Bilindiği gibi yazılarımızda daha mutlu, daha faydalı ve tatmin edici bir hayat için, farklı bakmanın, farklı görmenin ve yenilikçi düşünmenin önemine değinmekteyiz. Bu yüzden yazımızın başlığı sizi yanıltmasın.
Konumuz Klasik Türk Müziği ve Dede Efendi değil. Fakat bu yazıyı yazma sebebimizin; “Ey but-i Nev Eda” ve “Yine Bir Gülnihal Aldı Bu Gönlümü” gibi daha bir çok muhteşem esere imza atmış bu dahi bestekar için yine bir başka deha; Tarih Profesörü rahmetli Halil İnalcık’ın şu sözü ile bir alakası olduğunu söyleyebiliriz:
-‘Bir kongrede ‘Türk tarihini ve Türk kültürünü anlamak için bir ölçüm var’ dedim.
Nedir o? dediler. ‘Dede Efendi’yi hiç dinlediniz mi? Zevk alır mısınız? dedim.
Unutulmaya yüz tutmuş, günümüzde fazla rağbet görmeyen, modern insanının bilgi dağarcığında yer bulamayan bazı değerleri ve bilgileri gündeme getirmek de bizim için önemli bir konu. Prof. İnalcık’ın yukarıdaki sözünden bu konu için istifade etmek istedik.
İnsanın teknoloji ile imtihanında onu zor durumda bırakan konulardan en önemlisi bilgi kirliliği olsa gerek. Hatta cahillik virüsünün yeni versiyonu, ‘çok şey bilmek’ oldu desek abartmış olmayız. Çünkü bu “çok şey”in içinde insanın aslını ve aklını muhafaza edecek bilgiler ve değerler eksik maalesef.
Bazen de bildiğini sandığı şeylerin hiç de bildiği gibi olmadığını öğreniyor insan.
Tabii ki bunu da her bilgiyi hemen doğru kabul etmeyen, araştıran, merak duygusunu kaybetmemiş ve hayret edebilen insanlar başarabiliyor.
Tam da bu noktada, İnalcık’ın sorusunu bir an için “Mehmet Ali Sanlıkol’u hiç dinlediniz mi?” olarak değiştiriyoruz.
Çünkü haddim olmayarak “günümüzün Dede Efendisi” diyebileceğim Mehmet Ali Sanlıkol’un hikayesi, zamanımızın gençleri tarafından bilinmeyi fazlası ile hak ediyor.
-Mehmet Ali Sanlıkol
Mehmet Ali Sanlıkol da bir çoğumuz gibi uzun bir dönem çok şey bildiğini sanarak yaşıyor.
Böyle sanmakta da çok haklı.
Üzerine titreyen, yurt dışında eğitim görmüş müzik öğretmeni piyanist bir anne ve alanında başarılı tıp doktoru bir baba tarafından daha çok batı kaynaklı bir kültürle besleniyor.
Türk, İslam ve Osmanlı kültüründen uzak bir atmosferde yeşeriyor dalları.
İlk piyano derslerini İngiltere'de The Royal School of Music Academy'de eğitim görmüş olan annesinden alıyor. Daha beş yaşında piyano konseri verebilecek düzeye geliyor. İlk, orta ve liseyi Bursa’da okuyor. Orta okulda rock müziğine, lisede caz müziğine yöneliyor.
ABD'nin Boston kentindeki Berklee Müzik Koleji'ne kabul edilişinin ardından kolejin ilk yılında, üç bin aday arasından özel sınıfa seçilmesi ile birlikte çok önemli festival ve etkinliklerde konserler ve resitaller veriyor.
15 yaşından beri bulunduğu ABD’de 2000 yılında 26 yaşında iken Boston New England Konservatuarı'nda master çalışmasını tamamlıyor.
Orada müzik çalışmaları yaptığı arkadaşları ile bilgisayar oyununu oynadıkları ve eğlendikleri bir akşam, arkadaşlarından birisi şaka olsun, muziplik olsun diye internetten mehter marşı çalmaya başlıyor. Genç Osman ve Estergon Kalesi marşları bir çok kez çalınıyor.
İşte Mehmet Ali Sanlıkol’un asıl hikayesi burada başlıyor.
