Erdoğan hükümeti, özellikle Abdullah Gül ve danışmanı Ahmet Davutoğlu’nun telkinleriyle, Riyad ve BAE ile birlikte Suriye ve İran’a karşı “Sünni İslam Ordusu” kurmak için heveslendi.
Televizyon ekranlarından eksilmeyen bazı yorumcuların, “zengin Petro-Dolar Şeyhlerin nakit parasından, pazarlarından istifade etmek için ‘Sünnicilik’ politikalarını örtü olarak istihdam ettiği” iddiaları temelsizdir.
Zira geçmişte bu ülkelere “İran Şii Hilali ve Alevi Esad iktidarına karşı Sünni Dünyanın en güçlü kalkanı Türkiye” telkinleri revaçtaydı.
Ayrıca hükümete yakın gazete haberleri ve köşe yazarlarının makaleleri, çok çirkin dini-dar mezhepçilik kokardı.
15 Temmuz 2016’da özelde Erdoğan’ı genelde Türkiye ve bölgeyi hedef alan terör kalkışmasına “müttefik Sünni” ABD-İsrail taşeronu iki Muhammed’in yaptığı katkıların ayyuka çıkması sonucunda Suudi ve BAE hanedanlıklarıyla ilişkiler ters-yüz olmuştu.
Bu ülkeler, önce Müslüman Kardeşler Örgütü’nü terör örgütü olarak ilan etmiştir.
Ardından Erdoğan hükümetini terör örgütü hamisi olmakla suçlamıştır.
Bununla yetinmemiş Türk ürünlerinin boykot edilmesini talep etmişlerdir.
Türk TIR’larına yönelik planlı bürokratik sıkıntılar birçok firmayı mağdur etmiştir.
İki Muhammed, Suriye’de “Kürdistan” projesine yani İkinci İsrail koridoruna açık destek vermişlerdir.
Bu koridora müdahale eden TSK’ya karşı, ağır ithamlarda ve kara propaganda faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
TÜRKİYE’YE KARŞI ŞAM’A YAKLAŞTILAR
TSK’nın müdahalesi sonucu önemli mevziler kazanan Suriye Silahlı Kuvvetleri ve Esad’ın Moskova ve Tahran üzerinden Şam ile Ankara arasında bir yakınlaşma kokusu aldıklarında ani bir hamlede bulunarak Şam ile yeniden uzlaşma, diplomatik ilişkileri tesis etme ve barışma arayışına girmişlerdir.
Şam’ın, Ankara ile barışmaması karşılığında Suriye’nin imarı için milyarlarca dolar yatırım sözü vermişlerdir.
2012’de Arap Ligi’nden kovdukları Suriye’nin, Türkiye yönünde atacağı adıma mani olmak ve yeniden Arap Ligi’ne dönmesi için Şam’ı ikna ziyaretlerine hız vermişlerdir.
Buna mukabil, Trump, İran’a karşı saldırgan bir dil kullanarak “Suudi İneğini” iliklerine kadar sağdı.
İran, Arap-Farisi Körfezi’nden komşuları olan Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Oman gibi ülkelerle ticari, kültürel ve diplomatik ilişkilerini korudu.
Suriye ve Yemen meselesinde ihtilafa düşen Suudi Hanedanlığı ile Katar arasındaki kavgayı lehine kullandı.
Katar’a destek vererek, abluka altında olan Katar hava yollarına hava sahasını açarak zengin Katar ile ilişkilerini iyileştirdi.
En nihayet, Pazar günü Tahran’ı ziyaret eden Pakistan Başbakanı İmran Khan, İran ile Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu açıkladı.
İran Dışişleri Bakanlığı, “Suudi Hanedanlığı ile arabulucular veya arabulucular olmadan Riyad ile görüşmeye ve iki ülke arasındaki yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırmaya hazır olduğunu” ifade etti.
Diplomatik kaynaklar Riyad’ın Tahran’ın talebine “sıcak” baktığını belirtiyor.
PUTİN’İN HAMLELERİ
Putin’in 14 Ekim’de Riyad’a ilk ve 12 sene sonra 15 Ekim’de BAE’nin Abu Dubai kentine yaptığı ziyaretleri Moskova’nın bölgedeki nüfuzuna ticari, askeri ve siyasi katkılar sağladı.
