USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

En büyük güç toplumsal barıştır

En büyük güç toplumsal barıştır
30-03-2025

En büyük güç toplumsal barıştır

12 Eylül darbesi ve Batı ittifakının ön saflarında “Komünizmle mücadele”nin sonu…

Bir zamanlar, Batı dünyası ile aramız iyi olursa abad oluruz sanılırdı. Malum, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeni çerçevesinde Batı dünyası ile aramız gayet iyi idi. Soğuk Savaş döneminde, ABD liderliğinde Batı ittifakı içindeydik, NATO üyesi idik. “Komünizmle mücadele”de ön saflardaydık, bu ülkenin gençleri, emekçileri bu “mücadele”nin kurbanları oldular. 12 Eylül darbesi, bu sürecin son sahnesi oldu. Soğuk Savaş bittikten sonra bir demokratikleşme rüzgârı esti. Ama bu rüzgâr da darbecilerden icazetli Özal’ın demokrasi kahramanı ilan edildiği bir rüzgardı. 

AB’ye bağlanan umutlar…

Sonra, AB’ye umut bağlamak vardı. AB’ye tam üyelik gibi ham bir hayalin peşinde olmak bir yana, doksanlı yıllarda AB’nin Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin en önemli etkeni olacağını düşünenler vardı. Demokrasi mücadelesinde toplumu dönüştürmek gibi çetrefil bir işe yanaşmadıkları için, o zamanlar onlara “tembel demokratlar” derdim. Aslında işin içinde tembelliğin ötesinde bu toplumu küçümsemek de vardı. “Türkiye’nin iç dinamikleri demokratikleşmeye yetmeyeceği için dış dinamikler yoluyla demokratikleşebileceğimizi”iddia etmek, böylesi bir anlayışın ifadesi idi.

Uzatmadan hızla bugüne gelelim.  Ne yazık ki, muhalefet hala Batı’nın bizim gibi ülkelerde demokrasi gibi bir kaygısı var sanıp, onlara dert anlatmaya çalışıyor. CHP Genel Başkanı Özel, İngiliz İşçi Partisi’nebizi yalnız bıraktınız” demiş. İngiliz İşçi Partisi’nin, önce Blair başkanlığında, şimdi de Keir Starmer liderliğinde işçi ile bizim gibi ülkelerde demokrasi mücadelesi ile hiçbir alakası kalmadığından belli ki haberi yok. 2003’de ABD ile birlikte Irak’ın işgaline öncülük eden İşçi Partisi iktidarı idi. Şimdi iktidar olan Starmer, Britanya’yı militarist güç yapma peşinde. “Kime, ne anlatıyorsunuz?” demek isterim.

İktidar, “Batı bize muhtaç” havasında…

İktidar çevresi ise son zamanlarda “Batı dünyası bize muhtaç hale geldi, sırtımız yere gelmez” havası içinde. Açıkça, Batı dünyası, Türkiye’de yaşananlara karşı eskisi gibi esip gürlemiyor diye böbürleniyorlar. En kötüsü, siyasal ve toplumsal muhalefeti sindirme uğruna, sırtlarını bu konjonktüre yaslıyorlar. 

Öncelikle, küresel konjonktür Türkiye’yi önemli bir aktör haline getirdi ise bu imkânı Türkiye’de yaşayan herkesin refah ve güvenliği için kullanmak gerekmez mi? Konjönktüre sırtını dayayıp, bu ülkede yaşayan milyonları düşman bellemenin, toplumsal barışı tehlikeye atmanın ne alemi var?  Bu nasıl bir vatanseverliktir?

Batı dünyasının bize muhtaç olması” konusuna gelince, Soğuk Savaş döneminde de Türkiye çok önemli bir müttefikti, NATO’ya üyeliğin kapısını açan da bu durum idi. Ama, o dönemin de ülkemize hayrı olmadı, şimdilerde tamamen unutuldu ama Soğuk Savaş üzerimizden silindir gibi geçti, hala açtığı yaraları saramadık.

