Özgüven nedir; nasıl yükseltilir?
Olanların hayrı var mı?
Olmaması günah mı?
Dışa dönüklüğün sükse yapmasına şaşmamalı elbette; çünkü dışa dönüklük, mutluluk ve heyecan olarak tanımlanıyor ve öyle değilsen havalı sayılmıyorsun!
Örneğin çoğu dışa dönük, öğle tatili diye yemek yiyebilir; içe dönükse acıktığını hissettiğinde biri sizi kalabalıklarda biri yalnızlıkta yakalar.
İçe dönük çocuklar yetiştirin; göreceksiniz ki sayıları çoğaldıkça dışa dönüklerin dünyadan bulmaya çalıştıklarını onlar içlerinde keşfedecektir.
Bu gerçek keşif, onları daha olması gereken, daha yalın, daha buyurgan olmayan bir güçle donatacak ve gerek yazarak, gerek duyarak, gerekse görerek daha çok duyguya kavuşacaklardır.
Onlara haksızlık ediyor olmamız, paye verilmiyor olması umurunuzda olmasın, çünkü çocuklarımız hadsizliği özgüven sanarak büyüyorlar ve dahası, ebeveynleri de öyle sanıyor.
Evet, içe dönükleri savunuyorum
Yaşasın onlar!
Doğuştan gelen bir ritmimiz vardır; hayat bu ritmi bozar; önce aile ile sonra dış dünya ile…
Her bebek bir sekine halindedir, yaratılışına en uygun ritim ve hızda sonra çığlıklar duyar, büyük kahkahalar, huzur vermeyen her türlü gürültü, dokunmalar, itirazlar ve yargılar…
“Hayır” der hayat ona; “Bu ritimle yaşayamazsın!.. Böyle olman gerek, çünkü büyüyeceksin ve çoğunluk böyle!..”
- Nasıl hayatta kalabilirsin ki!?.
Sonra o sekine hali uçup gider, mizacının dışına çıkardığımız evlat da büyür ve bize karışır.
“Ne bekliyorsun ki!.. Hayatın doğalı bu!..” dediğinizi duyar gibiyim.
- Doğal nedir?
“Doğal hayatımda…” deriz mesela; “doğal afet” deriz; “doğalı bu!..” deriz…
Bunlar ‘doğal’ın tanımı değildir, bizim tanımımızdır.
Doğal olan seyrinde olandır.
Yaratılışında, özünde olandır.
Her şey dönüp dolaşıp öze bağlanır.
“Özgüven” yaratılmış olmamıza güvenmektir.
Doğal olmayan her şey arızalıdır.
Ruh, hasta olmaz!
Geriye, düşünce ve beden kalıyor bu durumda.
Hastalanan düşünceler ritmini buldukça ve tedavisine yaklaştıkça, sirenler çalmaz elbette.
Ama büyük bir istikbal çıkabilir bu durumdan.
Büyük istikbal, büyüdükçe küçülmemektir.
Büyük istikbal, kurguladıklarımız değil, olduğunuz gibi olabildiğimiz her safhadır.
Kendi bedenimiz gibi kendi ruhumuzdan, kendi düşüncelerimizden haberdar olmak, özüne dönerken tepende seni izleyen bir “drone” gibi kendinin farkında olmaktır.
İçimizden bize fısıldayanın varlığına “düşüncelerimiz (!)..” diyen insanoğlu neyine güveniyor
Özüne mi?
Yoksa “her güç içinde” derken, “güç”ten ne anladığımızı tam bilmiyor muyuz!..
Oda sıcaklığında ve normal koşullarda bozulmuyoruz; aslında koşullar derken, “şiddete meyyalim, vallahi dertten” sözü gibi anlaşılmasın lakin umudumuzu kaybettiğimizde bozuluyoruz; mesela gerekli ışığı alamamışsak serpilemiyoruz.
Sürekli yerimiz değişmişse, ambalajımız açılmışsa!..
Bozuluyoruz.
Dertler de bozuyor sanıyoruz ama sanmakla kalıyoruz; dertler değil de dertlere verdiğimiz isim, verdiğimiz cevap bozuyor bizi.
Gün geçtikçe yorulan zihin, “adaaam sen de!..” demeye başlıyor..
Umur coğrafyamız daraldıkça, tahammülümüz azalıyor ve bize bir güven geliyor!
Yorganları - limanları yakmak, kaybedecek bir şeyi yokmuş gibi yapmak gibi mesela…
İçimizdeki en ezik yeri saklamak için eziyor…
İçimizdeki kırıkları, halının altına süpürüyor ve o havalı makyajı yapıyoruz.
Karşımızda gerçek dertleriyle uğraşan ve yaşamaya çalışanları hafife alıyor, daha çok şey başarmış olmakla ya da başarabilmekle kendimize başka bir basamak oluşturuyoruz.
Bu özgüven değildir!
Burada bir arıza vardır.
Radyo frekansı bulmak için dolaşırken kafamızı ütüleyen o cızırtılar gibi…
Temassızlıkta yahut temasta çıkan kıvılcımlar gibi…
Sekine halini yakalayabilmiş gerçek özgüven sahipleri konumuzun dışındakiler.
Zira onlar metrekareye dört tane düşen arızalardan sıyrılmış, ‘olmuş’ kişiler.
Olmak halini bulmak için kırk fırın ekmek yemiş, kırk çemberden geçmiş ve kendilerine değil, öze güvenmeleri gerektiğini çakmış kişiler.
Onlardan büyük tezahüratlar göremezsiniz ama meydana ölümü düşünmeden koşabilirler.
Onlardan taşkın, şaşaalı şeyler duymazsınız ama aşkın fikirleri duyabilirsiniz.
Sanki gizli bir yerden bir bilgi alıyorlar da sandıklarımıza gülüyor gibidirler.
Doğru nefes alır, doğru söyler ve doğru üzeredirler; size en olmadık zamanda yardım edenler, ortama ışık saçanlar, başı koyacak omuz, yudumlanacak çay, bakılacak manzara hep onların…
Yaşasın onlar!
Özgüven, kendine acımaz.
Özgüven, değişimden kaçmaz.
Özgüven, hayatın kendisine borçlu olmadığını bilir.
Özgüven, kibirden, yarışmaktan ve ‘ben’ demekten nefret eder.
Gerçekten…
Bana güvenin böyledir.
***
Evet, bu cızırtılar benden geliyor!
Söylemiştim arıza var.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com
Yusuf A. 4 yıl önce