Müsebbih hanım, Muammer Karaca’nın öz kardeşiydi ve galiba büyüğü.
Olumlu hangi yanım varsa ona borçluyum ve bu dünyada karşılıksız sevginin varlığına inanmayı da.
Ondan sonra hiç tatmadımsa da.
Ben ana-baba bir, üç kardeşin en büyüğüyüm.
Hemen bir yıl sonra Bedia doğduğundan annem ve babam aynı anda hakimlik stajını yaptıklarından, babanem hemen çekip aldı o hayattan, sahiplendi beni.
Ben de güzel çocuktum hani, şu trafik durduran cinsinden, sonradan bozuldum.
Bu cümleyi de yinelemekten bıkmadım, 70 yaşına gelsem de “Sen hala güzelsin” pohpohlanmasını duymak hoşuma gidiyor.
Dedem Ulvi bey, Müddei Umumilik, İzmir Muhakemat Müdürlüğü gibi görevlerde bulunmuş bir hukukçu olduğundan...
O zamanlarda kız çocukları okutulmadığından Müsebbih hanım, kocasına yetişebilmek için deli gibi okurdu.
“Mayk Hammer” Plastik Yayınlar’dan Dostoyevski’ye Maarif dizilerine kadar.
Onun kütüphanesini ben de okudum baştan aşağı.
Haftada iki filim, bir tiyatro oyunu izlemezse yataklara düşerdi.
Ya da yataklara düştüğünden, seyircilik görevini yerine getirememiş demekti.
Sinemadan döndüğümüzde “Emine, bize birer kahve yap” derdi.
Beslememizin pişirdiği kahveleri içerken filmin eleştirisini yapardık karşılıklı.
O zaman, gündüz 6, gece 12 yaşından küçüklere yasaktı sinemalar, ancak benim 11 yaşımda, eleştiri defterim vardı, filmler yönetmen ve başoyuncuları yıldız değerlendirmelerim yazılı.
Babanem biryere giderken çantasını unutur; beni yanına almayı unutmazdı.
Meraklıydı; Mahmutpaşa izbe hanlarının karanlık köşelerindeki kürk dükkanlarının kokusu burnumdan gitmez.
Ve yabancı adlar taşıyan film kibarlığındaki yabancı kökenli satıcıların demlenmiş kibarlığı.
İlkokul 3 ve 4’ü Reşat Nuri Güntekin okulunda okudum.
Koşuyolu’nda, alışverişe İstanbul’a inilirdi.
Vapurla Eminönü, Mısır Çarşısı çevresine dükkanlar belirliydi.
Beyaz peynir bir dükkandan, kaşar “Trakyalı Hüsmen Bakkal”dan.
İsmini bir türlü hatırlamıyorum, sınıf öğretmenimiz bir ödevler verirdi akıl alacak gibi değil.
Mesela “50.000’den 2’şer 2’şer yazarak sıfıra inin”, ertesi güne.
Bir keresinde elektrikler de kesik Dedem, Babanem ve ben paylaşıp habire yazıyoruz.
Metal kayık sahanlarda zeytinyağına batırılmış pamukların ışığında.
Sarı defterler dolduruyoruz.
Bir tek bizim evde HAYAT ANSİKLOPEDİSİ var; yeşil ciltli.
Öğretmenimiz rica ediyor arada okula bir cilt götürüp Afrika-Asya hayvanlarının resimlerini gösteriyorum sınıf arkadaşlarıma.
Bir gün bişeyler okuyorum, kitabı 1. sıraya koyup sınıf arkadaşlarıma dönmüşüm.
Müfettiş girdi sınıfa!
Okurken yanlış bir sözcük çıktı ağzımdan…
Müfettiş:
- Öyle mi yazıyor orada?
Ben:
- Evet efendim!
Müfettiş:
- Buna ne yanlışı derler yavrum?
Sınıf öğretmenim baskıyı düzelir gibi yaparken kulağıma fısıldadı:
- Mürettip hatası efendim!
- Aferin evladım!
Evde “disiplin” demeyelim bir adap vardı.
Misafir gelmeden derlenip, toplanır, toz alınır.
Misafir odasının kitli kapısı açılır.
Benim üstüm-başım yapılır, saçlarım biryantin ve veya limonla taranır.
Misafirin elleri bir tur öpüldükten sonra, misafir odası terkedilir.
Biraz büyüyünce, misafirin yanında oturmana, daha da büyüyünce sorulara cevap verip, lafa karışmana bile müsamaha gösterilirdi.
E sıkılırdım tabii.
Ancak sonraları beni tedricen giderek ve yavaşça büyüttüklerini anladım.
Koşuyolu’ndayken ilk defa “Sana” denilen margarin çıktı piyasaya.
Aman matah da olsa bari, canım tereyağı birden zararlı oldu.
Sokakta oynarız acıkırım;
- Babane bana sanalı ekmek yapsana.
Yapar, biraz da tozşeker serper, ancak dışarıya mahalleye salmazdı.
-Otur mutfakta ye dışarıda ayıptır belki bunu yiyemeyen arkadaşların var!
Yeşilyurt’a, Muammer dayımın villasına gitmek ayrı bir film.
Zaten bu yüzme havuzlu, çift katlı modern villa 500 filme mekan olmuş bir yapıydı.
