Beynimizi sürekli olarak bilgi depolama merkezi gibi kullanıyoruz.
Bu yanlıştır.
Beynimiz bilgiyi işleyebilen yetenekler (Uygulamalar) ile donatılmalıdır!..
“Fulbright Sözleşmesi” ile birlikte, “ülkeler arası Kültürel geçişkenlik alanı oluşturulması” adı altında, yıllarca sistematik olarak nesillerimize dayatılan ezberci eğitim sistemi, nesillerimizin beyinlerine sadece bilgi depolatmış ve bu bilgileri işleyebilecek yeteneklerden (Uygulamalardan) mahrum kalması sağlanmıştır...
Böylelikle ‘ezberci’ kimliğe bürünen eğitim sistemi sayesinde, taklitçi nesiller üretilirken, yetişen bu nesiller ise sadece tüketim odaklı bir kimliğe bürünerek, ülkemizin diğer üreten ülkelerin pazarı haline getirilmesi başarılmıştır.
Uluslararası rekabetin hangi boyutlara taşındığını gösterebilmek için giriş yaptıktan sonra konumuza devam edelim.
İnsan beyni sadece bilgi depolamak için mi kullanılmalıdır?
Hayatın akışı içerisinde muhatap kaldığımız bir çok sorun karşısında genellikle cevapsız kalmış olmanın çıkış noktası ve çözümsüzlüklerin cevabı belki de burada düğümlenmiştir! Ne dersiniz!?
Örneğin;
Sürekli olarak yapılan egzersizler, vücudumuzdaki sinir sistemimizi ve kaslarımızı geliştirmekle birlikte vücudumuza kazandırdığı avantajları ise sırası ile disiplin, hız, çeviklik, daha güçlü kaslar ve esnek bir vücut sayesinde bedenimiz, sıradan insanlara nazaran daha gelişmiş bir hal almaktadır.
Düşünsel alanda aynı metod kullanılarak beynimizin ise belli bir disiplin altında çalıştırılıp çok daha gelişmiş donanımları keşfederek sahip olması neden mümkün olmasın diye düşünmek yanlış olmayacaktır.
Kasıtlı ve yanlış yönlendirilmeler sayesinde tüm çalışmalardan elde edinilen yetenek ve uygulamalar, NESİLLERİMİZİN SADECE “MEKANİK YETİLERDE” gelişmesini sağlamıştır.
DÜŞÜNSEL BOYUTTA İLERİ KEŞİFLER YAPARAK DAHA GELİŞMİŞ UYGULAMALARA SAHİP OLMALARI İSE ENGELLENMİŞTİR…
BU ŞEKİLDE ALDATILMIŞ OLMAK HEPİMİZE BİR ÖMÜR YETER DİYELİM…
Peki kazanılmış donanımların haricinde, farklı DONANIMLAR ne olabilir dersiniz?
Vücudun mekanik yetenekleri dışında elde edilebilmesi mümkün olan;
“TELEPATİ”, “VÜCUT ENERJİSİNİ YÖNLENDİREBİLME”, “BEYİN GÜCÜNÜN FARKLI KULLANIM YOLLARININ KEŞFİ” GİBİ…
Bir çok benzer alanda gizli ve ciddi çalışmaların gelişmiş ülkelerde yapıldığı bilinmektedir…
VE NE ENTERESANDIR Kİ TÜM BU ÇALIŞMALAR TABİATI DİNLEYEREK YAPILMAKTADIR…
Nesillerimiz neden bu gelişmelerden mahrum bıraktırıldı?.. diye soralım ve devam edelim…
Beyin, sosyal hayattan elde ettiği bilgiler sayesinde tanımlamalar ve kodlamalar yaparken, hayal edilerek oluşturulan verilerin de pratikte deneylenerek gerçekleştirilmesi sayesinde bilgiler ve bu bilgileri işleme yöntemleri geliştirebilir.
Tek boyutlu düşünme, iki boyutlu düşünme, üç boyutlu düşünme derken, çok boyutlu ve katmanlı düşünme metodları sayesinde insan beyninin ne tür farklı yeteneklere ulaşabileceğini ve evrileceğini hesap edebilmek şimdilik çok da kolay olmasa gerek…
Tıpkı biyolojik vücudumuzda olduğu gibi insanın beyni, enerjisi, hayal gücü ve düşünme yöntemi de gelişerek ilerleme göstermektedir.
Gelişen ve değişen herşey, kendisine yenilikler ekleyerek, yine kendisinde olanı bir ileri boyuta taşıyabilir…
“Teori, pratikte pişmedikçe gerçek olamaz” deyimi de buna işaret ediyor diyebiliriz.
Bu noktadan sonra eğitim sistemimizde yapılması elzem değişikliklere değinmemiz gerekmektedir.
İnsan, hayatın içine doğar.
Tabiatın kendisine has milyonlarca yıldan bu yana biriktirip geliştirdiği devasa akışı içerisinde, insan aklıda gelişerek olgunlaşır.
Eğitim noktasında İçerisine düştüğümüz yanılgıya değinecek olursak;
Çocuklarımızı tam da hayal etme ve gelişme çağlarında tabiattan koparırcasına alarak dört duvar içerisine hapseder şekilde alıkoymamız ve toplumun ihtiyaçlarına hizmet etmeleri şartı ile kalıplara sokuyor olmamız hayati bir yanlıştır.
Kullanılan bu yöntem, nesillerimizi devasa bir akışın etkisi dışına çıkartmak anlamına gelmektedir…
Tıpkı etki ve dönüştürme gücü yüksek bir sisteme alternatif bir sistem inşa eder gibi nesillerimizi tabiatın kurallarından habersiz ve kendi içinde dışa kapalı işleyen bir sistem oluştururcasına kodlamakta olduğumuzu artık bilmemiz ve bu yöntemi değiştirmemiz gerekmektedir…
İnsanın bünyesi, tabiata ve hayatın akışına aykırı hareket eden hiçbir şeyi kendi bünyesinde barındırmaz ve dışarı atar…
Toplumun bünyesi de artık bu eğitim sistemini dışa kusmaktadır…
Şayet bu yanlış uygulama devam ettirilir ise, bu durumun zamanla tabiata karşı açılmış bir savaş halini alması kaçınılmaz olacaktır…
Neden gelişemediğimizi ve hangi devasa güce karşı mücadeleye sokulduğumuzu anlamış olmamız gerekmiyor mu artık…
Gelinen son süreçte, okulların pandemi (korona virüs) için alınan önlemler kapsamında kapalı tutulmuş olması, belki de genç nesillerimizin tabiat ile yakınlaşmasını sağlayacak bir kazanca dönüşmesi gerçekleşebilecektir…
Ayağımıza gelmiş bir şans olarak değerlendirebileceğimiz bu durumda;
“Öğrenmenin hayatın içerisinde gerçekleşmesi çok daha verimli olacaktır” kanaati hakim kılınmalı ve genç nesillerimizin tabiata yönelmesi sayesinde, bu devasa tecrübeden faydalanabilmeleri için ciddi adımların atılması gerekmektedir…
Teknolojik gelişmeler insanlığı yeterince tabiattan ayırmışken, geçiş aşamasında olduğumuz dijital çağ sayesinde tabiattan tamamı ile kopuş yaşanmamızın önüne geçmek aciliyet arzetmektedir…
.
Ali Karani, dikGAZETE.com