MOSKOVA
Avrupa Birliği (AB), 21-22 Haziran 1993 tarihinde Kopenhag’da bir zirve gerçekleştirildi ve bu zirvede AB’ye katılım için temel kriterler belirlendi.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Batı ve Doğu Avrupa’da küresel bir birlikteliğe ihtiyaç duyan ülkeler, bu bildirgede AB’ye tam üyelik için gerekli siyasal ve ekonomik koşullar tespit etti.
Temel kriterler arasında “demokrasi ve hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı” maddeleri yer alırken ikincil kriterler arasında ekonomik kriter yer aldı.
Avrupa için geçerli olabilecek temel maddelere bu kıtanın modern dünyaya dönüşümü konusunda hemen hemen tüm kurucu ülke toplumları arasında geçerli olan maddeler.
1999 yılında Avrupa Birliği, temellerini güçlendirirken 2004 yılında özellikle Baltık ve Doğu Avrupa’dan birçok ülkeyi bünyesine dahil etti.
Aslında Batı Avrupa ülkelerine göre birçok yönden geri kalan ülkelere ekonomik, kültürel, eğitim ve sağlık gibi temel konularda büyük destekler verilerek Doğu bloğundaki yeni üyelerin dönüşümü için yoğun çabalar gösterildi. Aslında bunun da karşılığı oldu.
Doğu bloğu ülkeleri, genelde Sovyetler Birliği’nden ayrılan yeni NATO üyeleriydi. Bu ülkelerin Avrupa’ya tam entegrasyonu için AB’nin programı işe yaramıştı.
Kaldı ki NATO’nun siyasi ayağı AB genişlemesini de sürdürecek gibiydi.
Ancak NATO’nun kendisine yaklaşmasına defalarca karşı çıkan Rusya’nın, AB’ye doğrudan bir tavır aldığı görülmedi. Aksine AB ile ilişkileri üst düzeyde tutup üstelik bu ilişkileri arttırma yönünde gayretleri olan bir Rusya’yı defalarca gördük.
Türkiye’nin de AB’ye katılım konusunda yıllardır gösterdiği çabalar 3 Ekim 2005 yılında zirveye ulaştı.
Bu tarihte Türkiye’nin, AB’ye katılımı için resmi müzakereler başladı. Ülkede kutlamalar yapıldı; Türkiye, artık Avrupa’nın kapısını araladı. Ancak bu Türkiye için krizin başlangıcıydı.
Türkiye’de ekonomik reform, insan hakları, azınlıklar konusu, hukukun üstünlüğü gibi temel konularda atılımlar yapılsa da dünyadaki genel siyasi ve ekonomik krizler Türkiye’ye, AB kapısını tamamen açmamıştı.
Birçok konuda çalışma yapan Türkiye’nin önüne yeni ‘kurallar’ konularak süreç bugüne kadar uzatıldı.
Avrupa Birliği, son dönemlerde Rusya karşıtı siyasi ve ekonomi hareket başlatırken bünyesine yeni ülkeleri dahil etme konusunda yeni adımlar atacağına yönelik resmi girişimlere başladı.
Güney Osetya ve Abhazya sorununu çözemeyen Gürcistan, Donbass ve Kırım krizini çözemeyen ve semalarında Rus füzelerinin dolaştığı Ukrayna ve Trandinyester konusunda 1993 yılından beri bir adım dahi atamayan Moldova.
AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Oliver Varhely, Moldova ve Gürcistan’a, AB üyeliği başvurusu için gerekli formun verildiğini duyurdu.
Verhely, geçtiğimiz günlerde Ukrayna için de aynı yönde bir açıklama yapmıştı.
Sosyal medya hesabından açıklama yapan Verhely, aynı zamanda, “İlk adım. Çok hızlı gitmeye hazırız. Bu yüzden ne kadar hızlı doldurursanız, AB Konseyi'ne o kadar hızlı görüş sunabileceğiz” ifadelerini kullandı.
Bahsedilen 3 ülkenin AB’ye dahil edilmesi, oldu-bittiye getirilmeye çalışılıyor.
Belki de kaos ortamında Almanya, Fransa gibi AB’nin lokomotif ülkelerinde tabandan gelecek olası tepkilere karşı böyle bir hızlandırılma yapıldı.
Yapısı gereği AB, artık daha fazla üye ülke kaldıracak durumda değil.
Ekonomik olarak oldukça yorulan AB’nin bu konuda önemli bir hatayı başlattığını görüyorum. Etkileri ancak orta vadede hissedilecek.
Bu ülkelerin AB’ye dahil edilmesi konusunda temel kriterleri ne kadar karşıladığına gelecek olursak artık örgütün NATO’nun siyasi ayağı olduğu net bir şekilde ispatlandı.
Öncelikle temel kriterler arasında yer alan insan hakları konusunda Ukrayna, Gürcistan ve Moldova ne yönde gelişim gösterdi?
Örneğin Gürcistan’da hala belli grupların sivil halk üzerindeki baskısı alt edilebilecek mi?
