ANADOLU, KAFKASYA, YAKINDOĞU VE BALKANLARDA TÜRKLER… TÜRKİYE’NİN VE TÜRK DÜNYASI’NIN ETKİ VE İLGİ ALANLARI
Önce Güçlü ve Büyük Türkiye İdeali için mücàdele eden Millî insanlar birlik olmalı ki, bu Vatanımıza, Medeniyet Coğrafyamıza yayılsın.
Türksüz Anadolu, Kafkasya, Balkanlar, Yakın Doğu (Ortadoğu) ve İran Tarihi, emperyalizmin en büyük oyunudur. Son 200 yılda milletleşme sürecine sokulan Türk ya da akraba halklara bakınız…
Moğollar…
Kürtler…
Sorarım size “Rum!” diye bir millet var mıdır?
Sorarım size “Yahûdi!” diye bir millet var mıdır?
Biliniz ki “TARİH YAZMAK GELECEĞİ YAZMAKTIR.”
Türk Milleti, dünyanın en eski Milletlerinden biridir.
Milletlerin temel oluş kaynakları nedir?
1. Soy, ırk birliği.
2. Karışık evlilikler yoluyla oluşan akrabalıklar sonucu oluşan iç içe yaşam.
3. Din, töre, gelenek birliği.
4. Tarih Birliği
5. Vatan (Coğrafya) Birliği
6. Gelecekte birlikte yaşama azim ve kararlılığı
Türkler atı eğitip, demir, bakır, altın gibi madenleri ilk işleyen halk oldukları için, atla kanatlanmış, demirle silahlanmıştır.
Türkler, töre ve Millî terbiyeleri ve büyük mefkûreleri ile büyümüşlerdir. Türk Milleti, ırk/soy esaslı değil, sosyal (ictimài) esaslı bir millettir. Günümüzde bizi iki düşmanla (Mikro-milliyetçilik –unsuriyetçilik- ve mezhepçilik) bölmeye çalışan Batı 1000 yıllık Haçlı İttifakı’nı koruduğu gibi birde üzerine AB’yi (Avrupa Birliği) kurmuştur.
Kazakistan Kurucu Devlet Başkanı, Aksakalımız N. S. NAZARBAYEV “Tarihin Akışında” adlı kitabında Türk Dünyası için diyor ki; “Bölgenin kaynaşması için zamanında Avrupa ülkelerinin sahip olduklarından çok güçlü önkoşullar mevcuttur.
- Dış tehditler,
- Kültürel- tarihi kökler,
- Din,
- Toprak –coğrafi- birliği,
- Medeniyet ve kültür birliği,
- Dünyaya aynı kapılardan çıkabilme ve açılabilme,
- Ekolojik problemler vb. bu kaynaşma için gereken altyapıyı oluşturmaktadırlar.
Avrupa Birliğinin mimarları böylesi kaynaşma önkoşullarını sâdece hayal edebilirlerdi ancak Türkler bu koşullara kendiliklerinden sahiplerdir.” Lütfen yukarıdaki unsurlara bir daha bakınız, okuyunuz. Dikkat ederseniz duygusal da değil, tamamen akılcı. Büyük Türk Milleti ve Akraba halklar için yukarıdaki tüm şartlar mevcut değil mi?
Türk Milleti, M.Ö. 5000-4000 yıllarından itibaren Kafkasya, İran, Anadolu, Ortadoğu, Balkan Coğrafyası’nda vardır. Bu coğrafyada kurulan medeniyetleri inceleyiniz. Med’ler dışında Asur, Babil, Hitit, Traklar…
AY YILDIZ Şehitlerin kanı üzerine yansıyan ay ve yıldızdan mı yoksa daha eskiye dayanan bir şey mi?
Türk bayrağındaki ay yıldız'ı sembol olarak kullanan Orta Babil Dönemi Kassıtler (Guzlar) Oğuzların atasıdır. Arkasından yaklaşık 500 yıl devam edecek Asurlar Dönemi olmak üzere 1100 yıldır Asurlar Türklere ait bir şehir devlet üzerinde kurulmuş bir Türk devri olmasına rağmen Samilere ait bir kavimmiş şeklinde anlatılır. Ancak Kassitlere ait 560 yıl devam eden dönem karanlık çağ denilir geçilir.
Dünya tarihinde aydınlanmanın tam merkezinde 560 yıl devam eden karanlık bir çağ olur mu?
