Osmanlı, 1361 senesinde Edirne’yi fethettikten sonra, önce Bulgar topraklarını ele geçirdi ardından Kosova Meydan Savaşı’yla (1389) Sırbistan, Osmanlı hâkimiyetine girdi.
Yıldırım Bayezid’in 1396 yılında Niğbolu önlerinde Haçlı ordusunu hezimete uğratmasıyla beraber Osmanlı, Balkan hâkimiyetini güçlendirmiş ve daha sonra Fatih Sultan Mehmet’in 1463 yılında Bosna’yı fethetmesiyle Osmanlı, sınırlarını İtalya, Akdeniz sahillerine kadar uzatmış oldu.
Balkanlar’a Osmanlı’dan önce yerleşen ve adeta Osmanlı’nın gelişini kolaylaştıran altyapısını hazırlayan bazı Türkmen oymakları ve tarikat erbaplarının büyük rol oynadığını hatırlatmakta fayda var.
1263 yılında Sarı Saltuk öncülüğündeki Türkmen topluluklarından bir bölümünün Üsküdar’dan Dobruca’ya geçişi ve Sarı Saltuk’un Balkanlar’daki mücadelesi ile faaliyetlerinin, Balkanların İslamlaşması ve bu coğrafyada Türk nüfusun yayılmasının en önemli adımlarından olduğunu unutmamalıyız.
Tarihçiler, Oğuzlar’ın Kayı boyundan gelen Osmanoğulları Beyliği’nin güçlenerek egemenlik alanını genişletmesi ve Avrupa içlerine kadar yayılması bu yolculuğun kalıcı hâle gelmesini sağladığını ancak Balkanlar’daki ilk Müslüman-Türk yerleşiminin Sarı Saltuk’un 1263 yılındaki yolculuğu ile başladığının altını özellikle çizerler.
Tasavvuf erbapları, “Bayramiyye, Celvetiyye, Halvetiyye, Halidilik ve Mevleviyye” gibi kolları Balkanlar’da Hristiyan halkların üzerinde çok olumlu etkileri olmuş ve bu insanların tebliğ yoluyla Katolik, Ortodoks dini mensuplarının İslam’ı seçmelerine vesile olmuşlar.
Bu tarikat erbapları Osmanlı bölgeye daha gelmeden mescit, mektep, kervansaray, imaret kültürünü buralarda başlatmış ve bölge halklarının güvenini kazanmışlar.
Osmanlı, bölgede gerçekleştirdiği fetihler sürecinde ve sonrasında Anadolu’daki Türkmen boylarından bir kısmı, Balkanlar’a yerleşmeye başlıyor.
Türkmenler, Anadolu’dan Balkanlar’a gelirken haliyle din, dil, âdet ve görenekleriyle beraber geldiler.
Balkan halkları, fetihle birlikte İslam’ı tanımaya başladılar ve süreç içerisinde Boşnak ve Arnavutlar arasında İslam, çok hızla kabul edildi.
Osmanlı bölgeyi fethettiğinde, halkların dini ve kültürünün değiştirmesi noktasında asla zorlama yapmamış tam tersine, fetih sırasında gayrimüslimlerle bir anlaşma yapılmış.
O anlaşmaya göre; “Osmanlı, bölge insanının canına, malına ve dinine dokunmayacak ve bu konuda onlara tam bir güvence verilecek.’’
Osmanlı yönetimi boyunca Balkanlar’da yaşayan insanlara din ve soy ayrımı yapmaksızın hizmet edilmiştir.
Çok sayıda cami inşasının yanında medrese, han, hamam kimsesizler evi, köprüler, kervansaraylar yaparak bölge halklarının gönlünü kazanmış.
Bir müddet huzurlu ve sakin sürecin ardından 18. yüzyıldan itibaren art arda gelen savaşlar ve Osmanlı’nın çöküşü, Balkanlar’daki Müslüman nüfusun bir kısmının katledilmesine ve büyük bir kısmının da Anadolu’ya göçe zorlanmasına sebep olmuştur.
Balkanlar’ın çeşitli bölgelerinde Hıristiyanlarla iç içe yaşayan Müslüman halklar, 480 yıl sonra acı hatıralara sebep olan “93 Harbi” (1877-1878) süreci ve sonrasında Anadolu’ya önü alınamayan ağır bir göç yaşamıştır.
Peki, bugün Balkanlar’da durum nedir, yapılması gerekenler nelerdir?
Bugün Balkanlar’da geçmişin bütün yıkımlarına ve acı hatıralarına rağmen hala Osmanlı/İslam kültürünün izlerini görebilmek mümkün.
Bu aslında bize umut veren en önemli güç kaynağımız.
Günümüzde Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Romanya, Arnavutluk ve Bosna-Hersek’te yaşayan Müslüman toplumlar ve soydaş Türklerin zor da olsa millî ve manevi kimliklerini korumaya çalıştıklarına şahit oluyoruz.
Yakın tarihe baktığımızda 1989’da yüz binlerce Türk, Bulgaristan’dan sürüldü. 1991-1997 yılları Bosna Hersek’te Boşnaklar, Kosova’da Arnavutlar en vahşi soykırım ve sürgünlere maruz kaldılar.
