“İmparatorluk”un; “empire"dan geldiği, emperyalist bir kuruluşa işâret ettiği, insanlığın yüz karası emperyalizmin amansız, acımasız, alabildiğine bencil mekanizması, politik tecessümü olduğu gerçeği göz ardı ediliyor.
Evet, “imparatorluk”, "insanlığın yüzkarası"dır.
Bunu hatırlamak için Roma İmparatorluğu’ndaki, sâdece kölelerin değil, Romalı olmayan halkların durumunu göz önüne getirmek, Büyük Britanya İmparatorluğu’ndaki, kimliklerini unutma durumuna getirilmiş sömürge halklarının, Fransa sömürgelerindeki yerli halkların, Fransızca bilmiyorsa açlığa mahkûm Tunuslu'nun, Cezâyirli'nin, Faslı'nın, Hollanda yönetimindeki Güney Afrika yerlilerinin hâlini bilmek yeter.
“Osmanlı, ‘imparatorluk'tu ama, ‘emperyalist’ değildi" demek de, kasap için “hayvan kesmezdi” demeye benzer.
İki yüz yıldır ağır baskısı altında kaldığımız, yeni yeni kurtulmaya çalıştığımız askerî işgalden çok daha vahîm kültür istilâsı atmosferi içinde yetiştirilmiş olan, kendimize, Batı gözlüğü ile bakma alışkanlığından, hastalığından kurtulmayı akıllarına getiremeyen diplomalılarımız, târihimizi de Batı normları içinde ele almaktadırlar.
Bu arada, “mâdem ki Batı'daki, Avrupa'daki büyük siyâsî kuruluşlar 'imparatorluk'tur; üç kıtada at koşturmuş, birçok milleti bünyesinde barındırmış olan koskoca Osmanlı da ‘imparatorluk'tur" kolaycılığına düşüp, düşünme zahmetine katlanma sorumluluğundan kaçmaktadırlar.
Misalen geçmişte, ABD Senatörü Beveridge, 1898'deki izahı; “Daha yüksek uygarlıklar önünde, alçak uygarlıkların ortadan kalkması; Tanrı'nın sınırsız tasarısının bir parçasıdır. Amerika tüketebileceğinden fazlasını üretiyor. Dünya ticareti bizim olmalıdır, olacaktır. Bunu Anamız İngiltere'yi örnek olarak gerçekleştireceğiz.”
Hatta ki Tony Blair'in izahı; “Anarşi, kaos ve yağma Saddam Hüseyin'in diktatörlüğünden daha iyidir…” bu şekildedir ki niyetler açıktır.
Meşhur Makyavel taklidi yani iki yanlı oynama marifetini yakın tarihimizde de bir çokları şahit olduklarımızdandır şöyle ki; I. Rus Çarı Nikola ve İngiliz Elçisi Sör Hamilton Seymur’un mühim sohbeti kısa izahı;
“Hasta adamın yaşamasını hepimiz istiyoruz. Onun ölmemesini ben de sizin kadar isterim. Çünkü, Osmanlı'nın idaresinde çok miktarda Ortodoks var, bunların başıboş kalmasını istemem.
Buna inanmanızı rica ederim, lakin kollarımızın arasında birden bire de ölebilir.
Bu takdirde bu ölüm, öylesine bir netice verir ki dünya sarsılır, biz de sarsılırız ve daha sonra nasıl bir nizam kurulur onu bilemem.
Size yalnız şunu söyleyeyim: Eğer siz, İngiltere olarak İstanbul'a yerleşmeyi düşünüyorsanız buna asla müsaade etmeyeceğimi açıkça ifade ederim.
Bu beni İstanbul'u işgal etmek durumunda bırakabilir, sizi de karşı koymak durumunda bırakabilir ve böylelikle diğer devletlerin de katılacağı ve ne kadar süreceği belli olmayan bir cihan harbi çıkabilir. Buna zannederim lüzum yoktur.”
Vesselam, Ey Türk milleti kendine gel uyan!
Geçmişte yaşanan tarihi onlarca olayların her biri tekerrürden ibarettir; sadece sıfatlar ve mekanlar değişkendir.
Maalesef, sömürgeci insan belli bir yönüyle hayranlık uyandırır.
Yüksek boyutlara ulaşmış teorik ve teknolojik bilgi düzeyi (!) en ileridir, lakin çok bencil, acımasız, hayasız, sahtekar, ikiyüzlülüğüyle sinsice planlar yaparaktan, var olan toplumu hedef alıp kültürel, ekonomik zayıflatma güdülür.
Osmanlı siyâsî - ictimâî varlığının adı, kendilerinin ilk resmî vak’anüvisi (târih yazıcısı) olan Mustafa Na’îmâ’nın kitabında “Pek Yüce Osmanlı Devleti” diye çevirebileceğimiz bir şekilde geçer, el kelâm fî Zuhûrid Devletil ‘Alîyyetil Osmâniyye (Pek Yüce Osmanlı Devleti’nin Ortaya Çıkışı Hakkında Bahis).
