“Ah bu türküler,
Türkülerimiz.
Ana sütü gibi candan.
Ana sütü gibi temiz.”
Radyoda bu anonsla başlayan programları hatırlayanlarımız olacaktır mutlaka. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yazdığı, “Türküler Dolusu” şiirinde yer alan bu cümleleri “Bozkırın Tezenesi” unvanlı ozanımız Neşet Ertaş, şu güzel sözü ile destekliyor: “Nerde bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur.”
“İstisnalar kaideyi bozmaz” diyerek, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun şiirine ve Neşet Ertaş’ın sözüne pek uymayan -çünkü ana sütü gibi temiz olmadığı gibi, kötü niyetli kişilerce uydurulduğu iddia edilen- çok bilindik bir türkümüze değinmek istiyorum: “Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman. Senin gibi cahile (yani zeytinyağı yiyip basma fistan giyene) ben efendim diyemem aman.”
Aslında bir Rum halk şarkısı olan ve zeytinyağını değil hüzünlü bir aşk hikayesini anlatan bu türkü ile ilgili gelişmeleri Prof. Dr. Canan Karatay bir haber kanalında anlatmıştı.
Hikaye, bilmeyenler için özetle şöyle:
Amerika Birleşik Devletleri, 1948-1951 yılları arasında ülkemizin de içinde olduğu 16 ülkeye “Marshall Yardımları” adı altında bir proje uygular ve bu yardımlar için bazı şartlar dayatır.
Bu şartların en önemlisi ABD’nin elinde üretim fazlası olan mısırı bu ülkelerin satın almasıdır.
“Zeytin yağı kanser yapıyor” diye kötülenecek ve onun yerine mısır yağı ve margarin kullanımı sağlanacaktır ve bütün bunlara, “ben bilim insanıyım” diyen bazı kişiler de destek olacaktır.
İddiaya göre ülkemizde bir zeytin ağacı katliamı yapılır ve toplanan zeytinleri de ABD alır.
Zeytinyağına geri dönme riskini azaltmak için ileriki yıllarda bir türkü sipariş ederler ve bir Rum halk şarkısına Türkçe söz yazarak “bir derleme türkü” diye bize dinletirler. Ve başarırlar. Çünkü türkü en sevilen türkülerden biri olur.
Böylece Sümerbank’ın pamuklu ve sağlıklı kumaşının yerini de yapay Amerikan bezi alır.
Aynı oyunlar hemen hemen bütün gıdalarda farklı varyasyonlarla oynanmaya devam edilir.
Bir ara “anne sütü yetersiz” diyen bilim adamları çıkar ve “anne sütünde demir eksik bu yüzden ek mamalar gerekir” diyerek bir kuşağın çok olumsuz etkilenmesine sebep olurlar.
Yıllar sonra bebeklerin zaten 2 yıl yetecek bir demir deposu ile dünyaya geldiği, annelerin bebeklerini mümkünse iki yıl emzirmelerinin çok önemli olduğu ispatlanır fakat iş işten geçmiştir artık.
Yine kendisine “bilim insanı” diyen birileri, bizi bir süre de tereyağından ve yumurtadan soğuturlar.
Bal konusunda yaşananlar ise tam bir felakettir. Çünkü bal konusunu artık doğadaki arılara bırakılamayacak kadar ciddi bir konu olarak gören bir “üretici türü” ortaya çıkar.
Balı, fabrikasında üreten bir firmanın “yılın başarılı firmaları” kategorisinde ödül aldığı bir törene şahsen katılmış ve olaya şahit olmuştum.
Yunus Emre’nin bir şiirinde bal ile ilgili şöyle bir mısra var:
Sevdiğim bir haber göndermiş bana
Rüzgar dokunmamış dal ister benden
Bir nefes almasın demiş dalımdan
Arı görmemiş bal ister benden
700 yıl önce kendisinden imkansız bir şey istendiğini “arı görmemiş bal” benzetmesi ile anlatan Yunus Emre, bu şiiri bu gün yazsaydı bu benzetmeyi kullanamayacaktı.
Einstein ise arılar ortadan kalktığında insanoğlunun öyle bir dünyada sadece 4 yıl yaşayabileceğini belirtiyor.
Eskiler bilgisi çok ahlakı eksik olanların, insanoğlunu felakete sürükleyeceğini ifade etmek için “Bir dirhem ilim bin okka ahlak gerektirir” diye güzel bir söz söylemişler.
Bilimsel gelişmelerin ve teknolojinin son yüzyılda 2000 yıla bedel bir artış kaydettiğinden daha önce bahsetmiştik.