Hele Karaca, ipek robdöşambrı, fuları ve rugan terlikleriyle zayıf bir Hulusi Kentmen ve veya Yeşilyurt Kontu görünümündeydi.
Dedem Muammer Karaca Tiyatrosu’nun karşısında İş Bankası Beyoğlu Şubesinin Hukuk Müşaviri’ydi.
Biz de aynı binanın 6. katındaki lojmanda kalırdık.
İş çıkışına yakın evde “Örfi İdare” ilan edilir; “Daire”nin deri ve topu yeniden gözden geçirilir.
Müsebbih Hanım, elbisesini değiştirir, inci kolyesini takar ve neredeyse elinde beyinin terlikleri, kapının arkasına dikilir.
Zil çalar çalmaz kapı açılır, dedemin çantası elinden alınır, terlikleri önüne sürülürdü.
Yıllarca beraber yaşadık, birbirlerine “Ulvi bey”, “Müsebbih hanım” diye hitap ettiler hep.
Dedem, terlik giymiyorum diye ve veya çok şımartılıyorum diye bana kızar;
“Bu herifin yüzünden ismimi değiştireceğim” derdi.
Her ikisi peşpeşe altı ay arayla göçtü gitti.
Babanem; “Ben ölünce sen ortalarda kalacaksın diye endişe ediyorum” derdi.
Haklı çıktı; sahipsiz, ortalarda kaldım.
Yüzükoyun yere serildiğimde, kendimi saçlarımdan çekip, ayağa diktim.
Ve kendimi bir eldiven gibi tersyüz edebildim (Marat/Sade-Peter Weiss)
Sayende Müsebbih hanım, sayende Biricik Babanem.
Ercümend Hakkı Alacakaptan, babamdı...
8 Kasım 1923'de doğdu. Dahiliyeci doktor, Reklam ve Truzimde duayen, yayıncı ve şairdi 2001 yılında bir gasp cinayetine kurban gitti. Yaşasaydı 97 yaşında olacaktı. Ercümend Hakkı Alacakaptan, babamdı.
Muammer Karaca 114 yaşında
MUAMMER KARACA 114 yaşında...
8 Kasım 1906'da doğdu.
Muammer Karaca.
Muammer Karaca, (d. 8 Kasım 1906, İstanbul - ö. 28 Nisan 1978, İstanbul). Türk tiyatro ve sinema oyuncusu.
Bulvar tiyatrosunun önde gelen isimlerindendir. Türk tiyatrosunun unutulmaz oyunlarından Cibali Karakolu'nun yazarı, Muammer Karaca Tiyatrosu'nun kurucusudur.
Yaşamı...
1906'da İstanbul'da dünyaya geldi. Asıl adı Muammer Ruşen idi.
Veterinerlik öğrenimini yarım bırakarak tiyatroya yöneldi.
İlk kez 1923'te Sahir Opereti’nde sahneye çıktı. 1924'te Darülbedayi'ye girdi ve Renkli Fener oyununda rol aldı.
1930’daki kısa süreli Süreyya Opereti deneyiminden sonra tekrar Darülbedayi’ye döndü.
Bir turne için İzmir’de bulunduğu sırada Atatürk'ün silah arkadaşlarından birisi olan dönemin İzmir Valisi Kazım Dirik'in kızı Şükran Hanım'la tanıştı ve evlendi. Bu evlilik, ailenin izin vermemesi nedeniyle Şükran Hanım'ın kaçırılması sonucu gerçekleşti ve gazete manşetlerine yansıdı.
Kayınpederinin isteği üzerine tiyatrodan ayrılarak bir süre Turhal'da yaşadı ve Turhal Şeker Fabrikası’nda idare amiri olarak çalıştı. Ancak kısa süre sonra tiyatroya döndü.
Şükran Hanım’la evliliği 1950’li yılların başında sona erdi.
1933 yılında Safiye Ayla'yla “Alabanda Revüsü"nde oynayarak ünlendi.
1945’te bir süre Ses Opereti’nde çalıştıktan sonra Karaca Opereti’ni kurdu.
Adnan Menderes’i hicveden “Ednan Bey Duymasın” adlı oyunu çok popüler oldu.
1955’te Beyoğlu’nda Muammer Karaca Tiyatrosu’nu kurdu.
Tiyatronun açıldığı yıl, "Cibali Karakolu" adlı oyunu sahneye koydu.
Cibali semtindeki insanlarla semt karakolundaki polislerin yakın ilişkisinden ilham alan oyun, 16 yılda üç bin kezden fazla sahnelendi.
Hulki Saner'in yönetmenliğinde 1966'da sinemaya uyarlandı.
Muhsin Ertuğrul'un Karım Beni Aldatırsa (1938) filmiyle sinema oyunculuğuna da başlayan Karaca, birçok filmde karakter rollerine çıktı.
Cibali Karakolu gibi tiyatrodan uyarlanan bazı filmlerde başrol oynadı.
28 Nisan 1978’de İstanbul’da hayatını kaybetti.
Ömrünün son yıllarında çok borca girmiş ve borçlarını ödeyebilmek için de binayı belediyeye satmıştır.
İstanbul'da İstiklal Caddesi'nde Karaca Çıkmazı'nda yaptırdığı Karaca Tiyatrosu, özel tiyatrolara kiralanan bir tiyatro binası olarak Türk tiyatrosuna hizmet etmeyi sürdürmektedir.
.
Ulvi Alacakaptan, dikGAZETE.com