Bu yazımızın maksadı, Anadolu’nun siyasî coğrafyası ve buna bağlı olarak da bir takım tarihî olaylar ve bilhassa Peçenekler, Lebounion savaşı ve Göller Bölgesi’ndeki Ortadoks Türkler konusundaki kanaatlerin nasıl yanlış oluştuğunu ve bunun ne kadar vahim olduğunu, delilleri ile ortaya koymaktır.
“Aziz Teofanes, 664’de beş bin Sklavonia'lının Apameia civarında Selevkobolos'a yerleştiklerini, ve Bizans ordusuna girmiş 20 bin Sklavon’ın, 691’de orduyu terkle Arapla’a iltihak ettiğini söyler” (Remsi, 1960: 392, Teofanes 348, 366).
Teofanes, Apameya ve Kemer Boğazı civarında yaşadığı için, bölge hakkında verdiği malûmat sağlamdır.
Teofanes’in Battâl Gâzî, köprü ve ırmak için verdiği malûmatın sağlaması yapılmıştır.
Onun dediği Kizikos, Marmara Denizi kıyısındaki Kizikos olmayıp, Gelendost-Afşar’ın bulunduğu yerde veya yakınındaki bir Kizikos’tur.
Dolayısıyla, büyük bir ihtimalle, Eğirdir Gölü’nün kuzey-doğu köşesindeki İskeles köyü, söz konusu Sklavonlar’ın yerleştiği yerlerden biridir.
Anna Komnena’nın Aleksiad (Alexiad) adlı ünlü eserinin 204 s. ilâ 257 s. arasında zikredilen Peçenek olaylarının tümü de Bolvadin ilâ Eğirdir arasında, Senirkent- Yüz Tepeler bölgesinde ve Gelendost ovaları ile Eski Eğirdir Gölü ve Hoyran Gölü kıyılarında cereyan etmiştir.
Hâlbuki, sayın zevat Kurat, Uydu Yücel ve Umar, olay ve yer adları konusunda yanlış kanaatler ileri sürmüş oldukları için Peçenekler ile ilgili olaylar konusunda da yanılgıya düşmüşlerdir.
Dolayısıyla, olayları burada arz edilen ana kaynaklardan takip etmekte zaruret vardır.
Burada, öncelikle yer adları konusunu ale alalım:
Polibotos, Afyonkarahisar-Bolvadin; Hades veya Polemon, Karamık-Karacaören; Rusion, Şuhut-Uruzlar; Corulos, Çoru (Demirbel); Kuru-kireç (Xerogypsos), Kali Çayı; Sidera, Arızlı; Mikra İznik, İznik; Lampe, Dristra, Plyristra, Nimfe ve Pentapolis, Senirkent-Uluğbey; Bitzina veya Becene, Uluborlu; Bitzina Çayı, Uluborlu Şehir Çayıdır. İstros (Tuna), Uluborlu Papa çayı; Damatrui (Edremit), Yalvaç- A. Tırtar köyüdür. Bu konuda Hamideli Tarih adlı yayında çıkmış birçok makalemize bakılabilir.
1049’da Hoyran Gölü kıyısındaki Damatrui (Edremit) ve Yüztepe’ye Gelen Peçenekler
Kemer Boğazı’nda yaşayan Cedrenus’u kaynak alan Prof. Akdes Nimet Kurat, Bizans’ın, 1049 yılında Büyük Selçuklulara karşı, Sulçe, Selte, Karaman ve Kataleym adlarında dört Peçenek beyinin emrine olarak 15 bin atlı gönderdiğini yazar.
Katabatara ve Kataleym adları ilginçtir. Bunların İstanbul Bulgurlu’daki Damatrui’den geri döndükleri; atlarıyla Üsküdar’dan Boğaz’a atlayıp, yüzerek Büyükdere’den çıktıkları; Şumnu ilerisinde Yüztepe’deki akrabalarının yanına vardıkları yazılır (Kurat, 2016: 163-64).
Birincisi, 15 bin atlının akıntının tersine 15-17 bm (bin metre) yüzmeleri aklî değil.
Zaten bunun doğru olmadığını gösteren onlarca olay var.
