Neredeyse her şeyin bilgiye dayandığı bir “Enformasyon Çağı’nda” yaşıyoruz. Kullanılan araçlarla haberler, analizler, bilgiler, sinyaller doğru ve yanlış demeden tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir hızla bütün dünyaya birkaç dakikada yayılabiliyor.
Akıl almaz hızla yayılan bu bilgiler, içinde doğruları da yanlışları da barındırıyor.
İnsanların bunları kısa zamanda ayıklayıp doğrulamaları neredeyse imkansız. Bu açıdan gelen her habere, analize, bilgiye insanlar içinde bulundukları ideolojilere, inançlara uyup uymadığına bakarak inanıyor. Haliyle bilgiler kişilerin ideolojilerine, inançlarına, algılarına, ön kabullerine göre şekil değiştirebiliyor.
Bir de buna bilgileri, haberleri, analizleri bilerek çarpıtan, kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan istihbarat örgütlerinin dezenformasyonlarını eklediğimizde, insanlığın içinde bulunduğu trajikomik durum ortaya çıkıyor.
Tam bu noktada ABD’li iletişim bilimci Aldous Huxley’in şu tespiti haklılık kazanıyor:
“Şimdiye kadar bunca çok (8 milyar insan) bunca azın (medyanın, istihbarat örgütlerinin) elinde böyle oyuncak olmamıştı.”
Dezenformasyon, “saptırılmış ya da yanıltıcı bilgiyi, haberi, analizi bilerek yayma çabasına” deniyor. Bazı güç odaklarının ve gizli servislerin, tarihin her döneminde dezenformasyona başvurdukları biliniyor. Ancak, neredeyse her şeyin bilgiye dayandığı günümüz “Enformasyon Çağı’nda” bu türden etkinliklerin çapı ve etkileme alanı alabildiğine genişliyor ve hatta bütün dünyayı sarabiliyor.
İnsanlık, var olduğu günden beri aldatılmaya, kandırılmaya maruz kalmıştır. Ancak günümüzdeki gibi kirletilmiş, saptırılmış, zehirlenmiş bilgilerin alabildiğine yayıldığı ve insanların buna karşı savunmasız kaldığı ortamda her zamankinden daha dikkatli olmak zorundadır.
Tam da böyle bir noktada bizi dezenformasyona karşı 1400 yıl önce uyaran Rabbimizin şu muhteşem sözleri aklımıza düşüyor:
“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun aslını araştırın. Yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6)
Ne yazık ki günümüzde çok büyük dezenformasyonlarla, yalan haberlerle, çarpıtılmış bilgilerle, yönlendirilmiş analizlerle karşı karşıya kalıyoruz.
TV, gazete, internet vs, araçlarla varlığını sürdüren medya, dezenformasyonun bir numaralı kaynağıdır. Bu yolla her gün binlerce değişik konuda kasıtlı yayılan bilginin açık hedefiyiz.
Geçmişi üç-dört bin yıl önceye dayanan ve dezenformasyonun babası sayılan yalan haber, bilgi, analiz vs. günümüzde o kadar sıradanlaştı ki neredeyse haberciliğin bir türü olarak anılmaya başlandı.
Artık insanlık, doğru ya da yanlışın ne olduğunu anlamakta adeta bir çaresizlik yaşıyor.
Herkes inandığı kanalın yaydığı bütün bilgileri doğru sayarken rakip kanalın bilgilerine inanmıyor. Bu her iki kesim için de geçerli bir tavır oluyor.
“Doğru” ve “Yanlış” kavramları bir noktadan diğerine doğru uzanırken muhteva değiştirebiliyor.
Tarihte doğru başlayıp, yanlışa uzanan süreçler olduğu gibi; yanlış başlayıp, doğruya yönelen süreçler de vardır. Bu süreçlerde acı olan yanlışı doğru, doğruyu yanlış olarak algılayıp yaşayanların yaşadığı acıklı olaylar olmuştur.
Doğruyu yanlış, yanlışı doğru göstermek “Psikolojik savaş”uygulayan istihbarat örgütlerinin veya şer şebekelerinin her zaman başvurduğu yöntemlerden biri olmuştur. Bu yapılırken kullanılan malzemeler her zaman aldatma aracı olarak kullanılmıştır.
Psikolojik Savaş’ta adına “Doğrunun L Dönüşü” denilen bu taktik kullanılarak nice kitleler aldatılmış, kandırılmış ve inandıkları değerlerle ters alanlara sürüklenmişlerdir.
