Depremde Dinî Algının Toplumsal Boyutu
Bugünlerde gündeme gelen deprem meselesi, insanlarda tekrar bir paranoya oluşturdu. 6 Şubat tarihinde meydana gelen Kahramanmaraş merkezli deprem felaketi, birçok canımızı kaybetmemize neden oldu. Ancak bu denli toplumsal kriz anlarında dahi insanların birbirlerine kenetlenerek ortak bir noktada buluşması, kolektif bilincin boyutunu gözler önüne serdi.
Ülkenin pek çok bölgesinden gelen yardım kolileri ve destekler sosyal dayanışmanın gücünü gösterdi.
Diğer yandan felaketin boyutunu iliklerine kadar hissedenlerin enkazdan “Allah-u Ekber” nidalarıyla çıkarılmaları, insanların hafızasında dinî duyguların hâlâ dipdiri durduğunun en bariz kanıtlarından biri olarak karşımıza çıktı.
Burada ‘Tekbir’ getirilmesinin doğruluğu ya da yanlışlığı üzerinde herhangi bir yorum yapmak doğru olmayacaktır. Ancak gerçek olan şu ki; ülkenin sosyal kurumlarının ve işleyiş tarzının seküler bir çizgide şekillenmesine rağmen insanların dinî algılarının silikleşmemesi, dinin toplumdaki etki gücünün göstergesidir.
Dolayısıyla dinin bu noktada toplumsal hayata hangi biçimde tezahür ettiğini ve insanlar arasında nasıl ortak bir dil oluşturduğunu bir kez daha görmüş olduk.
Diğer yandan, medyada yer alan haberlere bakıldığında enkazdan kurtarılan çocukların hayatta olduğunu gören vatandaşlar, kurtarılanların “melekler tarafından korunduklarını” belirttiler.
Bu tarz örnekler fazlasıyla çoğaltılabilir.
Bu bağlamda bireylerin bilinçlerindeki “koruyucu melek” prototipi, dinî algının mutlak bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dolayısıyla tarihsel süreç içerisinde sosyolojik bir olgu olarak yer alan dinin etki alanını görmezden gelmek mümkün değildir.
Zira Türk toplumunun büyük bir çoğunluğunun muhafazakâr kesimden oluşması, bu coğrafyanın dinî değerlerden bağımsız olmasını engellemektedir. Ancak dinî değerler söz konusu olduğunda ilgili ya da ilgisiz birçok kişinin bu alanda yorum yapması, zannımca gereksizdir.
Çünkü dinin toplumsal mahiyetini yeterince kavrayamayan ve mantıksal bağlamını yeterince keşfedememiş kişilerin, doğru bir şekilde analiz yapabilmesi mümkün değildir.
Bu açıdan, depremzedelerin tekbirlerle kurtarılmasının doğruluğu ya da yanlışlığı, alanın uzmanlarınca tartışılmalıdır. Ancak her kesimden birilerinin, bu konuda gerekli ya da gereksiz yorum yapmaları, toplumsal açıdan bazı gerçekleri perdelemektedir.
Dolayısıyla depremin yıkımlarını konuştuğumuz şu günlerde, toplumsal açıdan insanları bir araya getiren parametreleri de gözler önüne sermek sosyologların işidir.
Bu bağlamda depremin olası sonuçlarının hem bireysel hem de toplumsal açıdan pek çok değişime kapı araladığını söylemek mümkündür.
Zira ülke genelinde uygulanan yardım seferberliği, dayanışmanın toplumsal boyutunun bir örneğidir.
Bu noktada tıpkı Marshall’ın belirttiği gibi; dayanışma, bir direniş aracı olarak toplumsal bütünleşmenin temel dinamiklerinden biridir.
Bu yönüyle din, toplumda sosyal bir kontrol aracı olarak işlev görmektedir.
İnsanlar arasında bir takım ruhu oluşturan din olgusu, bireylerde sabır, şükür, tevekkül gibi nosyonların gelişmesinde temel etken olarak işlev görmektedir.
Nitekim deprem gerçeğinin bu tarz kavramlarla bireylerde bir teselli aracı oluşturduğunu söylemek mümkündür.
Bu kertede Durkheim’ın da belirttiği gibi; din, tarih boyunca anomiye karşı en güçlü kalkanlardan biri olarak işlev görmüştür.
.
Hande Ustamahmut, dikGAZETE.com