Aslında, 15 bin atlı, Hoyran Gölü’nün doğu sahilindeki Damatrui (Edremit)’e gelir, buradaki toplantıda, Selçuklular’ın o tarihlerde akınlar yapmış olduğu Doğu Anadolu’ya gitmeme kararı alırlar ve Kemer Boğazı’nı geçerek Senirkent ovası, yani Yüztepe’de bulunan akrabalarının yanına gelirler.
Bu kayda göre 1049 yılından önce de Uluborlu ve Senirkent ovasında Peçenekler’in bulunduğu anlaşılmaktadır.
Peçenekler’in Uluborlu veya Becene’ye ilk ne zaman geldiğini bulma işini tarihçilere ve Bizans tarihi uzmanı olduğunu söylenilen Prof. John Haldon’a bırakalım.
Yüztepe, Anna’da Yüz Tepeler olarak adlandırılmaktadır (Anna, 1996: 225) ve burada çok sayıda höyük veya tepe olduğunu anlatılır.
Türkler’in Kırkayak dediği böceğe, Rumlar yüz-ayak derlermiş; bu dil anlayışının gereği olarak da bölgeye ‘yüztepe' denmiş olsa gerektir. Ne hikmetse Peçenek olaylarında bâzı yazarlar tarafından Balkanlar’da yaşadığı söylenen “yarı barbar Monastras, Ouzas, Lebounès ve Leon Nikerites”, Selçuklu-Bizans savaşlarında Kemer Boğazı yakınında bulunan Kundanlı, Barla önü ve Senirkent ovasının bölge kumandanlarıdır (Anna, 1996: 217, 264, 403, 483). Bu yazarlar, Peçenek olaylarında zikredilen Edirne’nin, Kemer Boğazı geçidi, Taurokomos’un 30 bm şarkında ve Kıral Yolu üzerindeki Gelendost-Kötürnek, Tauro’nun da Toros olduğundan habersizdirler (Anna, 1996: 226-227-228, 298).
Bilge Umar, Nikerites için Tuna bölgesi kumandanı der ki, onun Tuna dediği Uluborlu Papa çayıdır. Tuna, eserin aslında İstiros olarak geçer.
Süleyman-şah (1074-1086) ve Eğirdir Gölü Civarındaki Türkler
1075 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Bizans hükümetine verdiği yardıma karşılık, bir antlaşmayla Uluborlu, Barla, Eğirdir, Yalvaç ve doğusunu almıştır (Remsi, 1960: 221 açık.1; 448).
Ardından da 1080 yılında Bursa-İznik’i fethederek başkentini oraya taşımıştır (Yinanç, 2013: 87).
Süleyman Şah, 1084 yılında Hatay Antakyası’nı fethe giderken, Bursa-İznik’i akrabası Ebû’l-Kasım’a emanet etti ve Roma Askerî yolunu takiple Kemer Boğazı’na geldi.
Türk beylerinden Muhammed İlhan’a Senirkent, Karlı Barak’a ve Tanrıvermiş’e Yenice-Afşar-Gelendost ovasını, Kundan Bey’e Kundanlı, Çaka Bey’in kardeşine Yalavaç ovalarını, Alp Kara’ya Eğirdir Gölü’nün ayağı olan Monolikos ırmağı çevresini emanet etti.
Çaka Bey’e de Eğirdir ve Hoyran Gölleri ve iki göl arasındaki ırmak ile göl sahillerini emanetle, Beyşehir ve İbradı üzerinden Side’ye yâni Eski Antalya’ya geldi.
Side’den itibaren 280 yoldaşı ile deniz yoluyla Samandağı limanına, oradan da Antakya’ya vardı ve bir gece baskınıyla Antakya’yı fethetti.
Süleyman Şah, 1086’da da Ayn-ı Saylam’da Tutuş’a mağlup oldu, kaçtığı Caber Kalesi’nde 4 Haz. 1086’da intihar etti (Anna, 1996: 195; Yinanç, 2013: 124).
İç organları Caber Kalesi’ne, bedeni de Halep Kalesi dışına gömüldü.
Bu kayıttan Süleyman-şah’ın, Hüdâvendigar ve Kanûnî gibi iki mezarının olduğu anlaşılır.
Muhammed İlhan, Uluborlu’yu Doğu Roma ordusuna karşı başarıyla korudu ve Menderes suyunu takiben denize, yani Eğirdir Gölü’ne kaçmak isteyen Rumlar’ı, Kemer Boğazı’ndaki köprüde imha etti (Anna, 1996: 207-209).
