Kişi, duyguları kadar insandır.
“A”sosyal olmak bireyin kendi içine kapanmasını tetikler mi? Toplumu ayrıştırıcı şekilde kullanılan siyaset dili, toplumları ayrıştırıp kendilerine benzeşenler ile ilişki kurmaya zorlayarak kümeler halinde kamplaştırmakta mıdır? Bu etki, mikro ölçekte bireyin kendi içine kapanmasını da tetikler mi?
Denmeli ki; kamplaştırılan toplumlarda bireysel içe kapanışlar artış gösterir. Zaten ayrıştırmaktaki kasıt da, yekün bir gurubu kendi içine kapatmayı hedeflemez mi?
Üstüne bir de sosyal medya ile bu durum desteklenir ise, çarpan etkisinin çok daha fazla olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalınmaktadır.
İnsanoğlu, sosyal etkileşimleri ile birlikte karakteri ve kişiliğinin şekillenmesi temellerini atarken, aynı zamanda İRADE’sini de disipline edebilmektedir.
Karakteri ve kişiliğinin temellerini atmayı ve inşaa etmeyi başaramayan bireyler ise İÇGÜDÜ’lerinin peşinde kontrolsüzce koşan canlılar olarak yaşarlar.
Sosyal hayattan kopartılarak yalnızlaştırılan ve dahi sanal ilişkiler üzerinden gerçeklik algıları yok edilen nesiller, birey veya guruplar olsun, düşman algıları üzerinden de kamplaştırıldığı taktirde, kendi(leri)ni ifade edebilmesi için tek alternatifi olan ve kendisini, benzeşti(rildi)ği gurup ile iletişim ve etkileşim içerisinde olmaya mecbur saymaktadır.
Yanisi; bu sistem sayesinde birey, sosyalleşmenin dışında tutularak kendi içgüdüsü ile baş başa kalmak durumunda bırakılmaktadır.
İradesi kökleşmemiş birey, içgüdüsü ile nasıl baş edebilir? Asıl sorgulamamız gereken soru bu olmak zorundadır.
Birey, neden içgüdüsü ile baş başa bırakılmak istenmektedir? Bunun arka planı nedir?
İçgüdüleri ile davranan bireylerden teşkil toplumlarda neden cinsel istismar ve küçük yaştaki çocuklara tacizler yaşanmakta ve artmaktadır?
Belki de aradığımız cevap; “İç güdülerin tetikleyici hazlarından kaynaklı cinsel çağrışımlar”dır..
Yakın veya uzak, geçmiş dönem ve tarihlerde, toplumu idare edenlerin sürekli olarak topluma yön vermeye çabaladığı kanısı, hayal ile gerçeğin iç içe geçmiş durumuna benzer…
Neden mi!..
Toplumun menfaatine başlatılan her hareket ve yapılanma kısa zaman sonrasında elitleşen gurupların menfaatini koruma ve kollamaya dönüştürülmektedir maalesef…
Dönem oldu toplum, zorlama ve güç kullanmak dahil şekillendirilmeye çalışıldı.
Dönem oldu; zorlamaların ve kullanılan güç karşısında tepkiler oluşunca yeni arayışlar içerisine girildi.
Tüm bu girişimlerin temelinde yatan tetikleyici ana unsur, toplum içi sosyal, ticari ve kültürel ilişkiler üzerinde otokontrolün inşaasını başarmaktı. Kısacası sistemi otomatik pilota bağlama arzusu vardı.
Zorlayıcı ve güç kullanılan dönemlerde, kölelik olarak tabir edilen sistemler de inşaa edildi.
Bu işleyiş, bireyi ve toplumu dışarıdan kullanılan güç ile dizayn etme temeline dayanmaktaydı.
Tanrı inancı ve öğretileri ise bireyin ve toplumun duygularını kullanarak, güç kullanmaya ihtiyaç kalmadan otokontrolün inşasını hedeflemekteydi. Çünkü duygulardan doğan niyetler, bireyi ve toplumu tetikleyen ve uyum içerisinde mobilize eden yegane unsurdur.
İnsanın, sosyal varlık olması gerçeğinden yola çıkıldığında, birey sürekli olarak iletişim ve etkileşim içerisinde devinimini yaşayan canlı varlık olarak değerlendirilir.
Bu devinim sayesinde birey, duygularını inşaa eder ve bu inşaa sonucunda insanın niyeti vücut bulur.
Yani doğru kodlamalara sahip duygular iyi niyetleri doğurur!..
Sırası gelmişken her defasında konuyu getirmeye çalıştığım sorgulama noktasının can alıcı sorusunu da soralım…
Sırasıyla duygular, niyet ve irade sonucunda ortaya çıkartılması hedeflenen “Ahlâk” yani ‘’toplumsal kanunlardan teşkil doğal HUKUK’’ hayat denilen serüvenin sağlıklı bir düzen içerisinde ilerlemesini sağlamak için gereklidir. İçgüdü ise buna tezattır.
Doğurgan ve üretken olan duyguların yok olması demek ne anlama gelmektedir?
Varoluşun ve doğal (yaşam) hayatın topyekün devamlılığına tehdit oluşturan bu durum, kurgulamak zorunda olduğumuz otokontrolün önündeki en büyük engeldir.
Çünkü, hayata doğru kodları ve yapıcı özellikler ile birlikte anlam kazandıran duyguların yok olması demek, sistemin çökmesi anlamı taşır. Bundan da sürekli bir KAOS doğar.
Lakin, bireyin kendi ehil duyguları üzerinden otokontrolünü sağlaması ve yekünde oluşturacağı etki gücü, sistemin otomatik pilota bağlanması anlamına gelir.
İnsanlık artık kendi mirası olarak birikimini yaptığı tecrübeleri üzerinden sistem kurma yetisine sahip durumdadır. Fakat oluşturulan yapay kaoslar üzerinden insanlığı dizayn etme çalışmaları, oluşturulan elit tabakanın çıkarlarını korumak üzere planlandığı için, yaşanan kaosların ardı arkası kesilmemektedir.
Güçlü olanın haklı olduğu bir sistem değil, kurgulanması elzem olan sistemin, yani hayatın bireye doğuştan verdiği hakları üzerinden dizayn edilmesi, insanlığı yaşanılan kaoslardan kurtarabilmesi için yegane alternatiftir.
Soru;
İnsanlığın tarih boyunca vermiş olduğu topyekün mücadelesinde biriktirdiği tecrübe, deneyim ve maddi birikim mirasını, ihtirasları ve içgüdüleri peşinde koşan elitlere kaptırması makul karşılanabilir mi?
İnsanlığı duygularından uzaklaştırarak mekanikleştiren ve hayatın kuramını yok sayanların hedefleri, kölelik sistemini inşaa ederek kendi tanrı kırallıklarını ilan etmek üzere hayali bir kurgudan öteye geçmemesi gereken bir durumdur.
Mazlum ve mağdur edilmiş tüm insanlığın her bir bireyi artık kendi şart ve kanunlarını hayata geçirmekle mükelleftirler.
Aksi taktirde insanlık için köleleşmekten öte yol yoktur.
Niyet doğrultusunda gösterilen doğru ve devamlı irade, bireyi ve toplumu başarıya taşır.
Kalın sağlıcakla.
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @KARANIAli , @dikgazete