Çeçenistan devlet Başkanı Kadirov’u yanına alarak Suudi Veliaht Muhammed Bin Selman ve Abu Dabi Emiri Muhammed Bin Zayid Bin Sultan El-Nahyan ile görüşen Putin, her iki şahsın Rusya’ya yapacakları milyarlarca dolarlık yatırımlardan övgüyle söz etti.
Putin’in Katar Emiri Tamim Bin Hamed El-Thani (Sani) ile kurduğu özel ilişkiler malum.
Rusya’nın Doha’da Katar’ın da Moskova’da ticari ve kültürel faaliyetlerinde ciddi bir artış var.
Ne Kaşıkçı cinayeti, ne iki Muhammed’in 15 Temmuz 2016’da vuku bulan FETÖ kalkışmasındaki rolleri Putin’i “önce Moskova’nın çıkarları” politikalarından alıkoyamamış.
İki Muhammed’in Moskova veya Tahran ile ilişkilerini geliştirmesi sadece güvenlik ve ticari kaygılarıyla hareket ettikleri söylenemez.
Bu ülkelerin attığı tüm adımlarda, Türkiye’ye karşı geniş bir cephe oluşturma amaçları var.
ABD’nin İran politikalarındaki “yumuşama” belirtileri de bu çerçevede değerlendirilmeli.
Bakın sömürge devletlerin tarihinde en büyük tarihi eser kaçakçıları arasında yer alan Chicago (Şikago) Üniversitesi Şarkiyat (Doğu) Enstitüsü Müzesi, İran’dan çalınan yüzlerce tarihi eser parçasını Tahran’a iade etti.
İade edilen 1783 parçadan 110 tanesi Müze Müdürü Christopher Woods ve İran Kültürel Miras, El Sanatları ve Turizm Bakanı Ali Asgar Munisan ve İran Milli Müzesi Genel Müdürü Cebrail Nukende’nin katılımıyla Tahran’da sergilendi.
ANADOLU’NUN ÇALINAN TARİHİ ESERLERİ WASHINGTON’DA
Chicago Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve çalışanları 1930’lu yıllarda Suriye ve Anadolu’da yapılan kazı çalışmalarından çıkan tarihi eserlerin çalınmasını ve ABD’ye götürülmesini organize eden kurumlar.
Bunu kitaplardan veya haberlerden öğrenmedim.
Sene 2007’de öğrenci olduğum Almanya’dan ABD’ye gitmiştim.
Washington şehrini ziyaret etmiştim.
Kongreye yüksekten bakan Abraham Lincoln’un anıtındaydık.
Anıtla, Kongre arasında yer alan uzunca bir sahanın her iki tarafında yer alan tarihi binalar dikkatimi çekmişti.
O binaları yakından görmek için yürüdük.
İlk binanın üstünde “Doğu Medeniyetleri Sergisi” yazan bir pankart görmüştüm.
İçeri girdik.
Binanın içinde devasa mozaik tablolar vardı.
İlk tablonun nereden geldiğine baktım. T
anıtım levhasında; “1936, Samandağ, Mağaracık” yazıyordu.
Tablo, 2300 sene öncesine aitti.
Büyük İskender’in Farisi (Pers) imparatorluğunu yıktığı savaştan sonra, bölge halkına yeni yasaları okuyan Makedonyalı komutan ile onu dinleyen ahalinin fotoğrafıydı.
Chicago Üniversitesi’nin Kongre Kütüphanesine hediye ettiği 1936’da Antakya kenti kazı çalışmalarında bulunan büyük şair ve filozof Antakyalı Libanius’un tüm eserleri var.
Sadece o sene Suriye ve Anadolu’dan yüzlerce kıymetli ve nadir eserler çalındı.
Bu eserlerin iade edilmesi için Hatay Büyük Şehir ve Samandağ Belediyelerinin bir girişimi yok.
Konu hakkında bilgi sahibi bile değillerdir.
Ankara, bu eserlerin iade edilmesi için bir girişimde bulunmuş değil.
Hoş bulunsalar da ABD’nin bu şartlarda bizi Tahran kadar dinlemeyeceği aşikâr.
Bu eserlerin haramilerine karşı bir yaptırım gücümüz var mı?
.
Mehmet Yuva, Aydınlık