Süleyman Şah’ın ölmesi, Türkler’in maneviyatını bozdu ve Aleksi Komnen’i cesaretlendirdi ve İlhan’ın üzerine yüklendi; Anna Komnena bu olayı şöyle kaydeder:
“Aleksi’nin kumandanı Opos, Apolloniad’ı (Uluborlu) kuşattı. İlhan, ona karşı yeterli gücü olmadığı için şehri, kendiliğinden teslim etti, hısımlarıyla birlikte imparatorun emrine girdi, Hıristiyan oldular ve ödüllendirildiler. Bunu duyan diğer beyler de Aleksi’nin emrine girdi. O, yalnız şu ünlü göçebe Peçenekleri değil, bütün Barbarları dinimize döndürmek isterdi” (yıl 1088’ler) (Anna, 1996: 209).
Bilge Umar ve diğer tarihçiler, bu iki olayın yerini Bursa-Ulubad sanarak bir yanılgıya düşmektedirler.
Öte yandan, Halife Ömer b. Abdülaziz döneminde, çok büyük sayıda Gayrimüslim vatandaş, Müslüman olur ve devletin cizye gelirleri her geçen gün düşer.
Bu konuda onu uyaranlara Ömer, “İşte bu benim icraatım: Hz. Peygamber’in, peygamber olarak gönderiliş amacının tâ kendisidir” der (En Nedevî, 1992: 64).
Osmanlı ise Ömer bin Abdülaziz gibi davranamaz; sanki Peçenekler’in Müslüman olmasını istemez veya en azından Müslüman olmaları için bir gayreti görülmez.
29 Nisan 1091 Salı: Küçük Aslan (Lebounion) Savaşı
İmparator Aleksios’a karşı yardım almak için Dristra veya İlegüp Beyi Tatu, Kumanlar’a gider, fakat bu arada Aleksios, hemen Senirkent ovasındaki Peçenekler’e saldırır fakat yenilir.
Talep üzerine uzak yerden gelen Kumanlar, savaşın bitmiş olmasına rağmen, ganimeti bölüşmek ister, fakat Peçenekler ganimeti bölüşmez ve böylece Peçenekler’e yardıma gelmiş olan Kumanlar, onlara düşman olarak yurtlarına dönerler (yıl 1089-1090’lar?).
Kumanlar, uzaktan geldiklerine göre Bolvadin, Eskişehir veya Beyşehir tarafından gelmiş olmalılar.
Düşmanlık ve Aleksios’un dolapları, Peçenek ve Kumanları savaşa sürükledi ve 29 Nisan 1091’de iki Türk kavmi savaştı; “Peçenekler tam bir yenilgiye uğradı ve ancak Ozolimne'ye güçlükle kaçanlar kurtuldu. Bunlar, orada, bir zaman, kımıldamaya bile cesaret edemeden, Kumanlarla kuşatılmış olarak kaldılar” (Anna, 1996: 224).
Oğuz Gölü: “Ozolimne dediğimiz gölün, hatırı sayılır çevre uzunluğu ve genişliği vardır.
Yüz Tepeler denen yerin ötesindedir ve ırmakların en uzunları, en bol su getirenleri oraya boşalır; yüzeyinde çok sayıda büyük taşıma gemileri gider gelir, bu da gölün ne kadar derin olduğunu gösterir.
Ona Ozolimne denmesi, sağlığa zararlı ve tiksindirici kokular yaydığı için değildir.
Tersine, vaktiyle bu göle, günlük konuşma dilinde Ouz [Uğuz]'lar denen Hun’lardan bir ordu gelip, onun kıyılarında konaklamıştı.
O günden beri, bu göle Ouzo-limne denmiş, kuşkusuz adın içinde u sesi de varmış [zamanla Ouzo'nun u'su düşerek, Ozo-Limne (kokar göl) olmuş].” İşbu Oğuz Gölü, 4x5 ligue (16x20 bm) ebadındaki eski Eğirdir Gölü’dür.
Küçük Aslan Savaşı’nın Yapıldığı Yer:
İmparatorun teşvik ve hilesiyle Kumanların Peçeneklere büyük bir kıyım yaptığı Küçük Aslan savaşının yapıldığı yer, Haritada da görüldüğü gibi Eğirdir Gölü kuzey sahilidir (Anna, 1996: 254).