Duyduğu müzik, onu tam anlamı ile çarpıyor.
Bestesindeki notaların karmaşıklığı dikkatini çekiyor.
“Böyle bir beste nasıl yapılabilir, bunu kim besteleyebilir” diye sorguluyor ve şimdiye kadar duyduğu hiçbir ritme ve ezgiye benzetemiyor.
Çok sıra dışı ve orijinal buluyor. Derin bir hayranlık hissi oluşuyor kalbinde.
Osmanlı-Türk müziğini öğrenmeye karar veriyor.
Doktorası için gereken üçüncü dili Osmanlıca olarak seçiyor. Mevcut konumunu ve imkanlarını bir kenara bırakarak 10 yıl boyunca kendisini bu yeni amacına adıyor.
Tasavvuf müziği ve azınlıkların müzikleri de dahil Osmanlı’da yer alan tüm müzik dallarını araştırmakla kalmıyor, ney üflüyor, ud çalıyor ve bu müziklerde kullanılan enstrümanların çoğunu kullanmayı da başarıyor.
Bununla da yetinmiyor mimari eserler başta olmak üzere tamamını gezerek ülkemizdeki tüm Osmanlı eserlerini inceliyor, araştırıyor.
Osmanlı-Türk kültüründeki zenginlik, müzikte, mimaride, bilim ve sanatta ulaşılan seviye, onu her seferinde hayrete ve hayranlığa sevk ediyor.
Bir anısında; Amasya’da Beyazıt Külliyesi’ni gezerken giriş kapısının iç yüzeyinde ve üst kısımda özellikle bakılmadan fark edilmeyen üç boyutlu dev baykuş figürünün İstanbul’daki eserler başta olmak üzere Mimar Sinan‘ın bütün eserlerinde olduğunu öğrendiğinde yaşadığı şaşkınlığı anlatıyor.
Çünkü bunu bilmek zorunda olmayan bir görevlinin uyarısı üzerine keşfettiği bu durumdan asıl bilgisi olması gereken ilgililerin bihaber olması da şaşırtıyor onu.
Çocukluğunda büyüdüğü evde ve çevresinde, tarihimizdeki bu muhteşem zenginlikten neden istifade edilmediğini sorgulamaya başlıyor ve bu açığı bir nebze de olsa kapatmak amacı ile bir vakıf kuruyor.
10 yıl sonunda elde ettiği birikimle yaptığı, içinde tasavvufi öğeler ihtiva eden bestesi “VECD” ile 2014 yılında katıldığı “GRAMMY” müzik ödüllerinde beste dalında finale kalan 5 besteciden biri oluyor ve bu başarıya ulaşan ilk ve tek Türk bestecisi unvanını kazanıyor.
Hepimizin, özellikle tahsil hayatı devam eden gençlerimizin, tarihimizden ve kültürümüzden beslenmek konusunda örnek alması gereken bu güzel hikayenin kahramanı Prof. Mehmet Ali Sanlıkol şöyle özetliyor hikayesini:
“ABD de keşfettiğim Türk Müziği ile kendi kimliğimi, sesimi buldum.”
Ben soruyu yinelemek istiyorum: “Dede Efendi’yi hiç dinlediniz mi?”
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com
Emine Akkaya 4 yıl önce
Feridun 4 yıl önce
Nazan 4 yıl önce
Ozgur Arabacı 4 yıl önce
Özkan 4 yıl önce
Burhan doğruyol 4 yıl önce
Özgür 4 yıl önce
Rahmi 4 yıl önce
Sevgi 4 yıl önce
Fatih TUNCA 4 yıl önce
Mehmet Zeki AKTAŞ 4 yıl önce
Sinan 4 yıl önce
Yıldıray Yıldız 4 yıl önce
Ecenur 4 yıl önce
FİKRET GÜNEŞ 4 yıl önce
Gökhan İn 4 yıl önce
Cumhur Karasu 4 yıl önce
Selma Köroğlu 4 yıl önce
Selda erkan 4 yıl önce
Nurullah 4 yıl önce
Nuh 4 yıl önce
Nigar Özel 4 yıl önce
Özlem KALAY 4 yıl önce
Mesut isen 4 yıl önce