Osmanlı, kendi devleti hakkında “Alîyye” (Pek Yüce) ve “Seniyye” (Parlak) sıfatlarını kullanmıştır: Devlet-i ‘Alîyye-i Osmâniyye (Âliye değil), (Pek Yüce Osmanlı Devleti) veya Devlet-i Senîyye (Parlak, Muhteşem Devlet), bazan da: Saltanat-ı Senîyye (Parlak, Muhteşem Sultanlık).
Pek iyi bilindiği gibi, özel isimler tercüme edilmez ve yine pek iyi bilinmesi gerektiği gibi, bir varlığa, kendi adından başka bir ad vermek, ona karşı olmayı ifşâ ve ilân eder.
Arşiv belgesinde Sultan Abdülazîz, Paris Andlaşmasında tâdilât yapmak üzere 1870 yılında Londra’da toplanan ilgili taraflar temsilcilerinin hazırladığı belgeyi tasdîk ederken, Osmanlı siyâsî varlığından “Devlet-i Alîyyemiz” diye söz etmekte, diğer siyâsî teşekkül başkanlarının sıfatları ise, aynı belgede şöyle sıralanmaktadır: Alamanya İmparatoru ve Prusya Kralı, Avusturya İmparatoru ve Bohemya ve Macaristan Kralı, Fransa Hükûmet-i İcrâiyyesi Reîsi, Birleşik Krallık ve Britanya'yı Kebîr ve İrlanda Kraliçesi, İtalya Kralı, Bütün Rusyalar İmparatoru…
Anlaşılan, gerek Osmanlılar zamanında yazılmış olan târih kitaplarında, gerekse Osmanlı Arşivi’ndeki belgelerde, “Osmanlı İmparatorluğu” (o zamanki ifâdeyle İmparatoriyye-i Osmâniyye) tâbirine aslâ rastlanmaz.
Devletin başındaki zâtın ünvanları olarak da Hân, Hâkan, Pâdişâh, Halîfe, Hünkâr deyimleri kullanılmıştır, ‘İmparator’ değil.
Peki, “İmparatorluk” deyiminde, sömürme, içerir ki emperyalizm idârî, iktisâdî ve kültürel yozlaşma baş gösterir.
İmparatorlukta, bir hâkim kavim vardır, bir de boyun eğdirilmiş, mahkûm kavimler.
İdâreciler, vâliler, komutanlar, subaylar, üst seviyedeki bürokratlar hep hâkim kavimdendir.
Diğer kavimlerden olup da kendilerine görev verilen kişiler ise alt ve en alt kademededirler.
Osmanlı’ya bakalım: Sadrâzamların, vezîrlerin pek çoğu, beylerbeyiler, paşaların pek çoğu, Türk asıllı değildir.
Merkezî ordu, ‘Yeniçeri’, çok uzun bir müddet boyunca, devşirilmiş ve Müslüman olmuş gençlerden kurulu idi.
Pâdişâh, Osman Gâzi’nin soyundan idi ama, onun mutlak vekîli, onun adına iş gören, onun mührünü taşıyıp kullanan sedrâzam, umûmiyetle, gayr-ı Türk unsurdan idi.
Osmanlı’yı dış ülkelerde temsîl edenlerin pek çoğu da Türk değildi.
Meselâ, Bavyera’daki Osmanlı Konsolosu Aristarki Bey idi.
Londra’daki konferansta Osmanlı murahhası Kostaki Musurus Paşa idi.
Osmanlı Devleti’nde, birçok Ermeni nâzır ve paşalar da vardı.
Batılı yazar emperyalizmle ilgili “Emperyalizm” latince imperium, kudret, ‘iktidar’dan türeme genellikle ticârî ve endüstriyel yayılmanın bir âleti, vâsıtası olarak bir İmparatorluk kurma ve yönetimi.
16. yüzyıldan başlayarak İspanya, Portekiz, Fransa ve İngiltere, denizaşırı İmparatorluklar kurmağa başlar.
19. yüzyılda emperyalizm genişletildi.
Bu, iki merhalede oldu, birisi, 1870’lere doğru gelen ve ilk merhale denebilecek olandır.
Bu merhalede, eski emperyal güçlerin bâzıları İmparatorluklarını daha da genişletmeye devam ettiler.
Rusya, Fransa ve İngiltere, sömürgelerini genişleterek Hollanda, İspanya ve Portekiz vardı.
Bu arada Osmanlılar, Ondokuzuncu yüzyıla kadar kendilerini her şeyden önce Müslüman olarak algıladılar; onların bağlılığı, çeşitli seviyelerde, İslâm’a ve Osmanlı hânedânı ve devletine âid idi.
Emperyalizmde, sömürgeci ülkenin tâcirleri, büyük ortaklıkları, sömürülen ülkelerdeki ham maddeleri çok ucuz fiyatla alıp, kendi ülkesinde işleyerek sömürgelerinde yüksek fiyatla satar.