“Doğrunun L dönüşü” taktiği uygulanırken yanlış bir adamı kitlelere doğru olarak inandırmak için öncelikle halkın doğru olarak kabul ettiği mekânlarda doğruyu temsil eden bir alan oluşturulur. Takip eden kitlenin doğru olarak lanse ettiği bu odağa güveni sağlanır.
Artık doğru olana inanan kitle sormaz ve sorgulamaz.
Bu noktayı yakalayan psikolojik savaş uygulayıcıları, doğrunun peşine gittiğine inanan topluma bir “L dönüşü” yaptırırlar.
Kitle, inandığı için sorgulamaz. Daha sonra bir “L dönüşü” daha yaptırılır ve haliyle kitleler iki L dönüşü yaşadıkları için neticesi bir “U dönüşü” olmuştur. Fakat kitleler bunu yaparken nasıl bir aldatmanın içinde olduklarını anlayamazlar.
Bu duruma getirilmiş kitleleri yönlendirmek artık çok kolaydır ve dezenformasyon taktikleri bu noktada çok büyük tesir gösterir.
Dezenformasyon, psikolojik harekâtta en sık başvurulan araçtır ve doğası gereği çelişkilerle dans etmesi gereken bir sanattır.
Dezenformasyonu kullanan taraf; hedef kitlesinin algısı üzerindeki hakim bilgi, haber, analiz gibi malzemeler üzerinde çarptırmalar gerçekleştirmek istediği için her türlü yalana başvurur.
Dezenformasyon aracı olarak kullanılanlardan biri de adına “Gri propaganda” dediğimiz taktiktir.
“Gri Propaganda” psikolojik savaşın önemli unsurlarından birisidir ve istihbarat örgütleri tarafından çokça kullanılır.
Gri propagandada haberin, bilginin, analizin yayıldığı kaynak belli değildir ve doğruluğu kanıtlanamaz. Yalan veya iftira olduğu da şüphelidir ve ana malzemesi ‘rivayetler’dir.
Bugün ülkemizin kalkınmasını, uluslararası arenalarda yükselmesini istemeyen devletlerin istihbarat servisleri, her türlü şirretliği kullanarak hedeflerine varmak istemektedirler.
İstihbarat servislerinin gizli amaçları için en sık kullanılan alan ise TV, gazete, internet vs. araçlardır. Bu çerçevede belli bir merkezin ortaya attığı yalan haber, diğerleri vasıtasıyla hızla yayılarak kitleler yanlış yönlendirilmektedir.
İstihbarat servislerinin yaptıkları bu taktiklerle hem olayların arkasındaki gerçek isimler gizlenmiş oluyor hem dost olarak görülenler, halkın gözünde karalanmış oluyor hem de kendi istedikleri kişiler milletin gözünde kahraman pozisyonuna getiriliyor.
Bireyleri ve toplumları istedikleri doğrultuda yönlendirmek amacıyla, ortaya konan dezenformasyon örnekleri alabildiğine çoktur.
Bu hususta meşhur olmuş dezenformasyon ustalarından biri Hitler’in propaganda bakanı olan Goebbels‘tir.
Yaşanan şu örnek yalanın, dezenformasyonun, gri propagandanın insanlar üzerinde nasıl bir tesir bıraktığını gösterme bakımından çok çarpıcı bir örnektir:
Hitler‘in düşmanları, rejimi zayıflatmak için onun hasta olduğu söylentisini yayarlar.
Bunun üzerine Goebbels hemen harekete geçer ve kendi ajanları vasıtasıyla Hitler‘in çok hasta olduğu ve bir süre sonra da öldüğü dedikodusunu yayarak, bu söylentiyi güçlendirir.
İşte bundan sonra Goebbels‘in öldürücü darbesi gelir: Toplumu Hitler‘in öldüğüne inandırdıktan sonra, onu canlı yayınla radyodan da verilen bir büyük mitingde konuşturur ve böylece sadece bu yayılmak istenen yalan haberi değil, onu yayan karşıtlarının propaganda kaynaklarının inandırıcılığını da ortadan kaldırır.
CIA’nın başarılı bir dezenformasyon operasyonu “Yıldız Savaşları” projesidir.