Kasitler (Guz) Oğuzlar aynı kavimdiler. Türkler bugün olduğu gibi, eski çağlarda da ayrı ayrı boy adlarıyle tanınıyorlardı. Bugünkü, Kırgızlar, Özbekler, Yakutlar, Çuvaşlar gibi, eski çağlarda da Subarlar (Subariler, Subirler), Gud’lar ya da Guz’lar (Kas’lar) vardı. Bu gün Mısır’da dahi anılmaktadırlar.
Mısır’da hàlà söylenen Atasözlerine bakınız.
“Annen ve baban olmasa: Ğuzlar (Oğuzlar) yetiştirdi derdim.”
“Ğuzların (Oğuzların) zulmü Arap adaletinden iyidir.”
Kısaca M.Ö. 3500 yıllarında yaşamış olan Sumer’ler de, M.Ö. 2500 yıllarında hükümran olan Gud’lar (Kut’lar) ve yine M.Ö. 1700 yıllarında hâkimiyet kuran Kas’lar (Guz’lar) arasındaki zaman farkı hükümranlık zamanlarının farkıdır. Yoksa Türkler bu yörelerde aralıksız, uzun yüzyıllarca yaşamışlardır.
M.Ö. Suriye’deki Kas’lardan tarihçi Strabon “Kos” adıyle söz ettiği gibi Hazreti Muhammed zamanında da Türklerin bu yörelerdeki varlığından ve güçlerinden hadislerde de önemli kayıtlar vardır.
Huzistan (Huz=Kuz=Guz) ve Kirman yörelerinde oturan Türkler, Araplara “Topraklarımızdan çıkın” diye haber gönderiyorlardı.
Yine hadislerde “Oğuz Türklerinin=Guz Türklerinin, saltanatlının uzun süreceğinin belirtilmesi, bir keramet olmakla birlikte, köklü Türk-Sami, ilişkilerine, eski Guz’lara dayanır.
Ayrıca, İslamiyet’in yayılışında adları geçen Huza’a, Kuza’a kabilelerinin Huz’larla, Kas’larla ilgisi olabilir. Huzaa’ların Arap ordularında savaşçı olarak bulunmaları, gittikleri ülkelerden geri dönmeyip, İspanya gibi ülkelerde topluca kalıp yerleşmeleri de anlamlıdır.
Daha sonraları Abbasi’ler de aynı geleneği sürdürerek ordularında savaşçı olarak Türkleri bulundurmuşlardır. Kaldı ki, Hazret-i Muhammed’den önce Mekke’nin anahtarının muhafızı olan Huza’a Kabilesinin Türk asıllı olduğu Emir Kuzay gibi adlardan esinlenerek söylenebilir.
SÜMERLER GUTİLER VE KASSİTLER AYNI SOYA ANCAK DEĞİŞİK BOYLARA MENSUP TÜRK KAVİM DEVLETLERİDİR
Türkler, Mezopotamya’da, Sümer ülkesinden başlayarak, yüzyıllar boyunca yaşamışlar, fırsat buldukça Sami kavimlere hükmetmişlerdir. Önce, Sümer krallığını, sonra Guti (Gud=Kut) krallığını, daha sonra da Guz (Kassit=Kas) krallığını kurmuşlardır. Son iki krallığın hâkimiyeti toplam yedi yüzyıl sürmüştür.
Böylece, Türkler, bu alanlarda, Mezopotamya’da, Suriye’de, Suriye Selçuklu devletini kuracak kadar yeni yeni akınlarla varlıklarını sürdürmüş Samilere uyum göstererek yan yana yaşamışlardır.
Bu durumun en iyi kanıtı, Batı İran’da, Mezopotamya’da, Suriye’de aralıksız varlıklarını sürdüren yine Kas’lardır.
Mezopotamya’ya ilk gelen Türk Halkı Sümer’lerdir (İÖ. 3500-4000).
Sümer’ler, Gutiler, Kasitler (Guz) Oğuzlar” menşe itibarıyla aynı kavimdiler. Yine Elam, Med, Hurri, Mittani, Urartu, Hatti gibi kavimlerde aynı menşeden gelen kavimlerdi.
Gutiler ve Kasitler Sümerler gibi ancak sonraki dönemlerde Orta Asya’dan göç ederek önce Sümer yurdu çevresine yerleşen daha sonra Sümer merkezli devlet kuran Türk kavimleriydi.
