Keşke, biri Sayın Kılıçdaroğlu’na Pakistan’da Zülfikar Ali Butto ve benzer örneklerden bahsetmiş olsaydı.
Dahası, keşke Türkiye’de ‘muhafazakâr kesim’ efsanesinin aslı faslı nedir, doğru dürüst birisi malumat vermiş olsaydı.
Sadece, son başörtüsünü yasalaştırma teklifinden söz etmiyorum, sonu buraya varan, iyi niyetli ama yanlış pek çok hamle dolayısı ile söylüyorum.
Daha önce Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığına aklı yatmaktan, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığına, CHP’nin bir kesimle barışmak adına, partiye sağ ve İslamcı milletvekili ‘kazandırmasına’ kadar pek çok girişimden söz ediyorum.
Hemen belirteyim, kimseyi ‘muhafazakâr kesim’i tanımamak ve dolayısı ile yanlış politikalara yönelmek anlamında eleştirmiyorum.
Tam tersine, “Türkiye’de doğru siyasetin yolu, muhafazakarlara hoş görünmekten geçer” efsanesini de son derece sorunlu görüyorum.
Çünkü, Türkiye’de sadece muhafazakârlar, dindarlar yaşamıyor, birini esas aldığımızda diğerinin özgürlükleri feda edilebiliyor.
Geçmişte ve hâlen ‘diğerleri’ne yönelttiğim eleştiriler, her kesimin kendi ilkeleri, öncelikleri saklı kalmak üzere diğerlerini dışlamamak, demokratik davranmaya özen göstermek konusundaki sorunlara ilişkindi.
Yıllarca, başörtüsü meselesinin bir özgürlük meselesi olduğunu savundum, olaya böyle bakılmış olsaydı, birilerinin dini siyaset aracı olarak işlevselleştirmesi bu denli kolay olmazdı diyorum.
Türkiye’de din ve vicdan eksenli sorunlara bunca önem vermemin nedeni sadece demokrasi ve özgürlüklere ilişkin soyut ilkelerimden kaynaklanmadı.
Bu sorun kişisel tarihimle örtüşüyordu, ‘laiklik’ adına dindar veya muhafazakâr olanlara yaşama hakkı tanımayan bir anlayışın mensubu olan bir aileden ve soysal çevreden geliyordum.
Bu anlayışa isyan ettim, bu tavrın bir noktada ‘sınıfsal küçümseme’den kaynaklandığını düşündüm, ona isyan ettim. Başörtülülere, ‘hizmetçi kılıklı’ denilen bir ortamdan söz ediyorum, uçak yolculuklarında hosteslerin, bizlere ‘siz’, ‘köylü kılıklı’ olanlara ‘sen’ diye hitap ettiği bir ortamdan söz ediyorum.
Haklı olarak, “muhafazakâr kesimden olmayan herkes böyle değildi” diyebilirsiniz, ama ‘laiklik’, CHP ve hatta sol siyasetin vitrini bu idi.
Kılıçdaroğlu’nun bu tabloyu samimi biçimde değiştirmeye çalıştığının farkındayım, tam da bu nedenle “geçmişte yanlışlarımız oldu” özeleştirisi çok değerli ve yeterli.
Bu sorunun ortadan kalktığı bir dönemde, ‘başörtüsünü yasalaştırmak’ önerisi, iktidar partisinin bu konuyu yeniden siyaset malzemesi yapması için altın bir fırsat oldu.
İhtiyacımız olan, muhalefetin tüm kesimlerin hak ve özgürlükleri konusunda duyarlılığının altını çizmesi, o kadar.
Şapka kanununu eleştirirken başörtüsü kanunu çıkarmaktan bahsetmek tam bir siyasi şaşılık. Bu bir.
İkincisi, Kılıçdaroğlu’nun ‘geçmişteki bazı hatalarımız’ diye tanımladığı anlayışta ısrar edenlerin, yeniden alevlenen bu tartışma vesilesi ile ortaya dökülmüş olması.
İktidar partisi tam da sürekli olarak tüm muhalefeti, artık çok dar bir kesimle sınırlı bir anlayışın sesi olarak yaftalama siyaseti güderken, bu dar kesimin din, özgürlük, laiklik, demokrasi konusundaki dar görüşlülüğünü sergileme fırsatı elde etmiş olması, tam bir felaket.
Tekrar, ‘başörtüsü dinin gereği değil’ diye ispatlamak için Kur’an yorumlarına dalanlardan, Türkiye ile İran’daki olayları benzer çerçevede değerlendirenlere, aslında Kılıçdaroğlu’nun ‘helâlleşme’ çağrısından hiç hoşlanmadığı belli olanların bayraklarını açmasına kadar, iktidar partisinin tam da istediği mecra açılmış oldu.
Diğer taraftan, Cumhurbaşkanı’nın karşı hamle olarak öne sürdüğü Anayasa değişikliği önerisine ‘aileyi korumak’ adı altında, bireysel özgürlükleri kısıtlayacak bir paket ‘müjde’si de ayrı bir sorun.
Doğrusu, bu hamlenin mesuliyetini Kılıçdaroğlu’nun önerisine yıkmak haksızlık olur.
Zira, seçim sürecinde, o olmazsa bu vesile ile, iktidar partisinin bu tür tartışma mecralarını dolaşıma sokması kaçınılmaz idi.
İtalya’nın yeni Başbakan adayı Meloni de dahil olmak üzere, dünyanın her yerinde, otoriter rejim, parti ve siyasi söylemlerin en sevdiği konulardan biri, “eşcinsellere yönelik özgürlüklerin, aileyi tehdit ettiği” iddiası.
Bireysel olarak bu konuda ne düşünürsek düşünelim, bu konuda özgürlükçü yaklaşımların tüm muhalefet parti ve hareketlerini ‘marjinalleştirmek’ için çok kullanışlı bir araç olduğunu kabul etmek zorundayız.
O nedenle, iktidar partisinin er veya geç, bu konuyu açacağı belli idi.
Bu konuda muhalefetin çok ciddi bir ikilemle karşı karşıya kalacağı açık, bu koşullar altında marjinallikle itham edilmemek adına, eşcinselliğin ‘suç, karalama’ konusu haline getirilmesi işten bile değil.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com