ÇEŞİT ÇEŞİT ÜLKÜCÜLER!
Netameli bir konu olduğu için uzun zamandır böyle bir yazı yazmayı erteliyordum. Ancak yaşanan bazı olaylar daha fazla gecikmeden bu husustaki düşüncelerimi dostlarımla paylaşmak istedim.
Benim de gençliğimi içinde geçirdiğim, uğruna yıllarca hapis yattığım, kurşun ve bomba yediğim ve hala da mensubu olmaktan gurur duyduğum Ülkücü gençlik hareketi bu ülkeye faydalı olan on binlerce insan yetiştirdi. MHP ismiyle partileşerek ülke yönetiminde söz sahibi oldular. Sivil hayatın değişik kademeleri ile birlikte devletin çeşitli kurumlarında görev aldılar. Bu süreçte vatanları ve milletleri için fedakârlığın en büyük örneklerini sergilediler. Kimileri bu hususta canlarını bile feda ederek şehitlik mertebesine erişirken, kimileri de yaralanarak gazi unvanına sahip oldular. Şehit ve gazi olmayanlar da vatanperverlik adına üzerlerine ne vazife düşüyorsa en üst düzeyde yerine getirdiler. Bu hususta yapılan fedakârlıklar tarihe altın harflerle yazılsa hakkı ödenmemiş olur.
Ülkücüler kendileri için mukaddes olarak kabul ettikleri bu vazifeyi yerine getirirken herhangi bir karşılık da beklemediler.
Başbuğ Alpaslan Türkeş’in başlattığı bu fikir hareketinin gayesini, “Türk Milliyetçiliği ülküsünü gerçekleştirmek, Milli devlet ülküsüne inanmak ve bu uğurda mücadele vermek, Türk milletini en kısa yol ve zamanda, muasır medeniyetin üzerine çıkarmak, ilimde, teknikte, medeniyette yeryüzünün en kuvvetli varlığı haline getirmek, bütün dünyadaki Türklerin tutsaklıktan kurtulup hür ve bağımsız olmasını sağlamak hedefi” şeklinde özetlemek mümkündür.
Bunun için ortaya çıkan Ülkücüler her zaman ve zeminde, Türk-İslam inanç, kültür, medeniyet ve ülküsüne bağlı, Türklüğü bedeni, İslamiyet’i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğü, İslam dünyası ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmuşlardır.
Ancak zamanın geçmesi ve yaşanan bazı sosyal ve siyasi olaylar bu fedakâr ve vefalı insanların değişik zeminlere, partilere veya fikir platformlarına savrulmasına sebep olmuştur. Bu savrulmaların sebep ve sonuçlarını araştırmak, çözüm yolları bulmak bu hakarete inanan herkesin boynunun borcudur.
İşin ilginç yanı da burada başlamaktadır.
Bütün savrulmalara ve gittiği yerin rengini almasına rağmen bu insanların kendilerini tarif etmede “Ülkücüyüm” kavramından vazgeçmediklerini gözlemliyoruz.
Ülkücü hareketin banisi Başbuğ Alpaslan Türkeş’in geçmiş dönemlerde hareketin ana merkezi olan MHP’den ayrılanlar için söyledikleri hala kulaklarda iken bu kişilerin “Ülkücüyüm” demesi tam anlamıyla bir paradoks oluşturmaktadır.
Bakın Başbuğ Türkeş, o günlerde çizdiği yoldan ayrılanlar için birebir şunları söylemiş:
“Türk milletini kalkındıracak olan tek siyasi hareket Milliyetçi Hareket Partisidir, Ülkücülerdir. Efendim , ‘Ben de Ülkücüyüm, ülkücülük kimsenin tek elinde değil, ama ben ANAP’lıyım, Anavatandayım.’, ‘Efendim, ben de Ülkücüyüm, ülkücülük kimsenin tek elinde değil, ama ben Doğru Yolcuyum, doğru yoldayım.’, ‘Efendim, ben de Ülkücüyüm, ülkücülük kimsenin tek elinde değil, Büyük Birlik Partisindenim. Ben de ülkücüyüm.’, ‘Efendim Refah partiliyim.’
