-GECE SOHBETİ..-
:
Mayıs dendiği vakit içim kıpırdanır.. Yemyeşil dağlar, cıvıl cıvıl öten kuşlar, gelir aklıma..
Bu güzel ay tabiat açısından bir değişimin başlangıcıdır..
Bizim gibi İstanbulular iyi bilir, Boğaziçinin her iki yakasını kuşatan “Erguvan çiçekleri” de bu ayda neşvü nema bulur.. İstanbullular için bir nostaljidir boğazın erguvanları..
Tabii, işin içinde Mayıs ayı, İstanbul, Boğaziçi, Erguvan Çiçekleri, olunca ister istemez kendinizi nostaljinin içerisinde bulursunuz..
Evet değerli dostlarım, hatıralardan daha tatlı ne olabilir?..
Samimi söyleyeyim ki, hiçbir şey!..
Pertevniyal Lisesi’nde talebe olduğum o güzel yıllar.. Arkadaşlarla Mayıs’ın gelmesini dört gözle beklerdik.. Zira Mayıs gelince talebe için her şey bitmiş olurdu.. 0 zamanlar, çocuklara fazla ders saati yüklenilerek zulüm edilmezdi.. Mayıs sonu oldu mu, tatil başlardı..
Yine o yıllarda 1 Mayıs resmi tatildi.. 0kullar kapalıydı.. Biz hemen arkadaşlarla kısa bir istişareden sonra 1 Mayıs’ta ne yapacağımızın kararını verirdik..
İstikamet belliydi.. Her zamanki gibi Ada’ya gidilirdi.. Ya Heybeli ya da Büyükada.. Ama ekseri Büyükada’ya gidilirdi!.. Çamlıklar, Dilburnu, fayton sefası, unutulmayacak güzelliklerdi.. Hele o vapur seyahati, fevkaladeydi..
İstanbul, 1 Mayıs sabahlarında cıvıl cıvıldı..
Tarihi Galata köprüsündeki Adalar iskelesinden Ada vapuruna binerdik.. 0 zamanlar 1953 İtalyan yapımı 3 vapur vardı ki devrin en süratli ve modern gemileriydi...
Paşabahçe, Dolmabahçe ve Fenerbahçe.. Bunlar hem Ada, hem de Yalova seferi yapan vapurlardı.. Birinci, ikinci ve lüks mevkileri vardı.. Lüks mevkiye hali vakti yerinde insanlar otururdu.. Ayrıca bir de güverte kısmı vardı ki, neşe kaynağıydı.. Bizim grubun takıldığı yerdi orası.. Gırgır, şamata, bir alem.. Ama her şey ölçülüydü, kimse rahatsız edilmezdi..
Vapurla ada seyahati, yaklaşık bir saati bulurdu.. Tabii esas film adadaydı.. Ağaçların yeşili de, denizin mavisi de daha çılgındı.. Dilburnu’na attık mı kapağı, gel keyfim gel.. 0 zaman belki bol para yoktu.. Ancak bereket, belki bin kat daha fazlaydı.. Herkes, evlerinden getirdikleri yiyecekleri çıkartırdı.. Ve nefis bir sofra çıkardı ortaya.. Samimi, mütevazı ve bereket dolu...
Pikaba takılan plaklardan dökülen nağmeler ise insana apayrı bir zevk veriyordu.. Ada'da olup da “Ada Sahillerinde Bekliyorum” mırıldanılmaz mıydı hiç?.. Ya da, merhum üstad Şükrü Tunar’ın o unutulmaz Hüzzam şarkısı hatırlanmaz mı?.. “Ada’nın yeşil çamları, aşkımıza yer olsun!.. Ne çare ayırdı felek, kalplerimiz bir olsun!..” Ardından oyunlar, müthiş iddialı futbol ve voleybol maçları.. Derken, yeniden acıkan karınlar.. Ve bir yemek faslı daha.. Çevreye olan saygıya bakın ki, içimizden birisi bıraktığımız çöplerin toplanması için görevlendirilirdi..
İşin en zevkli yanı dönüştü... Dilburnu’ndan iskeleye kadar konvoy halinde yürümek müthiş keyifliydi.. Ve 18.15 vapuru bizi yine Eminönü’ne getirirdi..
Ya sonra?..
Eminönü’nden "90" no’lu Draman otobüsüne bindiğimiz gibi doğruca Fatih ve evimize geliş.. Ardından da o günkü maceranın muhasebesini yaparak uyuyacağımız deliksiz bir uyku..
İşte böyle dostlar... 0 zamanki 'Mayıs’lar bir başka güzeldi.. Daha sonra insanlar Mayıs’ları sulandırdılar.. Yazın habercisi olan bu ay, yıllarca adeta kan emici vampirlerin cirit attığı korkunç bir ay haline geldi..
Özellikle de 1 Mayıs.. Gezilip tozulan değil, milletin korkudan evlerinden çıkamadığı bir gün olarak yaşatılmak istendi..
Halbuki Mayıs’ın ne suçu var?.. İnsanların bir kısmının şirazesi bozuksa, ya da şaftı kaymışsa, Mayıs ne yapsın?..
Netice-i kelam; özlüyorum bizim 'Mayıs’larımızı..
Geri gelmeyeceğini bilsem bile..
Sami Özey, dikGAZETE.com