Sömüren ülkenin ticâret erbâbı ve şirketleri, sömürgeci ülkenin politikasında bile etkili olup onu büyük ölçüde yönlendirir. (Lewis, 1968, p.35).
Osmanlı’ya baktığımızda ise, böyle büyük Türk tâcirler ve ortaklıklar görmüyoruz.
Osmanlı Devleti’nin yüklendiği bir görev vardı: İ’lâ-yı Kelimetullah, yâni, Allah’ın buyruklarını yüce tutmak, yeryüzünde hâkim kılmak.
Bunun için, Osmanlılar esas olarak cihâd ile meşguldü, ömrü seferde geçiyordu.
Ticâret gayrımüslimlerin elindeydi: Müslümanlar, sadece dört meslek biliyorlardı, idâre, savaş, dîn ve tarım.
Sanâyi ve ticâret, bu işlere vâris olmuş olan gayrımüslim tebeaya bırakılmıştı. (Lewis, 1968, p.35).
Osmanlı Devleti, emperyalist bir güç, bir İmparatorluk olsaydı, o cemiyette en zengin kişiler Türkler olurdu.
Halbuki durum, hiç de öyle değildi.
Meselâ İngiltere yönetimi ile İngiliz Doğu Hint Çay Şirketi ilişkisi, Osmanlı-Yemen bağında yoktur; Osmanlı, Yemen’e, “Yemen Kahve Şirketi”nin işlerini kolaylaştırmak, Yemen’in ürünlerini sömürmek için gitmedi.
Petrol ise, çok yeni bir olaydır ve Osmanlı, Yemen petrolünü hiç kullanmadı.
Osmanlı, Yemen’de, Bâbul Mendeb Boğazı’nı tuttu: 16. yüzyılda Portekizliler, daha sonra da İngilizler Kızıldeniz’e girip İslâm’ın kutlu beldeleri, Mekke ve Medîne’yi işgal etmesinler diye şehîtler verdi.
Portekiz, 16. yüzyılda büyük deniz gücü idi; Hint Okyanusu, “Portekiz Okyanusu” hâline gelmişti ve fiilen Kızıldeniz’e girip Cidde’ye saldırdılar, ama püskürtüldüler.
Niyetleri, Mekke-i Mükerreme’yi alıp, kendileri için de kutlu olan Kudüs’le değiş tokuş etmekti.
Tûr-ı Sînâ kasabasını yaktılar.
Osmanlı, Yemen’de pek çok şehît verdi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda yakılan “Adı Yemendir, gülü çemendir/ Giden gelmiyor, acep nedendir” türküsü, halkımız arasında hâlâ yaşamaktadır.
Hint Okyanusu’nda, 16. Yüzyılın büyük deniz gücü Portekiz’le savaşan Pîrî Reîs, Seydî Ali Reîs, Murâd Reîs gibi denizciler, Osmanlı’nın Hindistan’ı alıp, orasını sömürmesi için değil, Hindistan, Malezya ve Endonezya’dan Hicaz’a Hac için gelecek olan Müslümanların yol güvenliği için o sulara açılmışlardı.
Osmanlı Cihan Devleti, 1567 yılında, Malaka ve Açe Sultânı Alâeddîn Kahhâr’ın isteği üzerine iki gemi, yüzlerce top ustası ve leventleri, o yöredeki Müslümanları, Kâfir karşısında güçlü kılmak için göndermişti, mamafih o bölgeyi alıp sömürmek gibi bir plânı yoktu.
Osmanlı, inancı emrettiği için, insanlara, Yaradan’ın mesajını götürmek, Yaradan’ın prensiplerini yeryüzünde hâkim kılmak için savaştı (cihâd, farzdır) ve ülkesi genişledi.
Avrupalı’nın ise, böyle bir sebebi, motifi yoktur; eline gelişmiş silâh geçmiş, onu kullanarak birçok yeri almış, yerli halkı yok etmiştir.
Sonra, buna bir güdücü sebeb, motif bulunması düşünülmüş, sömürgelere ‘uygarlık’ götürüldüğü ileri sürülmüştür.
‘Uygarlık’ götürdüğünü iddia eden Avrupalı, sömürge halkını, kendi kimliğinden uzaklaştırmış, kimliğini bozmuştur; bu, yamyamlıktan da öte bir vahşettir.
Sonra da, bu Avrupalı sömürgecilerin günümüz Amerikası, târîhî ve kültürel bakımdan Avrupa’nın uzantısıdır, teknolojik, askerî, siyâsî güç, söz konusu değil; torunlarının torunları, Osmanlı Târihi’ni, Osmanlı’nın hiçbir kaynağını kullanmadan yazıp, Osmanlı’ya ‘İmparatorluk’ yaftasını yapıştırıp, onu ‘sömürücü’ olarak sunmaktadırlar.
.
Volkan Yaşar Berber, dikGAZETE.com
-Araştırmacı Yazar-