10 Ocak 1920 tarihinde, yeni bir savaşın önüne geçmek gayesi ile milletler arası bir teşkilat olarak, “Versailles Antlaşması”nı imzalayan devletler tarafından İsviçre'nin Cenevre şehrinde, 'Cemiyet-i Akvam' Milletler Cemiyeti adı altında kuruluş kuruldu. Kurum, ABD başkanlarından Wilson'un barış prensipleri üzerine geliştirilmiş ve bu görüş esas alınmıştı.
Kısacası kuruluş ABD çıkarlarını prensip alarak kurulmuştu.
1932 yılında Türkiye, Cemiyet-i Akvam'a üye olmuş ve fakat Gazi Mustafa Kemal Atatürk, üyesi olduğumuz milletler arası kuruluşu hiç mi hiç benimseyememiş ve onu zayıf bir kuruluş olarak değerlendirmiştir. Denecektir ki; O halde niçin mevzubahis cemiyete üye olduk?
Cevap basit...
Dünya üzerinde meydana gelen büyük olayların hayati yönde tetkiki ve ona göre gerekli tedbirlerin alınması açısından bizim de cemiyete girmemiz, milli menfaatlerimiz bakımından elzemdi.
Cemiyet, 1939 yılında Avrupa’da savaşın başlaması ile varlığını yitirdi.
***
Biz konumuza dönelim...
Günümüzde bizim de (Türkiye'nin) üyesi olduğu Birleşmiş Milletler Teşkilatı, yukarıda kısa hikayesini anlattığım 'Cemiyet-i Akvam' gibi; Dünya barışı, güvenlik, toplumsal, beşerî, kültürel sorunları çözmede uluslararası iş birliği yapmak amacıyla, ABD'nin New York kentinde, 51 ülkenin 26 Haziran 1945 tarihindeki imzalarıyla kurulmuş; 24 Ekim 1945 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Şimdi diyeceksiniz; ''-Ne güzel, insanlık için, milletler için güzel bir teşkilat kurulmuş kardeşim. Bunda ne var ki?''
Şöyle izah edeyim;
Dünyaca ünlü Amerikan petrol milyarderlerinden Jhon Davison Rockefeller (1839-1937) ABD'deki ilk büyük tröstü oluşturmuş ve ''Standart Oil Company'' petrol şirketi, dünya siyasetinde büyük roller oynamıştır. Buna örnek olarak Sovyet İhtilali döneminde (1905-1917) Çarlık Rusya'daki bütün ihtilal hareketleri, Jhon Davison Rockefeller'in paralı ajanları tarafından organize edilmiş; Moskova'da açmış olduğu bankalar aracılığı ile ihtilalcilere maddi yardımda bulunmuş. Hatta kendi bankalarını ihtilalcilere soydurmuş, tüm bu soygunların başında bulunan isim ise sonradan Sovyet Rusya'nın başına geçecek olan Stalin'dir...
Şaşırdık mı?..
Asla. (!)
Şimdi siz: ''-İyi de kardeşim Birleşmiş Milletler ile bu insanların ne alakası var?'' diyebilirsiniz...
Okumaya devam, alakaya yaklaşıyoruz...
Birleşmiş Milletler’in, 51 Ülke imzası ile 26 Haziran 1945 tarihinde kurulduğunu yazmıştım. Hatta ABD'nin New York şehrinde binasının olduğunu. İşte o binayı, Birleşmiş Milletler'e hibe eden kişi; Jhon Davison Rockefeller'in mahdumu Jhon Davison Rockefeller Jr.’dir. (1874-1960)
Birleşmiş Milletler binası, dünyadaki ülkeler hakkında hayati önemde kararların alındığı bir merkez haline geldi. Tüm ambargolar, savaş kararları bu merkezde bulunan ve başta 'Rockefeller' ve kendisiyle iş yapan tröstlerin menfaatleri doğrultusunda alınan kararların; üye ülkelere uygulanmasının düşünce merkezidir.
Ayrıca, Birleşmiş Milletler Genel Merkezi'nin ABD'nin New York şehrinde kurulmasının başka bir boyutu daha vardır.
New York 'Siyonizm'in ve Museviliğin ev sahipliğini yapan, şehrin tamamına yakınının yönetimsel olarak Musevi olduğu bir şehirdir. Kısacası siyonizme ve Museviliğe karşı bir gelişme olduğu vakit; ilk mekanizma olarak New York'taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi ivedi harekete geçen bir mekanizmadır.
Birleşmiş Milletler’in, ABD, Çin, Rusya Federasyonu, Fransa, İngiltere tüm yetkileri elinde bulunduran, kurula gelen herhangi bir karar ve teklifi oyları ile; onay-ret verme yetkisine sahip ülkeler olup, geri kalan diğer ülkeler ise uluslararası bir filmin figüranları konumundadır. (!)