Bir okka “400 dirhem” ettiğine ve bir dirhem ilim için bin okka ahlak gerektiğine göre basit bir hesapla; bilimsel gelişmelerin 400 bin katı ahlak gerekmektedir.
Dünyanın ve insanlığın geldiği noktada böyle yüce bir ahlaktan söz etmek maalesef mümkün görünmüyor.
“Marshall yardımı” ile başlayan, margarinlerle, GDO’lu gıdalarla ve yapay giysilerle devam eden sürecin bizi getirdiği nokta bozulan bağışıklık sistemlerinin bizleri covit 19 karşısında, aşı olmak zorunda bırakmasıdır.
Belki de kendisine “bilim insanıyım” diyen birileri, bizi yine bir maceraya sürüklüyor ve biz yine mecburiyetten bu maceraya dahil oluyoruz.
Böyle bir ihtimale “uzak ihtimal” diyenler olacaktır ve haklıdırlar. Fakat tecrübeler hep uzak ihtimallerin gerçekleştiğini ve tarihin hep tekerrür ettiğini göstermektedir.
Sırada “yapay et”in olduğunu belirtelim ve bu kadar yapay gıdanın ve aşıların, insanın fıtratını değiştirmesinin ve kısırlaştırmasının da “bir uzak ihtimal” olduğunu ekleyelim.
Bu uzak ihtimali anlatan ve bizi uyarmaya, uyandırmaya çalışan 2006 yapımı “SON UMUT - CHILDREN OF MEN” isimli filmde olaylar yakın gelecekte geçiyor ve küresel çapta kısırlığın yaşandığı, cehenneme dönmüş bir dünyayı anlatıyor.
Tam bir kaos yaşanmakta.
Son doğan bebek, filmin başında 18 yaşında iken, imza isteğini reddettiği bir hayranı tarafından bıçaklanarak öldürülüyor. “Dünyanın en genç insanı” olarak yaşadığı ömrü ve şöhreti kısa sürüyor.
Film, “demokrasi getiriyoruz” denilerek işgal edilen ya da kolay sömürmek için türlü oyunlarla iç savaş çıkartılan ülkelerde, milyonlarca insanın katledilmesinden sonra vatanını terk etmek zorunda kalan mültecilere de değiniyor.
Bir kısmı, sığınmak istediği ülkeye ulaşamadan yaşamını yitiriyor.
Sağ kalanlar ise aç-susuz bir şekilde yaşamaya mahkum edilerek kafeslere tıkılıyor.
Mevcut polis devleti, mülteci haklarını savunanlarla çatışma halindedir ve mülteciler içinde bir kadın hamiledir.
Gücü elinde bulunduranların bir fazlalık olarak görüp hakir gördükleri mültecilerden olan bu kadın, belki de insanlığın kurtuluşuna vesile olacaktır.
Kahramanımızın onu koruması ve oradan çok uzakta gizli bir şekilde “insanlığın kurtuluşu için” çalışmalar yapan bir ekiple buluşturması gerekmektedir.
Senaryosu, yönetmeni ve oyuncuları ile eleştirmenlerden tam not alan bu filmi izlemeyenlere tavsiye ediyoruz.
Tam bu noktada, aklınıza cevabını bizimde merak ettiğimiz şu soru gelebilir: “Zeytinyağlı yiyemem aman / Basma da fistan giyemem aman” türküsünün yeni bir varyantı çıkmış fakat biz her zamanki gibi fark etmemiş olabilir miyiz?
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com
Feridun 3 yıl önce
anu 3 yıl önce
Özlem KALAY 3 yıl önce
Ahmet Reşat SAKARYA 3 yıl önce
Fatih TUNCA 3 yıl önce
Nazan 3 yıl önce
Abdullah Pektaş 3 yıl önce
Yasemin Şimşek 3 yıl önce
Muammer Aynaci 3 yıl önce
Akif çapacı 3 yıl önce
Sevgi 3 yıl önce
Selim Öztürk 3 yıl önce
Selda erkan 3 yıl önce
Alican 3 yıl önce
Nurullah 3 yıl önce
Selma Köroğlu 3 yıl önce
Timur 3 yıl önce
Yıldıray Yıldız 3 yıl önce
Abdurrahman Keskin 3 yıl önce
Gamze Topçu 3 yıl önce
Mesut isen 3 yıl önce
Fatih 3 yıl önce
Arda Kalan 3 yıl önce
Erol Yılmaz 3 yıl önce
Erol Yılmaz 3 yıl önce
Mehmet Zeki Aktaş 3 yıl önce
Nigar Özel 3 yıl önce