Yıl 1993.
Lise sonda dershanelerine gittim. Ankara'da tek kız-erkek ayrı şubesi olan dersane onlarınki idi.
İmam Hatip’ten bir arkadaşımla beraber, bir hafta yatılı kaldık.
Bizi neden sevmediklerini bir türlü anlayamamıştım o zamanlar.
Biz namazımızı kılar, tesbihata kalmaz, kantine kaçardık çünkü…
Puanlar belli oldu.
İmam Hatip Lisesi’nde çok sevdiğimiz meslek dersleri, Arapça aşkıyla ilahiyat okumada kararlıyız bir grup arkadaşımla.
Tercih yapıyoruz, ilk tercihimiz hepimizin Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi...
Ablalar kıyameti kopardı; “Bu puanlarla hukuk okuyun, sübhaneke mi öğreneceksiniz çocuklara, yazık etmeyin kendinize…”
Nerden bilirdik, maksatları başkaymış...
Yıl 1999.
Mezun olduk, devlet bizi almıyor.
Kolejde, vakıf ve gerçekten hizmet için, onların yarı fiyatına çocuk okutan bir kolejde başladım öğretmenliğe.
Okulları bize yakındı muhit olarak.
Şunu hiç unutmam, yedi sene vakıf zihniyeti ile burslu okuttuğumuz en başarılı çocukları, sekizinci sınıfta alıp, bir sene okutup, sanki kendi başarılarıymış gibi çarşaf çarşaf asarlardı..
Yıl 2010.
Aylardan Ocak...
On yıllık özel okul hizmetimin ardından sözleşmeli olarak Ağrı Merkez Ramiz Erdem İlköğretim Okulu ile başladı “MEB”de görevim.
Ankara'dan ilk defa ayrılmanın hasretini, 18 aylık oğlumu her öğle arası yokuşlarda düşe-kalka kış günü emzirmek için eve gelmenin zorluğunu, kara kışı, ömrümde ilk defa gördüğüm saçaklıklardan sarkan buz kütlelerini, Ocak ayında kiraladığım, yakıtla birlikte maaşımın ciddi bir miktarını kiraya verdiğimi ve evinden - barkından ayırıp torun bakması için annemin yükünü düşündükçe, sözleşmeden kadroya geçmek, Ankara’ya daha yakın bir yere kadrolu atanmak için “KPSS”ye çalıştım bir yandan da.
Hafta içi ders, hafta sonu dersane, “KPSS” sınavı derken gayet güzel bir puan aldım.
Tercih yaptım; derken, 31 Ağustos akşamı ana haber bülteni ile yıkılan hayaller, 1 Eylül’de atama var, Eğitim Bilimleri Sınavı iptal.
Ben iptal.
Eylül de tekrar Ağrı, Ekim’de sınav, Aralık kadrolu atanma, derken, tayin istemek için bir yıl daha beklemeye başladım.
Atandığım okul bu sefer en güzel okulu Ağrı merkezin.
En güzel yanı, ev sahibi teyzemin bizim bir yıl daha kalmamız için çok dua ettiğini bilmek ve bol limonlu, kıtlama içtiğimiz çaylar.. Çantamdan eksik etmediğim çocuk çorapları...
Bir de aynı okulda görev yaptığımız “FETÖ yetkilisi” öğretmene, herkesin içinde sorduğum soruyu unutamıyorum;
- Papua Yeni Gine’ye bile okul yaptınız da buralara neden bir çivi çakmadınız?
Verdiği cevap;
- PKK yüzünden!..
Yıl 2012.
Aylardan Ocak...
Ankara, memleketim, mahallem.
Okulun ilk günü, merdivenlerden çıkarken bir ses, “Bayan!.. Orası öğretmenler için…”
Arkamı döndüm, dedim ki; “ben öğretmenim”.
“Pardon hocam” dedi.
Okulda hiç başörtülü öğretmen olmayınca, veli sandı haliyle...