İsa’dan önce yaklaşık 1700 yıllarında Guz’ların Akad’ları devirerek, Babil’de III. Babil hanedanını kurduklarını görüyoruz.
Eski tarih olayları gösteriyor ki, Türklerden Mezopotamya’da savaş ve hâkimiyeti yitirenler, çekip gitmemektedir. Bunlar gibi Sümer’ler de, Er Hanedanı olarak gelen soydaşlarıyla yeniden güçlendikleri gibi, eski Gud’lar da Kas’larla yeniden güçlenmişlerdir.
İlk Babil devrine son vererek yönetimi ele geçiren ve yaklaşık 6 asır devam edecek olan Orta Babil dönemi adı verilen zaman diliminde Mezopotamya’ya hükmeden Kavim, Ulus; Guzlar-Kassitler dediğimiz İlk Oğuz zümresinden Türklerdir.
Batı Babil Dönemini adeta kitaplara sığdıramayacak kadar metheder. Ancak Babil Medeniyetinin Türklerin eline geçtikten sonraki dönemi aslında en önemli devri olmasına rağmen bu devir ile ilgili olarak "Barbarların yakıp yıkıp geçtiği ve hüküm sürdüğü bir karanlık çağ" denilir geçilir.
Bu Batı’nın 17. YY’dan itibaren en büyük oyunudur, aldatmacasıdır. Çünkü Türksüz Anadolu Tarihi Batı’nın en alçak aldatmacasıdır. Hâlbuki barbar bir yönetim kendisinden kültür ve sanat bakımından yüksek bir medeniyeti yıkıp yaksa bile ele geçiremez ele geçirse bile o medeniyete hükmedemez geçici bir süre için bunu başarsa bile 3-5-10 yıl içerisinde tarihe karışır gider. Tarih bunun dışında bir vaka kaydetmemiştir.
Orta Babil dönemi karanlık bir çağ değil Mısır ve Anadolu Medeniyetine yol ve yön veren yüksek bir kültür ve medeniyet dönemidir.
Nihayet Bütün bu açıklamaları şöyle özetleyebiliriz:
Görülüyor ki eskilere dayanmadan yeni bir sözcük kökü yaratılamadığı gibi, yine eskilere dayanmadan yeni bir ulus da yaratılamaz. Bugünkü ulusların hemen hepsi, eski ulusların türlü etkenlerle değişe değişe oluşmuş yeni biçimleridir.
Dil verileri ise, her çağ için hiç kuşkusuz en sağlam kanıtlardır.
Dil verilerinin öncü, yol gösterici olmalarıyla başlangıçtan günümüze doğru Sümer (Subar), Gud (Kut), Guz (Kas, Kus, Huz) uygarlıklarının halka halka gelişmesi, eski Mezopotamya’daki Türk varlığını göstermekte, Oğuz’ların, Gur’ların, Uygur’ların kökenini açıklamaya yardım etmekte ve Türk Tarihinin başlangıcını aydınlığa kavuşturmaktadır.
Kasitler, tarihi malum olmayan zamanlarda, ihtimal ki Sümerlerle veya Eti’lerle beraber Orta Asya’dan gelerek Elam’lara komşu olarak bu gün İran Devleti sınırları içerisinde yurt tutmuşlardı.
Bu kavmin adı Kassu, Kasit ve Guz gibi muhtelif tarzda kayda geçmektedir. Kendileri ile beraber Türk adını da ilk defa tarihe tanıttıran Kasit’ler, mabutlarının Turgü isminde ırki damgalarını taşıyorlardı.
Arkeolog Hermann Volrath Hilprecht, Kasit’lerin Turgü mabudu ile Hattilerin veya Mitani’lerin Tarku veya Tarhu mabudunun ayni şey olduklarını ispat etmek suretiyle bu kavimlerin bir asıldan indiklerine işaret etmektedir.
Zira onların krallarının adlarının zamanla Babilce olmaya başladığı bilinmektedir. Yazışma dili olarak da Akadca ve Sumerce’yi kullandılar.
Özetle; Orta Babil Dönemi Sümerler ve Gutilerden sonra 1100 yıl devam etmiş yeni bir Türk devridir.
Sonrasında da bölgeye Türk göçleri devam etmiştir.
İslamiyet’ten önce Türk Tarihi sadece Orta Asya'dan ibaret değildir. Türkler, hayatlarını devam ettirmek için ana yurtlarından başka bölgelere göç etmişler ve geniş coğrafyalarda varlıklarını hissettirmişlerdir.