En büyük güç toplumsal barış…

İktidar çevresine göre, şimdi durum başka, konu sadece konjonktürel değil, asıl önemlisi “Türkiye’nin kendi gücünün artması.” Bu bakış açısına göre, Türkiye’nin mevcut gücü, savunma sanayinde yaşanan gelişmeler, güçlü iktidar tablosu, kararlı liderlik gibi etkenlerin ürünü. Doğru veya yanlış ama sonuçta Türkiye’nin orta ölçekte bir güç olduğunu hatırlamalarında fayda var. Dün “bizden habersiz Ortadoğu’da yaprak düşmeyecek, kuş uçmayacak” derken, işlerin nasıl tersine döndüğünü gördük, yaşadık. Şimdilerde de “bölgesel süper güç”, “yeni dünya düzeninin vazgeçilmez aktörü” gibi hayallere kapılmak hayra alamet değil. 

En önemlisi, toplumsal barışı tehlikeye atacak bir bölgesel güç, olmaz olsun. Daha önemlisi, bir ülkenin en önemli gücü içeride sağlam olmasıdır, iktidar da bunu söylüyor ama, bunun koşulunun her şeyden önce ‘toplumsal barış’ olduğunu tümüyle unutmuş vaziyette. Oysa, bu gerçeği unutmanın maliyeti de vebali de büyük olur.

Yeni küresel düzen konjonktürüne gelince; “ne düzenler gördük zaten yoktular” diyeceğim. Halihazırda, Trump başkanlığında ABD’nin çok kutuplu bir dünya düzenini kabullenmiş olduğu varsayılıyor. Oysa durum tam olarak böyle değil. Trump, Ukrayna konusunda Rusya ile didişme ve Rusya’nın nüfuz bölgesine bulaşma yanlısı değil, ama ABD’nin küresel hegemonya iddiasından vazgeçmiş hiç değil. Zaten böylesi mümkün de değil, ABD gibi bir gücün dünyanın hiçbir bölgesinde etliye sütlüye karışmadan oturmak gibi bir lüksü yok. Trump, tam da bu nedenle, Yemen’e askeri müdahale konusunda tereddüt etmedi.

ABD artık meydanı ‘bölgesel güçler’e bırakacak, Çin’e odaklanacak” düşüncesi de pek isabetli sayılmaz. Zira, bu yönde bir gelişme, zannedilenin aksine “bölgesel güçler” üzerinde ABD baskısının daha da artmasına neden olabilir. Trump’ın demokrasi gibi bir derdi olmaması, bizim gibi aktörlere baskı uygulamayacağı anlamına gelmez. Aslında, ABD ve Batı Avrupa’nın bizim gibi ülkelerde, hiçbir zaman demokrasi gibi bir derdi olmadı. Trump döneminde bu açıdan radikal bir değişim söz konusu değil. O nedenle, bu kez de ‘stratejik otonomi’ diye havalanmanın alemi yok. 

Türkiye’nin gücü ancak hesaplı kullanılırsa karşılık bulabilir...

Nitekim, Ortadoğu’da yaşananlar, ucu açık bir sürece işaret ediyor. Suriye konusunda Batı dünyası ile Türkiye’nin çıkarları şimdilik örtüşüyor. Ancak, 2011’de Suriye’de rejim değişikliği çabasında da ortaklık mevcuttu, ama bir noktada ABD dış politikası dümen kırdı, Türkiye neredeyse IŞİD’ci ilan edildi. Şimdi hedeflenen İran’ın kanadının iyice kırılması, Hizbullah ve Hamas’ın silahsızlandırılması ve İsrail’in güvenliği.

ABD bölgesel müttefiklerinden bu hedeflere göre davranmasını bekliyor. Herkes “stratejik otonomi”nin sınırlarının bu çerçevede belirleneceğini akılda tutmasında fayda var.

Diğer taraftan; Türkiye, bölgesinde göz ardı edilebilecek bir güç değil, ama sonuçta Arap dünyasının Müslümanlık ortak paydasının ötesinde kendi iç dinamikleri var. Mısır, Filistin meselesinin coğrafi ve tarihsel olarak tam da merkezinde. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri içi boş da, olsa ekonomik güç olarak öne çıkıyor. O nedenle, Türkiye’nin gücü ancak hesaplı kullanılırsa karşılık bulabilir.

Konu açılmışken, bu gerçekleri de hatırlatmak istedim. Ama, tabii daha önce de söylediğim gibi, asıl önemlisi, bir ülkenin en büyük gücünün iç barış olması. Dışarda edinilmiş bir güç varsa, bu gücün toplumsal barışa karşı değil, barışın gücünü pekiştirmek için kullanılması.

.

Nuray Mert, dikGAZETE.com 

 

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?