Makedonya’da Makedonlarla Arnavutlar arasındaki çekişme, etnik bir vahşete dönüşmek üzereyken son anda önlenebildi.
Yugoslavya’nın dağılmasıyla ortaya çıkan 6 devlet ve AB’nin Balkanlar’daki yeni siyasi ekonomik politikaları Balkan toplumunu çözümsüz ve belirsiz bir gelecekle karşı karşıya bıraktı.
Makedonya’da, Kosova’da, Romanya’da, Yunanistan’da ayakta kalmaya çalışan küçük Türk azınlıklar ya da Bulgaristan’da iktidar ortağı olacak kadar nüfusa sahip olan Türklerin yarınla ilgili korku ve endişelerini giderecek bir güce maalesef sahip değiliz.
Uzun yıllar Sırpların baskılarına büyük bir direniş gösteren Boşnak, Arnavut ve diğer azınlık Müslümanlar, hâlâ uluslararası topluluğun desteğine muhtaçlar.
Bugün Balkanlar’da, tarihçi Kemal Karpat’ın tahminine göre, 10-11 milyon civarında Müslüman yaşıyor.
Bu da toplam nüfusun yüzde 18’ine tekabül ediyor.
Arnavutluk’ta Müslüman Arnavutlar yüzde 70’le, Bosna Hersek’te Boşnaklar yüzde 40’la, Kosova’da da Arnavutlar yüzde 90’la çoğunluğu oluşturuyorlar.
Bu ülkelerden sadece Kosova’da 15 bin civarında küçük bir Türk azınlık var.
Makedonya’da ise Türklerin sayısı 100-150 bin kadar ve toplam nüfusun yüzde 4’ünü oluşturuyorlar. Buradaki Arnavutlar ise nüfusun yüzde 25’i.
Romanya’da 110 bin, Yunanistan’da 140 bin Türk yaşıyor.
Türklerin en yoğun olduğu ülke ise Bulgaristan. 7 milyonluk toplam nüfusun yüzde 10’a yakını Türk, ancak sayıları 300 bine yaklaşan Müslüman Pomaklar ile 350 binden fazla Romanlar bu orana dâhil değil. Onlarla birlikte ülkedeki Müslüman nüfus Kemal Karpat’a göre en az 1,5 milyon ve daha da fazla.
Sırbistan ve Karadağ’da ise Boşnak, Arnavutların oluşturduğu azınlıklar var.
Genel tabloya baktığımızda Balkanlar’daki Müslüman nüfusunun yüzde 35’i sürülmüş, yüzde 27’si kıyıma uğramış.
Osmanlı’nın yıkılışı ve “Yeni Dünya Düzeni” sonucunda eski Yugoslavya dönemi soğuk savaş yılları, bizim Balkan Müslümanlarıyla aramıza çok kalın duvarların örülmesine sebep oldu.
Sovyetler dönemi ve sosyalist Yugoslavya, döneminde Balkanlar’da bıraktığımız Müslüman toplumların dini, ahlaki kültürel ve milli değerlerinin çok ağır tahrip edildiğine şahit olduk.
1992 Yugoslavya’nın dağılmasıyla tekrar Balkan Müslümanlarıyla soydaş ve dindaş halklar ile bir araya gelme fırsatını yaşadık.
Son 25 yıl, bir birimizi daha yakından tanıma fırsatını bulurken bu tanışma-tanıma faslını maalesef etkili ve faydalı bir sürece oturtamadık.
Balkan halkları, Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte Batı dünyasının çok yakın ilgi alanı ve odak merkezi haline geldi ve kısa sürede Batı siyasi ve ekonomik yörüngesine oturtulmaya çalışıldı.
Balkanlar’ın eğitimli genç nüfus potansiyeli AB’nin genç nüfus ihtiyacı çerçevesinde ciddi politikalarla değerlendirilmeye alınmaktadır.
Bugün birçok Balkan ülkesi, AB üyesi ya da serbest ve süreli dolaşım hakkına kavuşturulmuştur.
Osmanlı döneminde çekilmek zorunda kaldığımız Balkanlar’a 1992 Bosna Savaşı ve Yugoslavya’nın dağılmasıyla yeniden “Merhaba” dedik lakin özellikle şu zamanlarda, Balkanlar’daki soydaş ve dindaş toplumlara yönelik acil, orta ve uzun vadeli etkili politikalara ihtiyacımız var.
Son 10 yıl, Balkanlar’da resmi ve sivil kurumlarımızın faaliyetlerinin varlığı, her ne kadar sevindirici bir durum olsa da sosyal, kültürel, politik ve stratejik hamlelerimiz çok zayıf.
Bölgenin ciddi ekonomik sorunları Balkan genç nüfusunu, batıya göçe zorlarken yakın vadedeki gelişmeler, bölgenin sosyokültürel dengelerini olumsuz etkileyecektir.
Balkanlar’daki kurumlarımızın yürüttüğü iyi niyetli faaliyetler ve projelerin, uzun vadeli gerçekçi sürdürülebilir stratejik bir planlamaya ihtiyacı var.
.
Osman Atalay, dikGAZETE.com