Anna Komnena, bu savaşta Kumanlar’ı 40 bin, Dağlıları 5 bin olarak verir ki, bu sayılara göre Bizans ordusu asgari 10 bin kişilik demektir.
Peçenekler daha kalabalık denildiğine göre onlar da 55 binden daha çok olmaları gerekir. Ama biz, Anna’nın anlatımına göre, savaşın yerine ve orduların dizilişine baktığımızda Anna’nın bu rakamları çok abarttığını görüyoruz.
Kanaatime göre Bizans ordusu 3-4 bin, Dağlılar bin, Kumanlar 9-10 bin, Peçenekler 10-12 bini ve toplam savaşçı da 20-25 bini geçmez.
Bir husus da: Kumanlar’ın sağ kol kumandanı Monastras ile soldaki Ouzas, yani Oğuz, ikisi de Yalvaç-Kundanlı bölgesi kumandanıdır.
Barla civarının Bizans kumandanının adı ise Lebounès idi (Anna, 1996: 489). Nişanyan’a göre Lebounès, Ermenice Levunis, yani Aslan, Lebounion ise Küçük Aslan demektir. Yine Umar’ın açıklamasına göre Lebounion, Lebounès’in yeri demektir (Anna, 1996: 252, açık. 1).
Buradan anlaşılan 1091 yılındaki savaş, İmparator Aleksios’un 1116 yılındaki seferinde Roma bölge kumandanı olan Lebounès, yani Aslan’ın bölgesinde olmuştur.
Anna’nın bahsettiği dağ, Barla Dağı’dır ve savaş, bu dağın doğu eteğinde, bugün göl altında kalan ovada cereyan etmiştir.
Senirkent-Uluğbey için Küçük İznik, Yalvaç için Küçük Antakya dendiği gibi; Aslan adlı kumandanın bölgesi için de Küçük Aslan, yani Lebounion denilmiştir.
Bu savaşın yeri hep yanlış bilindi ve Meriç kıyısındaki Enez kabul edildi.
Ozolimne kâh Tuna kıyısında bir göl, kâh Azak Denizi denildi ama ikna edici bir yer gösterilemedi.
Biz, “Hamideli Tarih 05” adlı eserde, “Göller Bölgesi’nin Tarihî Coğrafyası: Uz/Oğuz Gölü ve Levunis Meydan Savaşı (29 Nis. 1091)” adlı bir yayın yaptık ve bu yeri, yukarıdaki haritada gösterdik.
Barla halkı, bu yere Ainalı, yani Aynalı Çarşı der. Tarihçi maalesef Barla önünde Menderes’in ağzında bir Ainos daha olduğunu bilmez.
Açıklama:
Barla Ainos veya Barla Aynalı Çarşı denilen yer ile Enez arası kuş uçumu 500 bm, Kıral Yolu ve Çanakkale üzerinden 860 bm, Afyon-İstanbul üzerinden 820 bm uzaklıktadır. Enez ile Peçeneklerin kaçtığı, uzun bir zaman Kuman kuşatmasında kaldığı Oğuz Gölü’nün bulunduğu söylenen bölgenin bir şehri olan Silistre’nin arası 520 bm’dir.
Azak Denizi ile arasındaki mesafeyi siz tahmin edin ve bir tarihçinin olaya yaklaşımı ve göle kaçan insanların kurtuluşunu siz düşünün!
Sahiden göle kaçan insan boğulmaz mı?
Peçenekler gölde, hiçbir yere kımıldamadan uzun bir zaman nasıl kaldı?
Lebounion veya Küçük Aslan (yeri) ile Eğirdir Gölü’ndeki Yeşilada’nın arası 18-19 bm’dir.
Bizans tarihçisi Ataleiates’in ve Brienios’un dedikleri gibi “Kentlerin Sultanı İstanbul”, “Kentlerin kıraliçesi ise İbnü’l-Esîr’in Ammûriyye” dediği yer imiş.
Öyle anlaşılıyor ki, İbnü’l-Esîr’in “Hıristiyanlar’ın göz bebeği ve Hıristiyanlar yanında İstanbul’dan daha şerefli” dediği, bir adı da Becene, yani Peçenek olan Uluborlu’dur (İbnü’l-Esîr, 1986: 6, 418).