Ukrayna’daki Nazi varlıklarının sivillere yönelik ‘gizli’ operasyonları?
İnsan hakları konusunda ne durumda olduğu belli olmayan Moldova?
Azınlıklar konusuna gelecek olursak durum yine vahim.
Güney Osetya ve Abhazya’da yakın zamanda sivil ölümlere neden olan savaşın fitilini ateşleyen Gürcistan ne yönde azınlıklara karşı çalışma yapıyor?
Azınlıkları sınırlarının dışında olan ülke Acara Bölgesi’nde bile yakın zamanda kriz yaşarken ne gibi gelişim gösterdi?
Ukrayna’da bu konuda çok vahim durumda.
Örneğin Rusça, Tatarca gibi azınlık dillerini resmi ve eğitim dilinden çıkaran Ukrayna, bugün azınlık haklarına dönük ne gibi olumlu adım attı? Bugün ortadaki çatışmaların temel nedenleri arasında bu konu yok mu?
Moldova, Trandinyester konusunda herhangi bir ilerleme kaydedemedi.
Romanya’ya katılım isteyen bir Moldova, henüz daha ülke olarak ne yönde varlığını sürdüreceğine bile karar verememişken, Trandinyester’deki azınlık sorunlarının çözümüne yönelik adım dahi atmamışken nasıl olur da AB’nin temel kriterlerinden birini atlayacaklar?
Demokrasi konusunda Gürcistan, Moldova ve Ukrayna’da değişen bir şey yok.
Her seçim dönemlerinde yaşanan krizler, gözaltına alınan muhalifler ve usulsüzlükler.
AB’nin olmazsa olmazları arasındaki “hukukun üstünlüğü” konusunda inanılmaz geride kalmış 3 ülkeden bahsediyoruz.
Bu saydığım 3 ülkede hala ilerleme kaydedilememiş.
Belli grupların yönettiği ülkelerde ne kadar bir hukuk çıkar onu da anlayamıyorum.
Rusya’yı oligarklar yönetirken faşizm, Ukrayna’yı oligarklar yönetirken normal karşılanabiliyor. Galiba burada AB’nin yeni bir ironisiyle karşı karşıyayız.
“Kopenhag Kriterleri”nin alt maddelerine de baktığımız zaman, bahsettiğimiz 3 ülke de üyelik için yeterliliği gösteremiyor.
Bu ülkelerin AB’ye katılımında herhangi bir sorun olmadığından Rusya’nın da itirazını kesin olarak görmeyeceğiz. Benim düşüncem bu yönde. Çünkü Rusya, bu kararlar ile birlikte AB’nin kendi sonunu hazırladığını düşünmüştür.
Rakiplerinin 10 adım sonrasında ne yapacağını hesap eden Rusya’dan bahsediyoruz.
AB’nin bu kararlar ile sonunu hızlandırma adımlarını şu yönden düşünüyorum.
Öncelikle Ukrayna’nın dönüşümü, AB için büyük bir maliyet. Gürcistan’da çok az bütçeyle bu dönüşümü tamamlayamaz. Belki en kolayı Moldova olur.
AB üyesi ülkelerin vatandaşları, artık sırtlarında yeni ülkelerin yükünü istemiyor.
Bunun geçtiğimiz yıllarda da tartışmaları çok fazla oldu. Örneğin Yunanistan krizinde Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkelerde halk sokaklara dökülüp, Yunanistan’a maddi destek paketlerine karşı protesto gösterileri yaptı.
Bu kararın ardından çatlak ses çıkaran İngiltere’nin referandum ile AB’den ayrılma kararı aldığını da hatırlatmak gerekir.
Türkiye’nin, AB’ye üyeliğinin başta ekonomik olmak üzere Avrupa’ya birçok yönden katma değeri olabilir.
Fakat bu bahsettiğimiz 3 ülkenin ekonomik yönden bile bir katkısı olamaz.
Üreten ülkelerden bahsetmiyoruz.
İş gücü potansiyeli yüksek ülkelerden bahsetmiyoruz.
Genç nüfusu olan ülkelerden bahsetmiyoruz.
3 ülkenin toplamından kat kat dinamiği olan Türkiye, AB’ye alınmazken, bu 3 ülkenin aceleye getirilerek birliğe dahil edilmesi başka bir tartışma konusu.
Türkiye’nin, Kopenhag Kriterleri açısından birçok konuda yetersiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Fakat inanın, bahsettiğimiz 3 ülkeden çok çok daha iyi pozisyonda olan bir Türkiye, birliğe dahil edilmezken bu ülkelerin aceleyle birliğe alınması yönünde atılan adımlar AB’nin de temel şartlarından saptığını gösterir.
Belki de Sovyetler Birliği devrilirken izlediğimiz heykellerin yıkılma sahnelerini Avrupa’da birçok ülkede farklı türde sembollerin yıkılmasıyla izleyebiliriz.
Bunu da en yakın zamanda göreceğimizi düşünüyorum.
.
Erhan Altıparmak, dikGAZETE.com