Dünya 26 Haziran 1945 tarihinde kurulan Birleşmiş Milletlerin gizli odalarından yönetilmekte olup, ABD, Rusya Federasyonu dahil olmak üzere, diğer ülkelerin yöneticileri, bu gizli odalarda alınan ticari-ekonomik çıkarlar üzerine atanan memurlardan farksızdır.
***
Dünya üzerinde güçlü bir aktör olmak isteyen ülkeler Birleşmiş Milletler’in görünmez yöneticilerinin musluğuna, değirmenine su taşımadıkları takdirde ne ülkelerinin ekonomik durumu ne de dünya üzerinde yaptıkları ticari hareketlerinden tam manası ile sonuç alamayacaklardır.
Dünyada geçerli olan ve Birleşmiş Milletler’in tanımış olduğu gerçek “$” (Dolar) dır. Paranın hareketi, politikayı, savaşı, ambargoyu, siyaseti, dünya üzerindeki açlığı belirlemektedir. “$”ın basılması için gerekli olan günümüzdeki en önemli gereç ise 'enerji'dir.
Enerji kaynakları ve enerjinin taşınacağı yol güzergâhı nerelerden geçiyor ise; Birleşmiş Milletler, o yol güzergahı ile enerjinin çıkmış olduğu sahanın ABD'nin New York şehrinden organizasyonunu yapmaktadır.
Günümüzde Ortadoğu'da yaşanan tüm hadiseler ve ülkemizde yaşananların temelinde, Birleşmiş Milletler’de kapalı odalarda ülkemiz aleyhine kurgulanmış olan senaryolardır. Yoksa, 1945 senesinde kurulan ve kuruluşunda kendi arsasını hibe eden, Siyonizm ve Musevilik gibi kuşatılmış bir şehirde Birleşmiş Milletler’in kurulmasını tesadüf mü sayıyoruz?
Peki günümüzde Birleşmiş Milletler eliyle ne olmakta ve neler yapılmaya çalışılıyor?
Birleşmiş Milletler’in “5 daimî üye”sinden biri olan Rusya Federasyonu, ABD'nin Mısır'da yapmış olduğu darbe sonucu başa getirdiği Sisi'den memnun olmadı. Bu hatasını Suriye için tekrarlamamak, Birleşmiş Milletler’in kapalı odalarından mutabakatla yapıldı (!)
Rusya Federasyonu, Şam yönetimine günümüze kadar yaklaşık olarak 20 Milyar Dolar gibi bir rakama varacak silah ve gereç yardımında bulundu. Amacı; ileriki vadede hem coğrafyada tam olarak konuşlanmak hem de ticari olarak Suriye üzerinden ekonomisine katkı sağlamak. Kısacası 1 taşla 2-3-4 kuş vurmak…
Ve vurdu...
Rusya, Suriye'nin 'Tartus' limanına üstlendi (Tartus çok önemli bir bölgedir) ve Doğu Akdeniz dahil olmak üzere, enerji koridorunun musluğunun başına geçti. Ayrıca, son günlerde Akdeniz'de bulunan Hidrokarbon yataklarına da ortak olmuş oldu...
İşte tüm bu gelişmeler Birleşmiş Milletler’in kapalı odalarında alınan ve yapılan pazarlıklar sonucunda meydana gelmekte...
Belki, “güzel bir senaryo” diyebilirsiniz. Lakin güneş balçıkla asla sıvanmaz...
***
Türkiye, tüm bu gelişmelere rağmen nasıl bir siyaset gütmeli, bölgede nasıl bir aktör olmalı?
Çünkü önünde Birleşmiş Milletler’in tröstleri yer almakta. Türkiye, politikasını ve eksenini, kendi kültüründen olan, geçmişte aynı dili, aynı aşı paylaştığı devlet olmuş veya federatif yönetim altında bulunan ülkelere çevirmeli.
Ortadoğu coğrafyasında ise kesinlikle Arap ülkelerine güvenmemeli. Malumunuz Osmanlı Devleti’ni bu bölgede arkasından hançerleyenler; günümüzde 'İhvan' dediğimiz gurupların-siyasi uzantılarının ataları idi.
Türkiye'nin en büyük avantajı, bu coğrafyayı çok iyi tanımasıdır.
Türkiye, Osmanlı Devleti'nin bakiyesi, evladıdır.
Bundan dolayı, günümüzde 'güvenli bölge' tartışmaları yerine; ''Güvenlik nedeni ile haklı ilhak'' hakkını kullanıp, kendi misaklarını, huzurunu tahsis edene kadar genişletmelidir. Aksi halde Birleşmiş Milletler gibi bir ifrit örgüt, bu bölgede nice bataklık kuracak ve ürettiği haşereleri ülkemize salacaktır.
Tabii ki devletimiz gereken hassasiyeti düşünmekte-düşünüyordur. Yazımızın amacı, hafızalarda “Birleşmiş Milletler” (BM-UN) gibi bir kurumun ne olduğunu, nelere muktedir olduğunun altını çizmektir.
Saygı ve Sevgilerimle.
.
Emrah Bekçi, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @EmrahBEK4, @dikgazete