1142 Yılında Pasguse veya Eski Eğirdir Gölü’nde Vukû Bulan Bir Olay:
“Bazı yöreler Türkler’e boyun eğmişti. Bunlar arasında bir deniz kadar büyük Pusguse Gölü de vardı.
Gölün içinde küçük fakat çok müstahkem adaların ahalisi Hıristiyan olup kayıkları aracıyla Konya Türkleriyle çok canlı ilişkiler sürdürmekteydiler.
Böylece bunlarla Türkler arasında sadece bir dostluk kurulmakla kalmamış, bunlar, âdet ve gelenekleriyle Türkleşmişlerdi.
Bu sebepten sınır komşularının tarafını tutuyor, Bizanslıları kendilerine düşman görüyorlardı.
Uzun bir alışkanlık işte milliyet ve dinden daha güçlü oluyor. Bunlar akıllarını yitirmişçesine davrandılar: İmparatora küfürler savurdular ve adalarını koruyan su engeline güvenip onun emirlerine açıkça karşı koydular” (Honiyates, 1995: 24).
Yeşilada veya Nis’de yaşayan Peçenekler, İmparator Yuannis, yani Jan’ın babası Aleksios’un 50 yıl önce kendilerine yapmış olduğu vahşeti henüz unutmamışlardı. Ama buna rağmen Peçenekler’in, Hıristiyanlık’tan vazgeçmedikleri görülüyor.
Küçük Aslan savaşından 50 yıl sonra meydana gelen bu olay, Eğirdir Gölü’ndeki Hıristiyan ada ahalisinin 50 yıl önce Kumanlar’dan kaçan Peçenekler olduğunu gösterir.
Hiçbir millet, 50 yıl gibi bir sürede dilini terk edemez.
İşte bu iki olay, Batılı gezginlerin ve bizdeki kötü niyetlilerin Rum ve Grek dediği Hıristiyanlar’ın Peçenek olduğunu kesin olarak ispat eder.
Dünyada Peçenek dilinin kaybolduğu sanılır.
Peçenek dili kaybolmadı; o hâlâ yaşıyor. Çünkü “Peçenek” dili denilen dil Türkçe’dir.
“Ellik gâvuru” dediğimiz Ortadokslar’ın, Türkçe’den başka dil bilmeyişleri ve “1142 yılında Eğirdir Nis Adası’ndaki Hıristiyanlar’ın âdet, gelenek, görenek olarak Türkler’ benzediklerine dair Honiyates’in ifadeleri bunun çok açık bir delilidir” (Honiyates, 1195: 24).
Tarih iyi okunursa, Göller Bölgesi’ndeki Ortadokslar’ın hepsinin de Ada’da bulunan Peçenekler gibi, Peçenek, Kuman, Sarmat ve Oğuz olduğu görülür.
Zaten Uluborlu’nun bir adı Becene, yani Peçenek’tir.
“Peçenekler, kentlerin kıraliçesi, yani Uluborlu’nun yakınındaki büyük kasabaları da alıp, Bathys Rhyax denen derin akarsuya da vardılar” ve “Skamandros çayı, büyük ve derin el-Battal nehridir” ifadesinde zikredilen derin akarsu, Kemer Boğazı’ndaki ırmaktır (Anna, 1996: 248 ve Vittek, 1944: 2).
Anna Komnena’nın zikrettiği, zaman zaman kendi aralarında, zaman zaman da Bizans ile çatışan İskitler, önce Hıristiyan edilmiş ve sonra da Eğirdir ve Beyşehir gölleri ile Afyonkarahisar ve Karaman civarında hudut boyu yerleştirilmiş Peçenek, Kuman, Oğuz ve Sarmatlar’dan başkası değildir.
Aslında bunlar, “kendi dillerini unuttukları sanılan Rumlar” değil, kendi dillerini unutmayan Türkler’dir.
Ne yazık ki bu Türkler, eski nesillerin öbür âleme göçüp gitmesiyle bugün artık, Yunanistan’da Rum halkı arasında yavaş yavaş dillerini unutmakta, hatalı tarih yazımı ve Hıristiyanlığın tesiriyle de Rum olduklarına inandırılmış ve hâlâ da inandırılmaya çalışılmaktadır.
