ÇİLE’DE İNSANİ SIRLAR
(NFK’yı rahmetle anıyorum.)
İnsanlık kendinden kaçtığı, düşünce ve duygularına yabancı kaldığı, ayrı bir ifade tarzı içerisinde kendisine taalluk eden enfüsî ve afakî meselelerde kendini tanımayıp, kalbinde zuhur edenden habersiz yaşadığı müddetçe insanlık sırrını yakalayamamıştır. Bütün bu zorlukları aşıp sırrı yakalayanlar, sırrın yolunu açmada insanlığa lider olmuş, arkalarından gelenlere de, “Bu İslam’ın aydınlık yoludur.” dedirtip, kafileyi “Benlik” esaretinden kurtaranlardır.
Sadece kurtarmakla da kalmayıp, “Öyle bir devrim ki hakikatte pireyim.” (Çile, Dev, s. 85) vasfına büründürerek onu “Biz” olmanın sınırına getirmişlerdir.
Bu sırlı insani şifreyi yakalayıp insanlığın hizmetine sunmaya çalışanlardan biri de, kendini sonsuzluk kervanı arkasında sadık bir bende sayan ve ömrünün sonuna kadar o kapıdan ayrılmayan Necip Fazıl’dır. Sonsuzluk kervanı önderine (sav),
“Müjdecim, kurtarıcım, efendim, peygamberim,
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim.” (Çile, Ölçü, s. 65) ölçüleri içerisinde sımsıkı bağlı kalan Necip Fazıl, “Rahmet Rüzgarı etek” (Çile, Peygamber, s. 52) diye adlandırdığı Resulullah’ı, hayatın yaratılış sebebi olarak tanımış, öyle sevmiş ve arkasında bel bağlamasını bilmiş bir düşünce ve tefekkür insanıdır.
NFK, gaye insan Resulullah’ı, “Varlığın tacı, varlık nurunun ta kendisi” (Çile, O. s. 66) olarak kabul eder. İnsanı değerlendirirken tevhidi bir çizgiyi esas alır. İman noktasındaki bu çizgide “Mabut-Mahluk” ilişkisini ifade ederken de,
“Seni aramam için beni uzağa attın,
Âlemi benim, beni Kendin için yarattın.” (Çile, Allah ve İnsan, s. 37) demiş ve varlığın gerçek sırrını ortaya koymuştur.
İnsanın, gerçek insanlığı fani olan hayvanı cesedinde değil ebediyete müştak olan ruhunda araması gerekir. Necip Fazıl, bu arayışın sadece saf akılla mümkün olamayacağını, hakikate ancak vahyin diriltici tayflarıyla ışıklanan akılla (Selim akıl) varılacağını:
“Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var,
Akıl için son tavır saçlarını yolmak var.” (Çile, Anlamak, s. 460) mısralarıyla dile getirir.
Vahyin diriltici tayfları altında hakikate çıkmanın gerçek marifete ulaşma olduğunun şuurunda olan Necip Fazıl, bunu beyan ederken ifadeye o kadar berraklık kazandırır ki, insan hayrette kalır ve şöyle der:
“Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış.
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.” (Çile, Sanat, s. 34)
Bu ufku yakalayan insanın dilinde;
“Kaçır beni ahenk, al beni birlik.
Artık barınamam gölge varlıkta
Ver cüceye onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta.” (Çile, s. 15) mısraları, virdi zeban haline gelir.
Zaten insan için hakikati bulmanın en tutarlı yolu İman-ı billah ufkuna çıktıktan sonra, oradan esere inip, eşyayı ma’nây-ı harfiyle didik didik etmek ve onun manasını anlayarak idrak ufkuna çıkmaktır.
İkinci yol olan eserden müessire çıkma yolu, çokluğa taalluku münasebetiyle zordur. Bu yolda herkesin yürümesi mümkün olmaz. Bu olmaz, insanın farklı anlayışa sahip olmasından kaynaklanmaktadır.
Necip Fazıl bunu ifade ederken,
“Allah’a hakikatten yola çıkmak meşakkat,
Allah’tan yola çıkıp varılan şey hakikattir.” der. (Çile, Hakikat, s. 288)
Bu varışta bütün karanlık yolları nuruyla aydınlatan Resulullah’ın (sav) etrafında dönmek, mest ve sermest olmak gerçek gayedir.
Eşyanın çokluğu içinde boğulmaya yüz tutan kalbimize elini uzatıp, hayat iksiri aşılayan Resulullah’tır.
“Oluş sırrı o nurdan heykelin eteğinde.
Ve ölümsüzlük balı şeriat peteğinde.” (Çile, Petek, s. 374) mısralarıyla anlatılan eteğine yapışılacak tek halaskar Resulullah’tır.
İnsan, sınırları itibariyle her zaman münakaşası yapılsa bile o üzerinde taşıdığı latifeler ile hadde ve hesaba gelmez bir keyfiyettedir.
Gerçek manada bu latifeleri, hakikat yönüne sevk edip “İnsan-ı Kâmil” olma meyli de bu latifelerden biridir. Bunun idrak ufkunu yakalayan insan “Mabut-Mahlûk” ölçüleri içerisinde vazifesine yönelmeli ve yaradılış manasına uygun hareket etmesini bilmelidir. Aksi halde kendisine gösterilen hedefe ulaşması mümkün olmaz.
