Dönüşüyoruz…
Veballerimize ve sırlarımıza…
Tüm kapılar kapanabilir.
Geçitlerde ışık olmayabilir, iki ayağımız da çukura girebilir yahut paçayı kurtarabiliriz.
Ve insanların düşünceleri vardır.
“Elim-ayağım demeyesin yavrum” derdi ninem.
Sukût ettiğimizde sabretmiş olmuyorsak nasıl güçsüzlüklerimizden de bir güç çıkabilir!
Kaldı ki tüm güçsüzlüklerde büyük bir güç vardır.
Dünyanın düşünceleri yoktur!..
Virüslerin de…
O ilk ana dönersek, bu kadar kişiye ulaşacağını o da bilmiyordu.
Yaradılışa dönersek biz de bilmiyorduk sırlarımızı.
Ama oldular..
Bambaşka gösterdiğimiz ama içten içe sakladığımız haleti ruhiyeleri, bilmem kaç kuşak öncesinden sırtımıza yüklenenlere, kendi eklediklerimizin ekleneceğini, hakların zincir olup ayaklarımıza dolanacağını, tam zirvedeyken bırakacağımızı yahut belli bir irtifada düşeceğimizi...
Dışarıda şiddetli bir rüzgar var.
Sıcak evde oturuyor olmak ne güzel bi ayrıcalık.
Üstelik gözetildiğini hissedercesine çoşkun bir mahcubiyete dönüşüyor.
Boğazınızda bir düğüm…
Üşümek...
Özlemlerimiz bitmeyecek.
Hayallerimiz de…
Ama hayat kısa.
"Her şey bu kadar olamaz!" öyle değil mi! Ama bu kadar…
İçten-içe biliyoruz dönüştüğümüzü…
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!..
Olmasın da.
Çünkü memnun olmadığımız çok şey vardı.
Bir şeyde gözünüze batanlar çoğalmışsa o şey tükeniyordur.
Hayat bir şeydir.
Herkesin, istediğini düşünme hakkı vardır; lakin yapmaya hakkı yoktur!..
Sizi bağlamıyorsa; sadece virüslere benzeyen düşüncelerle doluyken zihnimiz, kimi kimden koruyabileceğiz!
Kim ne yapıyorsa yanına kârdır.
Zahmete katlanan, elini taşın altına koyan, “adam sen de…” demeyen, gecesini gündüzüne katanlara müteşekkirim.
Çok özel insanlar, özel insanlara…
Hiç olabilmişler, henüz olamamışlara…
Var olabilenler, var olamayanlara bağlı.
Bağlıyız ayaklarımızdaki zincirlerle birbirimize…
Zincirlerin düşünceleri yoktur!
Tüm kapılar kapanabilir.
Belki bir kapının önünde durmamız gerekiyordur.
Karışık rakamlar, korkutan tablolar olabilir.
Belki korkmamız gerekiyordur.
Son buluş ki bulunamayabilir.
Belki sis gerekiyordur.
Net olamayan her şey, sınavın sürdüğünü gösterir.
Yaşamak net değildir!
Dünyada bugüne kadarki yapılmış kudretli yapılara, harika eserlere, toprağa gömdüklerimize ve çıkardıklarımıza bakın!
İnsan, yaptıklarıyla onur duymak için var!
Gibi…
Tabiat ve dünya, biz olmadığımızda bir hiç.
Eserin içinde eser ne denli kafiyesiz.
İnsan kafiyesizdir.
Şimdi gecemiz, gündüzümüz hayatta kalmak; afiyette ve acısız olmak üstüne:
“Velbağsubağdelmevt”
Dışarıda şiddetli bi rüzgâr.
Başka şartlarda değil de sıcak bir odada olmak ne büyük lüks.
Bir elinde âmin, bir elinde çay bardağı.
Çok güzel düşünüyor insan; öbürü ne kadar da cahil.
Filmler, yeni diziler, güzel kitaplar yazılmış bir yığın.
Paralar kazanılmış yahut kaybedilmiş; dilde meydan okuma yahut küfür.
Ve tam karşımızda
Gözlerimizi sımsıkı kapatıp görmediğimiz her şey…
Her şey üşür...
Sokakların, işleyişlerin, değerlerin yer değiştirmesi, farklılaşması ancak içinde olanlar memnunsa zorlaşır.
Sımsıkı tuttuğumuz ne varsa sınanacağız.
Burası dünya...
Her şey geçecek; kapılar açılacak.
Battaniye altında izlenen korku filmi bitecek.
Kahvaltıda kızarmış ekmek, iki zeytin…
Dünya kuşların, böceklerin, denizin, toprağın…
Sarmaşıklar sarmış binaları, virüsler evcil hayvan kafeslerinde besleniyor.
Güneşe az kaldı…
İnsana çok!
Düşünmek , dönüşmek..
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com