Daha henüz ‘AR-GE’ aşamasında olduğu halde çok güçlü bir savunma ve uydular vasıtasıyla kurularak Rusya’da ateşlenecek kıtalararası füzeleri daha atmosfere girmeden vuracak “süper lazer silahı” olarak lanse edilen bu proje nedeniyle SSCB, bu konuda çok geride kaldığını düşünerek tüm silahlanma harcamalarını arttırmış ve bunun sonucunda kendisini ve ekonomisini çökertmiştir. Bu dezenformasyon oyununun sonunda Soğuk Savaş’ın bitimi hızlanmış hatta tamamlanmıştır.
Psikolojik harp; yazılı ve görsel basın, internet, sinema filmleri ve kitaplar gibi araçlarla uygulanır.
Örneğin; CIA’nın, KGB’nin, BND’nin, MI6’nın, MOSSAD’ın ve diğer istihbarat örgütlerinin birçok paravan yayınevi, film şirketi, radyo istasyonu ve TV kanalı mevcuttur. Hatta pek çok ülkede, başka ülkelerin gizli servislerinden maaş alan yazarların, gazetecilerin, aydınların varlığı biliniyor.
Bu bizim ülkemiz için de geçerlidir.
Ülkemizde de son zamanlarda bir çok dezenformasyon örnekleri yaşanmıştır.
Özellikle savunma sanayi alanında ülkemizin kalkınmasına çok büyük katkı sağlayan İHA ve SİHA gibi savaş araçlarını yaparak, dünyanın bile savaş stratejilerini değiştirmeyi başaran “Bayraktar” isimli firmaya savaş açmak, onu karalamak, iktidar olmaları halinde hesap soracağını söyleyerek tehdit etmek tam anlamıyla bir dezenformasyon örneğidir ve bunu yapanlar dolaylı veya dolaysız yabancı gizli servis elemanlarıdır.
Yine henüz hangi maksatla öldürüldüğü belli olmamasına ve olayı yapan faillerin yakalanmasına rağmen öldürülen Ülkü Ocakları eski başkanı Sinan Ateş cinayetinin MHP ve Ülkü Ocaklarına yıkılmaya çalışılması da belli gizli servislerin operasyonlarından başka bir şey değildir ve bu hususta çok ince dezenformasyon taktikleri uygulanmıştır.
Özellikle FETÖ yanlısı, kırmızı bültenle aranan militanların, sosyal medya üzerinden MHP ve Ülkü Ocakları yöneticilerini suçlayan açıklamalar ve bu tür açıklamaları ve bu tür yalan haberleri ülke içinde yayanlar, açık biçimde bir istihbarat örgütünün elemanlarıdır.
Ülkemizdeki bir muhalefet partisinin “Merkez bankasından 128 milyar kayıp. 128 milyar nerede?” şeklinde başlattığı propaganda da tam anlamıyla bir dezenformasyon örneğidir.
Merkez Bankası’nın bütün girdi ve çıktıları kayıtlıdır ve en ufak para hareketi, bu kayıtlarda görülür.
Bunun bilinmesine rağmen “128 milyar nerede?” denilerek propaganda yapılmasının tek amacı, iktidarı milletin nazarında zor duruma sokmaktır. Bu algının yalan olduğu bizzat yayan partinin eski bir vekili tarafından yalanlanmış ve zaten bunu yayanlar yargı önünde hesabını vermişlerdir. Ancak attıkları yalanın tesiri halen devam etmektedir ve saf kitleler, halen bu yalana inanmaktadırlar.
Aynı odak, bugünlerde de “Ben ölürsem 418 milyar doların hesabını sorun.” diyerek yeni bir algı operasyonuna imza atmıştır.
Yalan haber, aldatma seçim zamanlarında da politikacıların en sık başvurdukları yöntemlerdendir.
Normal zamanlarda yaşantı itibariyle İslam’a uzak olan bir belediye başkan adayının, seçim zamanı camiye girerek Kur’an okuması ve seçim sonrasında yine kaldığı yerden İslam’a uzak bir hayat yaşamaya devam etmesi, bu türden bir aldatma örneğidir.
Aynı kişinin şimdi yeniden bir seçim atmosferine girildiği bir dönemde içki masasından kalkıp, umreye gitmesi de tam anlamıyla bir aldatma örneğidir ve hedefi, saf kitleleri kandırarak oylarını almaktır. Çünkü aynı zat, seçim zamanı geçince Diyanet’in, Cuma hutbesinden gençlere ahlak dersi verilmesini kınayan açıklamalara imza atmıştır.