Dünyaya gönderiliş gayesini kavrayan insan, bunu idrak ettikten sonra kazanacağı ruh inşirahı ile “ölmeden ölme” sırrını da kolayca yakalayabilir. Bu ufukta gözünde nisyan (unutma) perdesine bürünen dünya, vasatlıktan öte bir kıymet ifade etmez. Üveyk gibi kanatlanıp, bu bezme ulaşanlardır ki; ‘insanlardan bir insan olma’ sıfatıyla anılırlar.
Necip Fazıl, bu gerçek erleri;
“İnsandan murat onlar. Ölümü öldürenler.
Ötenin ötesinde gerçek hayat sürenler.” (Çile, Onlar, s. 319) şeklinde tasvir eder.
Ümit, insan için bahusus inanmış insan için yarlığa ereceği bir seyirdir. İnanan insan ümitlidir ve bu ümidini hangi zaman ve zeminde olursa olsun muhafaza eder.
Necip Fazıl da; mekânı zindan olsa dahi insana çıkış yolu gösterebilecek kadar ümit insanıdır ve oradan da insanlığa ümit mesajları gönderir:
“Mehmed’im sevinin başlar yüksekte,
Ölsek de sevinin, eve dönsek de,
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte.
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir.
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.” (Çile, Zindandan M. Mektup, s. 352)
Ümit, insanın kendi ruhunu keşfetmesi ve ondaki iktidarı sezmesinden ibarettir. Bu sezişle insan Kudret-i Sonsuzla münasebete geçer ve onunla her şeye yetebilecek bir güç ve kuvvete ulaşır ve mısralar dilinden şöyle dökülür:
”Surda bir gedik açtık mukaddes, mi mukaddes
Ey kahbe rüzgâr artık ne yandan esersen es.” (Çile, Surda bir Gedik, s. 366)
Bu ufku yakalayan insan, inanç ve ümit meşcereliğinde boy atıp gelişir. Ama bu gelişme, daima sabırlı bir bekleyiş, bitmeyen bir azim ve direniş ve hedefe doğru adım adım sağlam gidişle mümkündür. Bu gidişteki tedricilik prensibinin sırlarını anlamayıp, kederlenenler de mısralarla dersini alır:
“Gam çekme böyle gitmez bu devran,
Elbette sonuncu durağa gelir.” (Çile, Gelir, s. 338)
Ne kadar manidar ve çarpıcı bir derstir bu…
Hayat, bir bakıma baştanbaşa çalışma, gayret ve insan olma mücadelesidir.
Her türlü muvaffakiyetin ilk şartı da iman ve mücadele gücüne kavuşmak demektir. Bu çalışma da sebeplere yapışma ve neticeyi tamamıyla Yaradan’dan bekleme de en güzel yoldur.
Necip Fazıl bunu izah ederken;
“Tohum saç bitmezse toprak utansın.
Hedefe varmayan mızrak utansın.
Hey gidi küheylan koşmana bak sen.
Çatlarsan doğuran kısrak utansın.” (Çile, Utansın, s. 343) diyerek, insanın vazifesini yapıp, başkalarının vazifelerine karışmamak gerektiğini de bizlere bildirir.
Necip Fazıl, insanı çok geniş bir çerçevede değerlendirmekle birlikle, insana yol göstermeye çalışırken bütün dikkatleri bir noktaya toplamış ve insanlığı nurdan bir ize davet etmiştir. O izde öyle bir teslimiyet vardır ki; bu teslimiyet mısralarda,
“Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür,
Sana çöl gelen O, göl diyorsa göldür.” (Çile, O Diyorsa, s. 63) şeklinde tecelli eder. Tecellilerin teslimiyet noktasında bir hayat geçiren insan neticede:
“O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner.
Azrail’e hoş geldin diyebilmekte hüner.” (Çile, Hüner, s. 118) der.
Bu manada hakikati gösteren mısralar uzar gider.
NFK, Çile isimli şaheserinde değişik boyutlarda anlatılan insanın ufkunda sondaki nasibini de almadan edemez. Gerçek hayata âşık insanın diyebileceği son söz şöyle mısralara dökülür:
“Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam.
Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam.” (Çile, Vasiyet, s. 71)
Bu nokta, insanın sadece günah ve sevaplarıyla baş başa kalacağı bir andır. Artık ne dünya ne mevcut mal ve para insanı kurtaracak şeyler değildir. Her kapıda ağlayıp o kapıda gülmek, insan için ne büyük bir saadettir. Bu saadeti yakalayacak tek yolun da,
“Ey insan sana son sığınak,
Son peygamber hırkasında.” (Son Sığmak, s. 430) olduğunu Necip Fazıl’ın mısralarında görmekteyiz.
Herkesin korkup, ürperdiği ölüm ise Necip Fazıl’ın mısralarında itibari bir hüviyete bürünür. Çünkü ölüm, mekân değiştirmedir, önceden ahirete giden yüzde doksan dokuz ahbaba kavuşmadır ve vazife külfetinden bir terhistir. “Ölüm, imanla öldürülmüştür.” sırrınca Rabbe kavuşmanın diğer adıdır:
“Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber.
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber.” (Çile, Güzel Şey, s. 121)
Perdelerin perdesi arkasındaki gayeye ulaşmaya çalışan insanın ellerini açarak dua etmekten başka şeyi kalmamıştır ve o da ellerini açarak Rabbinin büyüklüğü karşısında aczini izhar eder:
“Yetişir boğuştuğum gece ve gündüz ecelle.
Allah Rahim ve Rahman, Allah Azze ve Celle.” (Çile, Ecel, s. 462)
.
Selim Çoraklı, dikGAZETE.com