- Olağanüstü bir şekilde KOR-KU-TU-LU-YO-RUZ! Neden illa korona!..
- Bu “Korona” nasıl bir amaca hizmet ediyor ki bu derece büyütüldü ve halk kaosa sürüklendi..
- Dertleri; yaşlı, zayıf ve doğurganlardan kurtulmak!
- Bu salgın bize gösteriyor ki hastalıktan çok öte işler dönüyor!.. Belli ki ilaç ve aşı diye sunacakları her ne ise asıl altın vuruşu onunla yapacaklar!
:
Tarih: 17 Aralık 2009
Bundan tam 11 sene önce, dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ açıklama yapıyor;
"İlk ölüm 25 Ekim’de oldu ve 2 aylık bir süreç sonucunda vatandaşlarımızdan 12 bin 316 kişi domuz gribine yakalandı, 458 kişi bu grip sebebiyle can verdi."
***
Eminim ülkemizde yaşanan daha evvelki salgınların bu derece çok vatandaşımıza bulaştığından ve neredeyse "yarım bin kişi"nin öldüğünden hiçbirimizin haberi dahi yoktur.
Doğrusu, o dönemi yaşarken de bu derece korkmamış, psikolojimizi alt-üst etmemiştik.
Önlemler alıyor ama normal şekilde hayatımıza devam ediyorduk.
Şimdi ise sanki geçmişte bu tür biyolojik salgınlar yaşanmamış, hiç kimseye bulaşmamış, bundan daha fazla can kaybımız olmamış gibi olağanüstü bir şekilde KOR-KU-TU-LU-YO-RUZ!
Peki ama neden?
Neden bu korona sebebi ile din, dil, millet ayırmadan "Tüm dünyanın korkması" isteniyor?
Dünyamızda zaten daha fazla hızla yayılan ve daha fazla kişinin ölümüne sebep olan onca hastalık varken neden illa korona?
Bir tek misal vereceğim..
Sadece 2018 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, dünyada bir sene içinde tam 18,1 milyon kişiye kanser tanısı konmuş ve bunların 9,6 milyonu aynı yıl kanserden can vermiştir.
Kanser vaka ve ölümleri salgın olmadığı halde, bir çok salgından daha hızlı ilerliyor ve can alıyorken neden hala TV reklamları, kanserojen maddeler ile dolu olan ürünleri öneriyor?
Demek ki birileri razı bu gidişden.
Sessiz sedasız her sene milyon dolarlık ilaç ve tedavileri kullandıktan sonra, bunca insanın hala kanser sebebiyle ölmesi; ilaç şirketlerine kazandırırken, dünya nüfusunu belli bir sayıya indirmeye çalışanların da ekmeğine yağ-bal oluyor.
Buradan da şunu anlamalıyız ki "Bugün hastalık diye önümüze sürülenlerin YÖNETİCİLERİ var, ancak hiçbir hastalığın KORUYUCULARI yok..”
Bu noktada Rabbimizin şu ayeti celilesi bir tokat gibi çarpmalı suratımıza.
Rabbimiz şöyle buyuruyor;
"Bu topluma ne oluyor da hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar!” (Nisa Suresi/78)
Ne yapıyoruz Allah aşkına!
Hala oturup akletmiyor, düşünmüyor yalancı medya önümüze ne sürse afiyetle YUTUYORUZ!
Geçmişte yaşananlar, yakın tarihimiz, neden hiç küpe olmuyor kulaklarımıza.
Nasıl bir süreçteyiz, neden oturup araştırmıyoruz?
Hala bir kısmımız işi sulandırıp evde yaptığı yemeği, aktiviteyi sosyal medyada etiketlerle paylaşıp eğlenirken, bir kısmı kafasını deve kuşu misali kuma gömüp "komplo bunlar" diyor.
Diğer bir kesim ise “Geçmişte de veba vs. gibi salgınlar vardı, bugün de var ne olmuş ki” rahatlığına kapılıp aklınca kendini rahatlatıyor.