Halt etmişiniz hepiniz. Ülkücü MHP ’de olur. MHP’de bulunmayan ülkücü değildir. Gittiği yerin damgasını yer. Oradaki genel başkanın görüşüne göre yaşar, oradaki genel başkanın görüşüne göre hareket eder. Onun ülkücülüğü kalmamıştır. Bunu böyle bilmeliyiz. BBP bir ihanet hareketidir. Ülkücü davayı arkadan hançerleyen bir ihanet hareketidir. Ülkücülüğü ben kurdum. Ülkücülük davasının kitabını ben yazdım. Ülkücülüğü kuran adam benim. Kitabını yazan adam benim. Ülkücü burada olur, MHP de olur. Ülkücülüğü kuran, ülkücülüğün babası olan adamın emrinde yanında çalışır.
Sen bana ihanet edeceksin, yalan dolanla gideceksin. Başka yere parayla satılacaksın. Sonra ülkücülük memlekette prim yaptığı için ondanda vazgeçemeyeceksin. ‘Efendim ben de ülkücüyüm, ülkücülük kimsenin tek elinde değil.’ Bunlar boş laflar. Evet, Ülkücülük MHP’nin tekelindedir. Ülkücü olan burada olur. Ona göre hareket edeceğiz.
Avrupa’da da ihanete uğradık. Orada da buradaki haline, buradaki davranışına aldanarak sadakatle hizmet edecektir diye getirip oraya görevlendirdiğim insanların ihanetine uğradık. Bunlardan biri Serdar Çelebi! Orda nitekim bölücülüğe sebep oldu. İşte ayrı dernekleri var. Oradaki işçilerimizi kandırdılar sürüklediler. Bunun gibi hareketlerle karşılaştık. Ama davamız sağlam. Davamız kutsal bir dava. Ve kendimiz ihlaslı insanlarız. Onun için içerden dışarıdan yaptıkları bütün hücumlara çevirdikleri bütün fitnelere rağmen dimdik ayaktayız çok şükür!”
Şimdi Başbuğ tarafından yapılan bu açıklama ortada dururken değişik partilere gidenlerin kendilerini “Ülkücü” olarak vasıflandırmaları ne kadar doğru olur?
Burada bir ikilem doğmaktadır ve bu durumda ister istemez şu soruyu sormak durumunda kalıyoruz:
“Başbuğ Türkeş bu fikrinden daha sonraları vazgeçmiş midir?”
Başbuğ’un bu açıklamasından vazgeçtiğine dair ben şimdiye kadar bir açıklama görmedim. Gören ve duyan varsa paylaşırsa sevinirim.
Yine ister istemez şu soruyu da sormak zorundayız:
“Bu gerçek ortada iken birinin çıkıp, değişik gerekçelerle MHP’yi terk edip, başka partilere gidip orada ‘Ülkücü’ sıfatını kullanması ne kadar ahlaki olur?”
Bugün MHP dışında kendini bu türden “Ülkücü” olarak vasıflandıranların bulunduğu onlarca parti var. BBP, İyi Parti, Zafer Partisi, Milli Yol Partisi, AK Parti, Doğru Yol Partisi ve ismini sayamadığım birçok partide bu türden “Ülkücüye” rastlıyoruz.
Bir de MHP’den ayrılıp partisiz olanlar var.
Son dönemlerde “CHP’li Ülkücüler” bile türedi. Hatta öncü şehitlerimizden Dursun Önkuzu’nun katilleri arasında olduğu söylenen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun arkasında yer alarak “Bozkurt Kemal” diye slogan atanlara bile şahit olduk.
Gençliği “Devrimci Lise” marşlarıyla geçen İBB Başkanı İmamoğlu’nu “Ülkücü” sayanlar çıktı.