Kilaman’ın oğlu Lazaros K. Aşıkoğlu tarafından yazılan; “Kilaman: Anadolu’dan Gelen Bir Rum’un Anıları” adlı eserde, tarihî Barla (Parlais) şehrinde yaşamış bir Hıristiyan hikâye edilir.
Barla, tarihte (Eski) Tralleis ve Sart adlarıyla da anılır.
Kyros, MÖ 401’de kumandanlarının hanım ve çocuklarını bu kalede bırakarak kardeşi Erdeşir üzerine yürümüştü.
Menteş veya Hamid Bey’e tâbi Ertuğrul Gâzî’nin 1271 yılında fethettiği Toroslar’daki muhkem kale Barla idi.
Bu şehrin 1160’lı yıllardaki adı Pithekas olup, Pitekas kanaatimce ‘bir Peçenek adıydı; aslı “Bitik” olup, Barla’nın eski bir kent olduğunu anlatır’.
Kilaman için 2006’da bir önsöz yazan Prof. Dr. Alexandr Kakavulis, ya kötü niyetli veya Barla civarının tarihini bilmiyor.
Bunu bilmeyen yalnız Kakavulis değil, bu konuda dünyada genel bir cehalet var.
“Müslümanlaş(tırıl)mış Rumlar” adlı eserinde Mert Kaya, benzer hataya düşer.
Ne acıdır ki, kitabının başlığı için zorla Müslüman edilmiş manasına bir isim seçmiş ve Türkiye’de de yayınlayabilmiştir.
Herkes bu insanların Rum olduğunu ve dillerinin Türkler tarafından değiştirildiğini sanıyor.
Türkler, bu insanların dilini değiştirmek isteseydi, Bizans’ın Türkler’i Hıristiyanlaştırdığı gibi onları önce Müslüman yapar, Rum alfabesi yerine de “eski yazı” ile yazmayı sağlar ve işi kökünden hallederdi.
Venizelos’un, ülkesinde Hıristiyan nüfusun azlığından şikâyet etmesi üzerine Lozan anlaşmasının mimarı İngilizler’in tesiriyle antlaşmaya ‘mübadele’yi koymuşlar ve böylece Yunanistan’daki Türk ve Müslüman nüfusunu azaltmışlar, buna mukabil Türkler’in aleyhine Hıristiyan nüfusu artırmışlardır.
Sonuç: 878 yıllık bir hatıra: Can Ada
Biz, Osman Turan gibi Peçenekler’in Müslüman olduğuna inanamıyoruz.
Çünkü merhum, olayların meydana geldiği yeri ve Peçenekler’in Türkçe konuşmakla beraber; Eğirdir, Barla, Uluborlu, Atabey ve Isparta’da, 1924 yılındaki mübadeleye kadar Ortodoks kalmaya devam ettiklerini bilmiyor.
Bizanslı vakanüvis Honiyates’in 1142 yılında, Eğirdir Nis Adası’nda, Hıristiyan olmalarına rağmen Aleksi Komnen’in oğlu Jan Komnen’e hakaretler yağdıran ve Türkleştikleri söylenilen ada halkı, 50 yıl önce, yani 1091 yılındaki Kuman-Peçenek savaşında Oğuz Gölü’ne sığınan Peçenekler’di.
İmparator Jan Komnen’in bu olayda karargâhını kurduğu Can Ada’nın adı, imparatorun Jan adının Can’a dönüşmesiyle oluşmuş olmalıdır.
Peçenekler, Türkçe konuşuyor ve Türkler’in veya Müslümanlar’ın “düden” dediği bir kelimeyi Türkçe bir adla “katabatara” olarak söylüyorlardı.
1914 yılında Isparta’daki Ortadoks Türkler’i Grek, Ermeniler’i Ermeni yazan kaynağın, Türkler’i yalnız Müslüman yazması bir tesadüf değil, ileride yapmayı düşündükleri bir şeyin ilk adımı sayılmalıdır.
Batı Trakya’daki Türkler’e, “Siz Türk değil Müslümansınız” demeleri boşuna değildir.
Milyonlarca Türk, Hıristiyan edildi, eriyip yok oldular.