Türklerin izlerinin takip edilebildiği yerlerden biri Anadolu topraklarıdır. Bozkır coğrafyasından Anadolu'ya uzanan bir süreç, Türklerin tarih sahnesinde yeni bir sayfa açmalarını sağlamıştır.
Türkler, 1071 yılından önce Anadolu'da yaşamışlardır. Türklerin Anadolu'daki serüveni, yaklaşık 4250 yıl öncesine dayanmaktadır. Akad Kralı Naramsin (MÖ 2260-2223), Şartamhari Metinleri'nde yaptığı seferleri anlatırken Anadolu'da Türki Krallığı'ndan bahsetmektedir. Bu metinler, serüvenin ilk izleri olup Türklerin Anadolu'daki varlıklarının kanıtıdır.
Kimmerler, İskitler, Asurlar, BABİLLER, Traklar, Avrupa Hunları, Sabarlar, Avarlar, Hazarlar ve Oğuzlar, Anadolu'daki Türk varlığının temsilcileridir. Bu kavimlerin Kafkaslardan ve Boğazlar üzerinden Anadolu'ya yayıldıkları hem yazılı kaynaklarda hem de arkeolojik kazılarda tespit edilebilmektedir. Bu kavimler, Anadolu'yu yaşayabilecekleri yurt olarak tercih etmişler, bozkır kültürüne özgü yaşam biçimini burada sürdürmüşlerdir.
Malazgirt Muharebesi, Anadolu Türk Tarihi açısından asıl dînî yönüyle dönüm noktasıdır. Selçuklular, Bizans'a karşı kazandıkları zafer ile Anadolu'yu kalıcı olarak yurt edinmişlerdir. Miryokefalon Savaşı ile Anadolu'nun Türk yurdu olduğu kesinleşmiş, Sakarya Meydan Muharebesi ise Türklerin Anadolu'dan çıkarılamayacağının ispatı olmuştur.
“Türkler Anadolu’ya 1071’de Malazgirt savaşı ile geldi.” Kocaman bir yalan ve alçaklıktır. Türkler Malazgirt’le Anadolu ve bölge coğrafyasına son kez büyük çaplı gelmişlerdir.
Bu gün Roma’yı kuran kurt emen Romulus ve Remus kardeşler kimdir?
İskoçya, İrlanda, Hırvatistan, Finlandiya, Afrika’da Tuaregler, Amerika’da yerliler Büyük Türk Atalarını ararken bu coğrafyada bizden kardeşlerimizin kopartılması affedilemez bir aymazlığın sonucudur.
Amerika’da köleler ve sahipleri, siyahlar ve beyazlar son 50 yılda Amerika Milleti oluştururken, biz 1000 yıldır büyük göç hareketleri olmamasına rağmen hàlà Türk Milleti olamıyor muyuz? Hàlà mozaik diyenler, mermer diyemeyenler gaflet, dalalet, hatta ihanet içinde değil de nedir?
Türk Millî Birliğini savunmak ırkçılık değildir.
Türk “Aman dileyene el kalkmaz.” diyerek büyük bir medeniyet kurmuştur. Nasıl ırkçı olabilir ki?
Son 1000 yıllık tarih apaçık ortadadır.
Yumun gözünüzü aşağıda isimlerini yazacağım Türk Devletleri’nin sınırlarını lütfen hayal ediniz.
Türklerin tarih boyunca kurmuş olduğu;
16 İmparatorluk, 38 Devlet, 37 Hanlık, 33 Beylik,10 Cumhuriyet, 4 Atabeylik vardır. Bunların toplamı 138’dir ve tarihte başka örneği yoktur.
BÜYÜK TÜRK DEVLETLERİ
- Büyük Hun İmparatorluğu
- Batı Hun İmparatorluğu
- Avrupa Hun İmparatorluğu
- Ak Hun İmparatorluğu
- Göktürk İmparatorluğu
- Avar İmparatorluğu
- Hazar İmparatorluğu
- Büyük Cengiz İmparatorluğu
- Uygur Devleti
- Karahanlılar
- Gazneliler
- İlhanlılar
- Büyük Selçuklu İmparatorluğu
- Harzemşahlar
- Altınordu Devleti
- Büyük Timur İmparatorluğu
- Kazak Hanlığı
- Kazan Hanlığı
- Memluklu Devleti (Devlet-i Türkiyye)
- Babür İmparatorluğu
- Osmanlı İmparatorluğu
- Safavi-Avşar-Kaçar Devleti
Şimdi tam bağımsız, özerk, oblast vb. devlet ve eyaletler vardır. Bağımsız Türk Devletleri TÜRKİYE CUMHURİYETİ, KAZAKİSTAN, KIRGIZİSTAN, MACARİSTAN, ÖZBEKİSTAN, TÜRKMENİSTAN, AZERBAYCAN, KKTC, TACİKİSTAN, PAKİSTAN, FİNLANDİYA, ESTONYA… Akraba, Bosna, Makedonya, Kosova, Bulgaristan gibi ülkeler de vardır.