Yani yaşananlara bakarak hülasa etmek gerekirse o kadar çok ülkücü tipi ve tarifi ortaya çıktı ki inanın artık sayamıyoruz.
“Ülkücü” sayısı ve gittiği yer çoğalınca tarifte de ister istemez farklılıklar ortaya çıkmış.
“Ülkücülük MHP’de olur.” diyen de var, “Ülkücülüğün partisi olmaz, ülkücü ülkücüdür.” diyen de.
Kendini “Eski ülkücü” olarak tarif eden de var, “Ülkücünün eskisi olmaz.” diyen de.
Laik ülkücü de var, laikliği reddeden ve İslam dinini tek ölçü kabul eden ülkücü de!
Devletçi ülkücü de var, “devlet milletin hizmetinde olur” diyen de.
Atatürk’ü Başbuğ sayan da var, reddeden de.
Atsız’ı kutsayan ülkücüler de var, Atsız’ı din dışı bulan ülkücüler de var.
ABD ve NATO yanlısı olan ülkücüler de var, bunları düşman gören de.
Bugün BBP ile Zafer Partisi’nin ülkücülük anlayışının aynı olmadığı, liderlerinin birbirlerine söylediklerinden ortaya çıkıyor.
Milli Yol Partisi ile İYİ Parti’nin ülkücülük anlayışı da bir değil.
CHP’li ülkücü de var, Doğru Yolcu ülkücü de.
Bugün hangi ülkücü fikri savunduğunu iddia eden partilerin internet sitesini açsak veya kendini ülkücü sayanların önde gelenlerinden biriyle konuşsak “Ülkücü” ve “Ülkücülük” üzerine birçok tarifle karşılaşmamız mümkün. Bunun için “Ülkücülük” kavramının tarifinde bir birlik sağlamanın zorluğu ile karşılaşıyoruz.
Bugün İslam’dan soyutlanmış bir Türkçülük anlayışı kendini tarif eden ülkücüler ile Kur’an ve sünnetten başka ölçü tanımayan bir ülkücü anlayışı arasında yüzlerce Ülkücülük tarifi ve tipiyle karşılaşıyoruz.
Bir zamanlar espri olsun diye başlayarak, “MHP ve Ülkü Ocakları dışında acaba kaç çeşit ülkücü var?” araştırmasına girdiğimde adeta şoke olmuştum. Tespit edebildiğim kadarıyla karşıma tam 26 çeşit ülkücü tipi çıkmıştı.
Atatürkçü Ülkücüler / Türkçü Ülkücüler / Çek Senet Ülkücüleri / Türk İslam Ülkücüleri / İslamcı Ülkücüler / Irkçı Ülkücüler / Ulusalcı Ülkücüler / Türkeş’çi Ülkücüler / LGBT’li Ülkücüler. / Mafya Babası Ülkücüler / Hilafetçi Ülkücüler / Tarikatçı, Menzilci Ülkücüler / BBP’li Ülkücüler / Fetullahçı Ülkücüler / Kızılelma Ülkücüleri / Laik Ülkücüler / Ak Ülkücüler / Demokrat Ülkücüler / İP’li Ülkücüler / Milli Yolcu Ülkücüler / Zafer Partili Ülkücüler / CHP’li Ülkücüler / Yavuzcu Ülkücüler.
Bir de genel olarak bazı tip ülkücüler türedi.
Bunların başında şekilci, gösterişçi ülkücüler gelmektedir. Her şeyi gösteriş için yapan şekilciler, nerede bir ülkücü cenaze, düğün, toplantı vs. varsa kendini ön plana çıkarmak için elinden geleni yaparlar. Bunların resim çektirip yayınlamak en belirgin özellikleridir.
Bir de slogancı ülkücüler vardır. Derinlemesine ne davaları hakkında bir kitap okumuştur, ne de belli bir fikri yapıya sahiptirler. Ama iş slogan atmaya gelince herkesten gür şekilde ezberlediği sloganları haykırırlar. Bu tipler, bulundukları partilerin yönetimlerinde yer almak uğruna en yakın arkadaşlarını bir gecede satmak gibi eylemlere de bayılırlar.