Oysa geçmişte kirli sular, kanalizasyon ve alt yapı sistemi olmadığından ötürü hijyensizlik, farelerin halkla iç içe yaşaması vs, sebebiyle kendiliğinden oluşan salgınlar ile, bugünün laboratuvar ortamında insan eliyle bile isteye üretilip, insanı kontrol altına almak için piyasaya sürülen salgınları bir tutmak ne büyük gaflettir.
Genetiği değiştirilen ve adeta canavara dönüştürülen bu virüsler, sadece bilim kurgu filmlerinde mi var?
Oysa bu insanlar bilmezler mi "tohum ve ilaç" üreten fabrikalar aynı kişilerin elindedir.
Kur’an’da, "ekin ve neslin ifsad edilmesi” gerçeği ile birebir uyuşan bir hal içerisinde değil miyiz artık?
Öyleyse insan eliyle üretilen bunca hastalığa nasıl pembe gözlüklerle bakabiliriz?
İlaç şirketlerinin; hayatlarını mahvettikleri binlerce insana yüklü tazminatlar ödediğini niçin görmezler?
"Herşey kendiliğinden oluşuyor ve hepsi doğal" zihniyeti hakikatin üzerini nasılda örtüyor.
Ve yarın o kabak bizim başımızda patladığında herşey için çok geç olur.
Bu biyolojik gerçekleri kabul etmeyen bir kafa yapısı, düşmanın silahıyla nasıl silahlanabilir?
Bakın, doğru tespit yapmadan asla çözüme ulaşamayız.
Analizlerimiz doğru olmalı ki, Müslüman basireti ile adım atabilelim.
Şunu bilmeliyiz ki "sapla samanın birbirine karıştırıldığı bir toplum" korku ile çok kolay yönetilir ve zihinler pekala işgal edilir.
Bugün, üzerimizde yürütülen senaryolar ile yapılmak istenen de budur.
Bu seferki imtihanımız geçmişe göre daha zordur.
Ve emin olun, bundan sonrası daha da zor olacaktır.
Çünkü Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Rabbinize kavuşana kadar sabredin!.. Zira her gelen gün, geçmiş günden daha kötü olacaktır" (Buhari)
Bizler bunu bilmeli, ancak korkmadan maddi manevi gücümüze güç katmalıyız.
“Dünya yıkılsa, bir tek ben kalsam, yine senin davanı taşıyacağım Ya RasulAllah!” diye her hücresi haykıran bir insanı hangi virüs kaosa sürükleyebilir?
Bugüne kadar bana "insanları korkutuyorsun!" diye saldıranlar anladılar mı acaba ne için çaba verdiğimi?
Pohpohlanan ve sahte bir dünyada, yalancı bir mutluluk empoze edilen bunca insanın bozulan psikolojisini ne düzeltecek şimdi?
Her zaman derim;
“Öyle bir yaşamalıyız ki, yarın çadır kente de düşsek, bir virüsle yoğun bakımda gün de saysak; yine aynı iman ve teslimiyetle güçlü olmalıyız!”
Bu Korona nasıl bir amaca hizmet ediyor ki bu derece büyütüldü ve halk, kaosa sürüklendi..
Beni asıl korkutan virüs değil, bu salgının hizmet ettiği amaç.
Dünya Sağlık Teşkilatı’nın eski uzmanlarından yani bu işin tam ehil kişilerinden olan Peter Koenig bu salgının amaçlarından sadece bir tanesinin çipli aşılar ve ilaçlar olduğunu söylüyor..
Yani bizler koronadan değil, gafil olmaktan korkmalıyız.
Davos'ta kararlaştırılan "ID2020" mevzusunu araştırırsanız, ne demek istediğimi daha detaylı şekilde öğrenebilirsiniz.
Dertleri; yaşlı, zayıf ve doğurganlardan kurtulmak!
Bunca zaman, türlü kimyasallar ile insanların bağışıklık sistemlerini zayıflatıp durdular..
Bugün ise bu insanların direnemediğini görüyoruz.
Dünyanın en genç profesörü ünvanını alan ve “Türk Einstein” olarak bilinen “Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu” bakın ne diyor;
“Zamanında kuş gribi diye bir salgın vardı. Bu gribi en çok Afrika halkına yaydılar. Ve daha sonra aşıları bu insanlar üzerinde ücretsiz olarak uygulandı ve en çok da kadınlara yapıldı.