Bu arada, sözleşmeli çalışırken gelen muafiyet, seçim öncesi kadroya geçen sözleşmeli personel, ben “KPSS ile kadro aldım” diye yaşadığım ikinci mağduriyet.
“Facebook”ta bir grup, “Erken kadro mağdurları”… On bin kişilik.
Epey mücadele ettik.
Velhasıl, haberlerde şöyle bir demeç; “Dönemin bakanı Nabi Avcı, sosyal medyada kendilerini ‘Erken Kadro Mağdurları’ olarak tanıtan gruba da özlük hakları verilmiştir.”
On bin kişilik grupta bayram coşkusu ve alınan binlerce dua..
Yıl 2013.
“KPSS soruları çalınmış sınav mağduruyum, bunlar böyle ahlaksızlıklar yapmaz” deyip oğlumu okullarına verdim; velileri oldum oğlum ana sınıfında, ta ki kayıt yenileme için görüşmeye çağrılana kadar...
Bir sene önceki kayıtta “100 TL” bile indirim yapmayan okul, oğlumun babasının “MASAK uzmanı” olduğunu öğrenmiş meğerse.
“Mali Suçlar Araştırma Kurulu”nda bir veli, tam da “17/25 Aralık” arefesinde…
Müdür Yardımcısı’nın bana söylediği şu cümle: “Bizim bürokrat indirimimiz var…”
Ve epey bir miktar yapılan indirim…
Okula son gidişim oldu.
Yıllarca kolejde çalıştım.
“Kardeş indirimi… Erken kayıt…” vs vardı ama “bürokrat indirimi” neden yapar ki bir okul?
Yıl 2016.
En son “KPSS” sınavında gözetmendim.
25 yıl önce, onların dershanelerinde rehber öğretmen, sınava girdi benim salonumda.
En az 45 yaşında kadın.
Hatırladım…
“Ne olur, ne olmaz diye giriyorum” dedi.
Parçaları birleştirip düşünüyorum.
Bu darbe girişiminden haberleri vardı.
Göstermelik, “KPSS”ye girip, “darbe sonrası lazım olur” diye tedbir amaçlı girdiler sınava.
Sınavdan sadece üç ay sonra o öğretmenin okulunu, İmam Hatip yapmak için fırsat verdi Rabbim bize.
Yıl 2021.
Bunları anlatmak bile yadırganır olmuş.
Kadın hakları ile ilgili bir yazı yazıyorum gelip bana “KHK’lıları yazmıyorsun, eskinin mağduru şimdinin mağruru… Zalim başörtülü İlahiyâtçı!..” diyorlar.
“28 Şubat” diyorum, “O da ne ki!.. 15 Temmuz daha beterini yaptı, bunları görmüyorsun… Eskinin mağduru, şimdinin mağruru zalim başörtülü İlahiyâtçı!..” diyorlar.
Bu 28 Şubat’ta öyle yazılar okudum ki sonu hep şuna dayandırılıyordu: “28 Şubat zulümdü ama falanca durum daha da kötüydü!..”
Konu “28 Şubat” olunca, herkesin aklına bir şey geliyor ve bir hafifletme durumu söz konusu.
28 Şubat, 28 Şubat’tır.
Darbedir.
Halkın iradesine, din anlayışına sadece darbe değil, vatan haini ilan edip yıllarca itibar ve maddi manevî kayıplar yaşatan postmodern falan değil bildiğiniz darbedir.
Şimdi kabullenilemeyen, darbenin vurduklarının ölmemesi, dimdik ayakta kalması ve bunun hesabını sormalarıdır.
Darbeyi yapan kimlerdi: ?
Darbe mağduriyetini gideren kimlerdi: Mevcut yönetim.
“Darbeden daha beter zulmediyor!” diye yönetime alternatif gösterilen kimler: ?
İyi tahlil etmek gerekiyor.
.
Sevim Korkmaz, dikGAZETE.com
Ömür Çelikdönmez 4 yıl önce