olanlara ders/mesaj olur…
"DOKTOR, BİR DAHA YÜRÜYEMEYECEĞİMİ SÖYLEMİŞTİ..."
Ebru Akıcı anlatıyor:
“…Henüz 19 yaşındayken, ikinci kaybımı yaşadım. Bir yoğun bakım odasında gözlerimi dünyaya açtığımda, bir kütle ağırlığındaydı bacaklarım. Bir şok geçirdiğimi ve zamanla bacaklarımı hissedemeyeceğimi söylediler. İnanmamıştım. Kim ne derse ona inanıyordum. Çünkü ikinci hayatın başlarında, emeklemeyi bile bilmeyen bir bebekti bedenim.
Her sözü ‘anne’ sayıyordum… 2004’te Ankara GATA’da tedavi gördüğüm sırada, bir doktor bana omurilik felci olduğumu, bir daha yürüyemeyeceğimi söylemişti.
Felç olmak, duyuların ölmüş olması. Dokunmak ama hissedememek. Ne çok şey vardı bir kelimede ve ne çok sancılı sürecim o kelimeyle başladı… Tek doğru olan mücadele etmekti. Hayat bitmiyordu.
Dışarıda gürül gürül akan bir bahar vardı. Kalkmalıydım o ölü yatağından. O eve kapandığım süreçte, bedenimde baş gösteren yatak yaraları beni hasta kılmıştı. Ben hem engelli, hem hastaydım artık…
Dünya herkes için zorken, biz engelliler için iki kere zordu. Kaldırımlar, kötü ve yanlış yapılandırılmış şehirler, rampasız yapılar, bilinçsiz insan topluluğu.
Üstelik ben sudan çıkmış bir balık gibiydim, yanımda demir yığını sandalyem dostum… Kızıltepe Engelliler Gücü Tekerlekli Sandalye Basketbol oyuncusuyum.
İlk maçımı Diyarbakır takımı Amedspor ile yapmıştım. O anı, o heyecanı tarif edecek bir cümle bulamıyorum. O gün orada, dünya sanki benim için dönüyordu.
Mutluydum ve hâlâ o sandalyeye her binişimde o topun arkasından koştuğumda mutlu oluyorum.
Mutluluğun resmini çizemem ama fotoğrafını siz gelip beni basketbol oynarken çekebilirsiniz. Ben hikâyemi aktardım. Belki bir yerlerde birilerinin kalbine ve hayatına dokunur diye.
Bazen insan başka birinin hikâyesinden de tutunabilir hayata… Sen de içindeki gücü keşfet! Başarabilirsin. Kendine güven. Ve dışarı çık! Dışarı senin.”
PARALİMPİK OYUNLARDA BRĞNZ MADALYA... SONRA DÜNYA REKORU...
Ayşegül Pehlivan anlatıyor:
“…Hayatı sporla özdeşleşmiş hâlâ sporun içinde olan bir babanın kızıyım. Babam sürekli spor yapmam için beni teşvik etmiştir. Müsabakalarına sürekli birlikte gitmişizdir.
Yine babamın İzmir’deki bir atletizm müsabakası sırasında, tesadüfen girdiğimiz poligonda Nami ve Himmet hocaların bana birkaç saat atış yaptırarak atış sporuna yönlendirmesiyle başladım.
Paralimpik Oyunlarda bronz madalya, yakın zamanda ise dünya rekoru kırarak şampiyon oldum… Her şeyden önce yaptığım sporu çok seviyorum ve keyif alarak yapıyorum.
Bu hangi ortamda olursa olsun değişmiyor.
Bununla birlikte, özgüvenim, disiplinim, istek ve azmim, ailemin ve arkadaşlarımın verdiği manevi destek, hayata pozitif bakışım, tecrübeli ve son derece profesyonel olan Tolga hocamla planlı ve bilinçli bir şekilde yaptığımız çalışmalar, performansımı korumamı ve yükseltmemi sağlıyor…
Atıcılık sporunda karşınızda o an için yeneceğiniz bir rakibiniz yoktur, silahımız ve hedefimizle baş başayız.
Önce doğru tekniklerle, doğru atış yaparak yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışmalısınız. Rakibimi hep kendim olarak görmeyi başarabilmem beni hep olumlu motive etti…”
.
Ahmet Gülümseyen, dikGAZETE.com