- PAZAR SOHBETİ..-
:
Madem ki bugün babalar günü diye anılıyor.. Biz de günün anlamına istinaden bir yazı paylaşalım..
Aslında çoğunun hayatı çile dolu olan babaları hatırlama çerçevesinde bir güne sığdırmak ne kadar doğru?..
Ancak yine de hiç hatırlamamaktan daha iyidir, diyelim..
Evet kıymetli dostlarım; zamanımızda birçok insanın evinde aile tatsızlığı var..
Kimi hanımıyla geçinemiyor!..
Kimi de çocuklarından muzdarip..
Kimi evlât ise vefasızlık boyutunu daha da ileriye taşıyıp ana-babasına gözü gibi bakacağına, onları götürüp “huzurevine” teslim ediyor..
Üç günlük dünyada bunlara değer mi?..
Değmez, ama maalesef bunlar oluyor..
Özellikle evlâtların ana-babalarıyla ilişkilerinde çok dikkâtli olmaları gerekir.. Onlara “üf” bile dedirtmemeliler.. Ana-baba duası yerine kesinlikle “beddua” almamalılar..
Unutulmasın ki, bir insanın hayatında yakaladığı başarıların altında mutlaka ve mutlaka “ana-baba duası” vardır.. Hepsinden önemlisi de; Allah(CC) anasına babasına gözü gibi bakan kullarını çok sever..
Böyle bir girişten sonra gelelim yazımıza..
Tam bir ibret vesikası..
Aslında hepimizin ders çıkarması gereken mühim bir kıssa!..
Genç adam, evliliğinden beri yanında kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu.. Eşi babasını istemiyor ve onun evde fazlalık olduğunu düşünüyordu.. Tartışmalar bazen inanılmaz sert boyutlara ulaşıyordu..
Yine böyle bir tartışma esnasında eşi bütün bağları kopardı ve “bu evden ya ben giderim, ya baban gider” diyerek resti çekti..
Adam eşini kaybetmeyi göze alamıyordu.. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği bir eşi ve birde çocukları vardı..
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu.. Avcılığa meraklıydı ve yıllar önce bu merakı yüzünden yaptırdığı bir “dağ kulübesi” vardı.. Kararını verdi, babasını o kulübeye götürecekti. Yanına haftada bir uğrayacak, ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür meseleler yaşamayacaktı..
Babası yatalaktı ve ona lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra babasını yatağından kucaklayarak kaldırıp arabaya koydu..
Oğlu Ali; “baba ben de seninle gelmek istiyorum” diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve “dede, baba, torun” yola koyuldular..
Karakışın zemherisiydi ve dışarıda korkunç bir soğuk vardı.. Kar, neredeyse yolları kapamıştı, tipi yüzünden de yolda zor ilerliyorlardı.. Minik Ali, sürekli babasına; “nereye gidiyoruz, baba” diye soruyor ama cevap alamıyordu..
Öte yandan nereye götürüldüğü sanki kendisine malûm olan yaşlı adam ise gizli gizli ağlıyor ve gözyaşlarını oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu..
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar..
Adam epeydir buraya gelmemişti..
Kulübe görünümlü dağ evi artık çürümeye yüz tutmuştu ve tavan akıyordu..
Barakanın bir köşesini alelacele temizledi ve arabadan yüklendiği yatağı köşeye serdi. Ardından babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi..
Tipi fırtınası adeta barakanın içinde hissediliyordu..
Çaresizlik içinde babasıyla göz göze geldi.. Yatalak ihtiyar baba daha şimdiden üşümeye başlamıştı.. Genç adam; “yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm” diye düşündü.. Aslında vicdanı rahat değildi.. Üzgündü, ancak kendince çaresizdi.. Kısacası; dünya başına yıkılacak gibiydi..
Peki ya babası?..
Onun da yüreğine bıçak saplanmıştı sanki..
Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu..
Gururu incinmişti ama belli etmemeye çalışıyordu.. Küçük Ali ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu..
Dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle olanı biteni sadece seyrediyordu..
Artık gitme zamanıydı.. Adam, babasının yatağına eğildi yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.. “Beni affet, buna mecburum” der gibi sarıldı, kokladı.. Boynunu büküp son bir defa daha baktı babasının yüzüne ve Ali'nin elini tutup hızla barakayı terk etti..
Ali, yol boyunca bir yandan ağlıyor bir yandan da; “neden dedemi o soğuk yerde bıraktın?.” diyerek babasına adeta isyan ediyordu.. Adam, verecek hiçbir cevap bulamıyordu, “annen böyle istiyor” da diyemiyordu!.. Çok zor durumda kalmıştı..
Kısa bir sessizlikten sonra küçük Ali'den müthiş bir soru daha geldi..
"Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?..”
İşte o an dünyası başına yıkıldı genç adamın ve tabiri caizse film o anda koptu.. O sorunun yöneltilmesinden sonra bir anda geri dönme kararı verdi.. Karla kaplı yollarda arabayı deliler gibi sürüyordu.. Barakaya ulaştı, kapıyı açtı ve “affet beni babacığım” diyerek soğuktan titreyen babasının boynuna sarıldı..
Baba oğul birbirlerine kenetlenmiş, çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı.. Genç adam; “baba beni affet, sana bu muameleyi yaptığım için ne olursun beni affet” diye gözyaşları içinde özür diliyordu..
Babası ise oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı verdi;
"Geri geleceğini biliyordum yavrum!.. Evet, bundan emindim!.. Zira, ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın!.. Beni bu izbe yerde bırakmayacağını biliyordum..”
Evet, sevgili dostlar..
Şu satırları sizlere aktarırken inanın ben de çok duygulandım ve ağladım..
Erkekler ağlar mı?..
Elbette ağlar..
Ağlayan insanlar vicdanlı ve merhametli insanlardır..
Allah, hiç birimizi merhametten ve sevgiden ayırmasın..
Netice-i kelâm;
Ne yapın edin, annenize-babanıza sahip çıkın!..
Onları çok sevin..
Onları küstürmeyin!..
Onlarla mutluluğu yaşayın..
Ve onlar kaybolmadan kıymetlerini bilin..
İş işten geçmeden!..
Pişman olmadan!..
Değerli okuyucularımın babalar gününü kutluyorum..
.
Sami Özey, dikGAZETE.com