Bugün ülkemizin tekerine taş koyanların çoğu, belki de Türklüklerini unutmuş bu Türkler’dir.
Türk’ün idaresi altında, bugüne kadar kimliklerini korumuş olan insanlar, Hıristiyanlar tarafından yok edilen bu kavimlerin akıbetini biraz olsun düşünmezler mi?
Ailesi 1924’de Eğirdir’den Yunanistan’a göçen, Hacı İlyas Hacıoğlu (d. 1937), her yıl Eğirdir’i ziyaret ediyor ve Eğirdir hakkında bir kitap yazıyor.
Hacı İlyas ve yeğenleri Kostas Fidanitis (d. 1949) ile Kiryako (d. 1955)’nun yüzlerine, Peçenek Türkü olabileceklerini ifade ettiğimizde, yüzlerinde zerre kadar bir değişme olmadı.
Yunanistan’a vardıklarında, “Türk dölü” diye hakaret görmelerini unutmuş, adeta Rumluklarından hoşnut görünüyorlardı (bk. 2006 ve 2015 yıllarına ait iki resim).
Ama biz her şeye rağmen gerçeği aramaya ve yazmaya devam edeceğiz.
.
Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com
(Solda) Kâzım Özgür (resim çekiyor), Âdem Soyak, Belediye Başkanı Ömer Şengöl, Niğdeli Karampulos (ayakta), (Sağda) Erdoğan Oruç, Yar Ali Kafkas, Hacı İlyas Hacıoğlu, Ramazan Topraklı, 5 Haziran 2006, Eğirdir-Konya Bucağı, Resimde Y. Müh. Ramazan Topraklı ile Av. İlyas Hacıoğlu, bölge tarihi üzerinde konuşurken görülüyorlar.
Mustafa Topraklı (1977), B. Mustafa Şahin (1947), Kiryako (1955), Ramazan Topraklı (1944), K. Fidanitis (1949), BB Ömer Şengöl (1950), Hacı İlyas Hacıoğlu (1937), Mustafa Çetinkaya (1986), 23 Ağustos 2015, Eğirdir-Altıngöl Otel.
.
Kaynak ve Tetkik Eserler
1-Anna Komnena (1996): Alexiad, Malazgirt’in Sonrası, Çev. Bilge Umar, İnkılâp Kitabevi-İstanbul
2-Deguignes, Josef (1976): Büyük Türk Tarihi Cilt 4, Çev. Alpay, S.-Komisyon, Türk Kültür Yay.-İstanbul
3-Ebû’l-Hasen en-Nedevî (1992): İslâm Önderleri Tarihi 1, Çev. Yusuf Karaca, Kayıhan Yayınları-İstanbul
4-Honiyates (Khoniates), Niketas (1995): Historia, Çeviren: Işıltan, Fikret, Türk Tarih Kurumu (TTK)-Ankara
5-İbnü’l-Esîr (1986): El-Kâmil Fî’t Tarih Tercümesi, 6, 418, Çev. Ahmet Ağırakça, Türkiyat Matbaacılık-İstanbul
6-Kurat, Akdes Nimet (2016): Peçenekler, Yay. Haz. Ahsen Batur, Türk Tarih Kurumu-Ankara
7-Remsi (Ramsay, W. M.) (1960): Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Çeviren: Mihri Pektaş, MEB-İstanbul
8-Günal, Ö. Z. (1998): “Türkiye Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud Hak. Bazı Görüşler”, Belleten, C. 61, S. 230-32, s. 287-300, Ankara
9-Pahimeris (Pachymeres), Georges (2009): Bizanslı Gözüyle Türkler, Çev. Barlas, İlcan Bihter, İlgi-İstanbul
10-Topraklı, Ramazan (2018): “Uz (Oğuz) Gölü ve Levunis Meydan Savaşı, 29 Nis. 1091”, Hamideli Tarih 05, s.72-86, Sistem Ofset, Ankara
11-Turan, Osman (1998): Selçuklular Zamanında Türkiye, 6. Baskı, Boğaziçi Yayınları-İstanbul
12-Vittek, Pol (Wittek, Paul) (1999): Menteşe Beyliği, Çev., O. Şaik Gökyay, 3. Baskı, Türk Tarih Kurumu-Ankara
Prof.Dr.Kamil Ufuk BİLGİN 5 yıl önce