Ülkemizde bu türden yanıltma haber örnekleri geçmiş zamanlarda da çokça yapılmıştır.
Bir müftünün keçisinin çalınmasını “Müftü keçi çaldı!..” diye haber yapan medya organları, tam anlamıyla yalancılıkta zirve yapmıştır.
Yine 2005 yılında bir avukat, ‘Feomidyum’ adında hayali bir element uydurup, bir “powerpoint sunumu” hazırlayarak sanal ortamda paylaştı. Bu yalan haber o kadar hızlı yayıldı ki, zamanın SP İstanbul İl Başkanı iktidara geldiklerinde emperyalistler tarafından çıkarılması engellenen Türkiye’nin zengin Feomidyum rezervlerini çıkarmayı bile vaat etmişti.
Haberin yalan olduğunu bilenler, “Böyle bir element yok!” dedikçe, bu yalan habere inanan birçok insan, “Bu memleket sizin gibiler yüzünden bu hale geldi. Madenlerimizin çıkarılmasını niçin istemiyorsunuz?” diyerek “yalan” diyenleri kınadılar.
Yine geçtiğimiz yıllarda internette elden ele dolaşan hatta televizyon programlarında gösterilen bir fotoğraf var. Fotoğrafta masada davetliler ve merkezde de Gazi Mustafa Kemal yer alıyor. Fotoğrafın altında ise, “Yıl: 1928. Türkiye Cumhuriyeti henüz beş yaşında. Atatürk’ün masasında tam 32 kral ve 62 cumhurbaşkanı var. Ama bütün gözler Atatürk’ün üzerinde.” sözleri yazıyor.
Bu bilgilerin doğru olmadığını araştırmacı Avni Özgürel açıkladı ve “Fotoğraf Sovyet Devrimi’nin yıldönümünde Rus Elçiliği’nde çekildi. Masadakiler de davete katılan Rus diplomatlar.” demesine rağmen fotoğraf, sanal ortamda halen “Cumhuriyetin 5. Yılında çekildi…vs. vs.” diye lanse ediliyor.
Günümüzde algı operasyonu ya da dezenformasyon diye adlandırılan durumun bir örneği Sultan II. Abdülhamit hakkında yapılmaktadır.
Yapılan dezenformasyon haberlerle “Despot, baskıcı, Kızıl sultan” olarak lanse edilen II. Abdülhamit, 33 yıllık saltanatı boyunca sadece iki idam hükmünü imzalamış, hatta kendisine bombalı suikast düzenleyen Edvard Joris’i bile affetmiş birisidir.
Ermeni komitalarınca kullanılan Belçikalı anarşist Joris, idama mahkûm edildikten sonra Sultan tarafından affedilmiş ve daha sonra Ermeni komitaları aleyhinde çalışmak, onlar hakkında devlete malumat vermek üzere para mukabilinde hükümdarın hizmetine girmiş, 500 altın harcırah verilerek Avrupa’ya gönderilmiş ve hayli de hizmet etmiştir. Ancak bazı çevreler, hala “II. Abdülhamit’in istibdatçı” olduğu yalanına kanmakta ve siyasi rakiplerini yıpratmak için propagandalarına malzeme yapmaktadırlar.
Dezenformasyon, yalan haber, çarpıtılmış bilgi, yönlendirilmiş analiz ve kamuoyu araştırmalarının alabildiğine yaygın olduğu bir zaman diliminde, bilgileri doğrulamanın imkânları daha kısıtlı bulunuyor.
Bu açıdan yayınlanan/yayılan haberlerin, bilgilerin, analizlerin doğruluğunu araştırmadan inanmak insanları yanılgının kucağına itmekte ve birçok acı olayın yaşanmasına sebep olmaktadır.
Böyle bir aldatma ortamında inanan insanlara düşen en doğru rehber, yukarıda da mealini verdiğimiz, “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun aslını araştırın. Yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat, 6) ayetine uymak ve gelen haberleri, bilgileri araştırmaktır. Aksi halde yalanlara ortak olmak ihtimali yüksektir.
Makalemi, Malcolm X’in şu güzel tespitiyle bitirmek istiyorum:
“Eğer dikkatli olmazsanız, medya sizin mazlumlardan nefret etmenizi ve zulmedenleri sevmenizi sağlar!
.
Selim Çoraklı, dikGAZETE.com