Biz de ah ne güzel, ne iyi insanlar dedik. Ama yıllar geçince anladık ki sözde salgını bitirecek olan bu aşıların içerisinde sadece ilaç yoktu.
Aynı zamanda insanları kısırlaştıran ve kadınların bebeklerini düşürmelerine sebep olan kimyasallar da vardı.
İşte insanların aklıyla böyle dalga geçiyorlar ve nesillerini tüketiyorlar.”
Bu sözler bana ait olsaydı cahillikle suçlanırdım ama “Dünyanın en genç profesörü” ünvanını alan ve kimya, moleküler biyofizik, biyokimya, matematik alanlarında uzman olan Oktay Sinanoğlu'na "hadi ordan komplocu" diyecek kadar alim olanınız var mı?
Bu süreçte kaybedenler "çok korkanlar" olacak..
Vallahi sadece Allah'tan korkanlar, bu salgında ölseler de kalsalar da bu sürecin kazananları olacaklar..
Açlıktan korkup, reyonları yağmalayanlar, millete “En az 1 yıllık stok yapın!..” aklını verenler..
Hiç düşünmezler mi geride kalan fakirin hakkını?
Senin gibi tek seferde 10 kilo pirinç alacak parası olmayan, boş reyondan ne götürecek evdeki yavrusuna?
Ya da evini, eşiğini bedenini kimyasala boğanlar..
“Korona”ya yakalanmazlarsa zaten bu gidişle 1-2 aya kalmaz egzama, sedef ve ciğer hastalıklarına yakalanacaklar..
Veba bulaşan insanlara;
“Sen salgına yakalandın, hastasın!” diyen gayrimüslim doktorlar vardı.
Ve bir de veba bulaşan Müslümanlara;
“Mübarek olsun, şehadetin gelmiş! Mübarek olsun!” diye müjde veren İslam hekimleri vardı..
Sahi, gerçekten de gönüllere ferahlık vermiyor mu!..
"Taundan (yani salgın hastalıktan) ölen şehittir!" müjdesini veren bir Rasul’e Ümmet iken, bize düşen nedir ki!
Korkmadan, dimdik durarak bilmemiz ve yapmamız gereken 2 şey var..
1- Rabbimizin kelamlarına sıkı sıkı sarılmak, Peygamberimizin sünnetlerine dişlerimizle tutunmak, bol bol istiğfar etmek, bedenimizi ve ruhumuzu haramlardan sakınmak, yediklerimizin helal ve tayyip olmasına özen göstermek; kısacası "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" ayetini iliklerimize kadar hissedip amel etmek..
2- Bütün bu olanların “Ahir zaman tuzakları” olduğunu bilmek. Gaflete kapılmadan üzerimizde kurulan bu oyunların idrakine varmak. Okumak, araştırmak, sorgulamak.
Bu salgın bize gösteriyor ki hastalıktan çok öte işler dönüyor.
Belli ki ilaç ve aşı diye sunacakları her ne ise asıl altın vuruşu onunla yapacaklar!
Bize düşen, daha uzun yaşamak değil, Müslümanca yaşamak..
Sıcak yatakta ölmek değil, Müslümanca ölmek!
Kıymetli Kemal Özer'in şu sözleri ile bitirmek istiyorum;
"Bundan sonra ya daha karanlık bir çağa gireceğiz yahut da kurtuluşa ramak kaldı.
Karanlığa doğru sürüklendiğimiz kesin. Ama ümitsiz hiç değiliz. Korkmaya gerek yok. Çünkü yeryüzünde tek söz sahibi bu haydutlar değil.
İyilik ölmedi, iyiler ise tümden sahadan çekilmiş değil. Yeter ki bu iblislerin bilim dinini sorgulamayı öğrenin, gerisi çorap söküğü gibi gelir."
İstikbal İslam’ındır!
Vesselam!
.
Yağmur İbiç Mirzayeva, dikGAZETE.com