Bir de koltuk delisi ülkücü tipler vardı. Bunların koltuk için satmayacakları değer yoktur. Bu tipler, son derece uyanıktırlar. Bütün bilgilerini ve birikimlerini kendi hedeflerine ulaşmak uğruna bir basamak olarak kullanırlar, hasbi değil hesabidirler. Hedefe varmak için her yolu meşru görürler.
Bu tipler için 1999 yılında “Bre Koltuk Sen Neymişsin?” diye 36 beyitlik bir hiciv yazmıştım.
Dinsizi dindar eyledin.
Donsuzlara don peyledin.
Ya şu ülkücüyü(!!!) neyledin?
Bre koltuk sen neymişsin.
Yanına yaklaşan kişi.
Kazık atmak oldu işi.
Yok etti kardeş kardeşi.
Bre koltuk sen neymişsin.
Bir de kadın ve para düşkünü ülkücüler (!..) var. Bunlar da bulundukları her zaman ve zeminde kadın ve para elde etmek için satmayacakları hiçbir değer taşımazlar. Bu tipler, özellikle ticari çevrelerini genişletmek için ülkücülük maskesini kullanırlar.
Bunlar için ülkücülük peçete gibi bir şeydir, kullanılır ve çöpe atılır. Parayı elde ettiler mi ilk işleri garibanlık dönemlerinde aldıkları kadınlarını değiştirmek olur ve bundan sonra artık kimseyi tanımazlar.
Bir de mafya babası ülkücüler vardır. Bunlar her türlü mafyatik işleri için ülkücülüğü maske olarak kullanırlar. Bu tipler kamuoyunda “Ülkücü mafya babaları” söylemlerinin yayılmasına sebep olmuşlardır.
Hareketin banisi Türkeş bir konuşmasında yapıdaki bir hastalığa işaret ederek şöyle demişti:
“Bizde Bizans’tan geçme bir hastalık vardır. Gevşeklik, laubalilik, dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik, birbirini beğenmemek, sır saklayamamak, rastgele laf söylemek… Bu hastalığı tedavi etmeniz lâzımdır. Bu hastalığı tedavi edemezseniz, kendinize yol seçiniz. Milliyetçi Hareket’te bir saniye daha fazla kalmayınız. Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz, her şeyden önce yüksek vasıflı TÜRK olmaya mecbursunuz. Türk Milleti’ni batıran, Bizans’ı batıran, Osmanlıyı batıran hastalık budur.”
Bizler de bugün yukarıdan beri izah etmeye çalıştığım hastalığı tedavi etmek zorundayız. MHP ve Ülkücü hareketin en önemli vazifelerinden biri, yukarıdan beri izah etmeye çalıştığım bu hastalığı/çeşitliliği ortadan kaldıracak projeler yapmak ve bunu sonuç alacak şekilde uygulamaktır. Aksi halde her geçen gün “Ülkücü” tarifi ve tipine yeni eklemler yapmak zorunda kalırız ve bu bizi felakete sürükler.
Makalemi, ülkücü hareketin banisi Başbuğ Alparslan Türkeş’in bu hususla alakalı bazı sözleri ile bitirmek istiyorum:
“Ülkücüler! Hepiniz birer Türk Bayrağı’sınız. Bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin yere düşürmeyin.”
“Milliyetçilik; ülkücülük reaksiyon değil, aksiyondur. Dinamiktir.
Dalından kopan bir yaprağın akıbetini rüzgâr tayin eder.”
“Biz ne başkalarına uşaklık etmek, ne de başkalarını uşak olarak kullanmak istemeyiz.”
“Ülküsüz insan çamurdan farkı olmayan bir varlıktır.”
“Ahlakçılık anlayışımız, Türk Ahlakı ve Müslümanlık İnancından meydana gelmiştir.”
.
Selim Çoraklı, dikGAZETE.com