Kültürel değerlerin tümünün süreklilik gösteremeyeceği gerçekliği ve buna bağlı algılamaların da değişim-dönüşüm kanunundan kurtulamayacağı realitesi tarihi sürecin öğretileri arasındadır.
Kültür değerlerinin dogmaya dönüşmesini önleyen olgu, gene kültürü üreten akıldan başkası değildir. Kutsiyet iddiası olmayan, tartışmaya açık her kültürel kavram, üzerinde konuşuldukça fikir üreten mekanizma niteliği alacağı da bu gerçekliğin bir parçasıdır.
İki ayrı disiplinde farklı anlam çağrıştıran kavramlardan biri olan apati; psikolojide hastalık anlamı taşırken, felsefede pozitif konotasyona sahip olması tartışmayı enteresan bir noktaya taşıyor.
İnsanın apatik bir varlık olduğunu kabul eden bilimsel yaklaşıma karşı geliştirilen empati kurabilme kültürü ile birlikte; iki ayrı toplumsal tasavvur seçeneği doğmuş oluyor.
Haz duyabilmenin, cefadan uzaklaşmakla mümkün olacağını düşünen Epikürcüler, huzurlu (mutlu) yaşamın strüktürlerini oluşturmada, sahip olunan gücün boşa tüketilmemesini vaaz ediyorlardı, ihtiyaçların sınırlandırılması ile daha fazla mutlu olabilmenin mümkün olunabileceği inancını paylaşıyorlardı.
Buna karşın empati kurarak, başkalarının acılarına ve sevinçlerine ortak (katılmak) olabilme yolunda gösterilen gayretlerin; yüksek yoğunlukta meditasyon gerektirdiği ve bu affektleri oluşturabilmek için fantezi sınırlarını sonuna kadar zorlama koşulu, tamamen sahip olunan kişisel (nispi) güçle orantılıdır.
Antik felsefede idealleştirilmiş olduğu görülen apati, çevreye ve olaylara duyarsız kalabilmenin yol ve yöntemlerini arar. Toplu yaşam ise beklentiler ağı üzerinden gelişen, iletişimi zorunlu bir araç kılan reel yapılanmadır.
Haz prensibi temellerinde yükselen apatik yaşam anlayışı, bir nevi sözleşme toplumu, dolayısı ile “beklenti-karşılık-beklentinin beklentisi” (Niklas Luhmann) zincirini oluşturur. Bu bakımdan yaşamış olduğumuz toplumdan tek farkı; daha reel, daha az manipülatif oyun kuralları içerisinde, bireyin özgürlüklerine daha fazla hassas yaklaşmasıdır. Bireysel özgürlük olarak tanımlanabilecek haz prensibi (hedonizm), kişinin kendi isteği doğrultusunda istemediklerine uzaklaşması demektir.
Fakat apati kavramı (psikoloji), sadece arzulanmayan duyumlara kayıtsız kalmak anlamını taşımaz, tüm duyguların dışa vurulmaması (donma) anlamına gelir.
Burada sorulması gereken soru; hangi ölçüde duygularımızın kontrolünü belirlememiz gerekliliğidir.
Duyuların bilinçli kontrolü yanı sıra, elimizde olmayan determinant faktörlerin de rol oynuyor olması, ayrı bir boyuta işaret ediyor. Bunlar arasında; doğal seçicilik (tabii seleksiyon), unutkanlık ve alışkanlık önde gelen etkenlerdir.
Şu günlerde gelen şehit (ölüm) haberlerinin toplumun büyük bir bölümünde kanıksandığı izlenimi vermesinin temel nedenleri; a) Medyanın manipülasyonları ile dikkatlerin başka odaklara yönlendirilmesi, b) Empati kurabilme enerjisinin azalması, c) Olayların sıradanlaşması (alışkanlık)
Duyunun körleşmesi yahut sınırlandırılması, sadece toplumu zedeleyen yapıştırıcı öğeler değil, aynı oranda kişisel oluşumun (kognitif) elementleri olduklarından, zihinsel işleyişin de sağlıklı sonuçlar doğuracağı söylenemez.
Gayret edilen otarşi, -başkasına muhtaç olmadan hayatı idame ettirme düşüncesi-, kuşkusuz iyi bir önerme olmakla birlikte, toplumsal yaşamla iç içe sürdürülmesinin çok yararlı olduğu iddia edilemez, çünkü toplumsal yaşamın amacı yardımlaşarak güçlüklerin üstesinden gelme becerisidir.
Yazılmamış antlaşma anlamı içeren topluca yaşama arzusu, salt rasyonel düşünüş olarak adlandırmakla kalmaz, büyük bir porsiyon entüisyon da bu yaşam tarzının vazgeçilmez unsurudur. Entüisyon kavramından anladığım sezgi olarak tercüme edilemez, çünkü sezgi ilkelliğe işaret eder ve bir tür hayvansal içgüdünün insandaki şekillenişidir. Oysa entüisyon, çok hızlı düşünmenin, geçmişten edinilen tecrübelerin, duyumsananın ve biraz da aracısız bilginin tezahür edişidir.
Apati ve empati kurma gerekliliği her zaman tartışılmaya açık ve tartışılması gerekli kavram çiftidir. Toplumsal dayatmalar sağlıklı karar alınmasına engel teşkil etmekle beraber, zaten kişisel özgürlükler alanında işlev gören bu kavramlar, bireyin kendi değerlendirmesinin yansımasıdır.
Empati kurmak yerine komünikasyon tercih edilecek olsa; insanlar arası ilişkilerin fantazik zorlamalardan sıyrılarak gerçek iletişim kurulma olasılığı doğar, çünkü bu sayede anlamak istenilen kişiye, soru sorarak onun cevaplarıyla anlamak daha fazla mümkün olur.
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com