Son 1000 yılda Japon Denizi’nden, Çin Seddi’nden, Hindistan, Orta Afrika ve Tunus ve Yemen ve Viyana’ya kadar bölgeyi Türk Cihan Devletleri yönetmiştir.
Son 150 yılda emperyalizm, Kavm-i Sadıka dediğimiz Ermenileri (55-60’ı Ermenice bilmez), Rumları (75-80’i Grekçe-Yunanca bilmez ve Urum Türkleridir.), Balkan Halkları’nı, Kavm-i Necib dediğimiz Arapların bir kısmını Osmanlı’ya karşı ayaklandırmışlardır. Bu gün Osmanlı Toprakları ve nüfûz alanında 76 devlet kurulmuştur. Bunların hiç birinin tarihte geçmişi yoktur. S. Arabistan ve Ürdün hariç diğerleri Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmamıştır.
Kaçar Türk Hanedanlığı’nı 1926’da yıkmış, Rusya ve İran arasında paylaştırmış ve İran’a çoğunluk Türk olmasına rağmen Fars bir hanedanlık şah yapılmıştır. Bu gün İran, Azerbaycan, Ermenistan, Tacikistan ve Afganistan Safavî Türk Devleti topraklarında kurulmuştur.
Doğu’da Babür Devleti İngiltere tarafından işgal edilmiş, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Afganistan gibi devletler kurulmuştur.
Coğrafyamızı darmadağın eden, Türk Milleti’nin üzerine 1000 yıllık Haçlı İttifakı’nın saldırdığı ki bu ittifàka Rusya’yı ve isyancı Balkan Halkları ile bir kısım Arap Aşiretleri’ni de ekleyin 1. Dünya Savaşı halen bitmemiştir. Çünkü HASTA ADAM dedikleri Türk Devleti ölmemiş, aksine diğer Türk Devletleri ile önlenemeyen bir yükseliş devam etmektedir.
Anadolu ve Çevresi neden önemli?
ANADOLU KALESİ, MERKEZÎ TÜRK HÂKİMİYET TEORİSİ’ni duydunuz mu?
Anadolu Yarımadası Dünyanın kalesidir. Dünya Kalesini elinde bulunduran bir Millet, İç çembere (Kafkasya, Balkanlar, Ortadoğu) hükmeder. İç çembere hükmeden bir millet ise, dış çembere hâkim olur.” (Prof. Dr. Ramazan Özey)
Bu teori tarihte Roma, İskender, Selçuklu ve Osmanlı tarafından ispatlanmıştır.
DÜNYANIN KALBİ VE KALESİ, TÜRKİYE
Anadolu yarımadası, tüm coğrafi özellikleri bakımından dünyanın kalbidir ve merkezidir. Doğal, beşeri, tarihi, siyasi ve ekonomik coğrafya bunu doğrulamaktadır.
DÜNYANIN MERKEZİNDEKİ TÜRKİYE
Türkiye, uzaydan bakıldığında, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının tam kesişme noktasında yer alır. Bu nedenle, tarih boyunca medeniyetlerin buluşma noktası olmuştur. Anadolu, medeniyetlerin beşiğidir.
MATEMATİK KONUM AÇISINDAN KALE OLAN TÜRKİYE
Türkiye yaklaşık 26-45 doğu boylamları ile 36-42 kuzey enlemleri arasında bulunur. Türkiye hem kuzeyli ve hem de doğuludur. Türkiye, en ideal coğrafyada bulunmaktadır.
ÖZEL VE JEOPOLİTİK KONUM AÇISINDAN KALE OLAN TÜRKİYE
Özel Konum: Avrupa ve Asyalı’dır. Ortadoğu ülkesidir. Türk dünyasının parçasıdır. Dağlıktır ve yarımadadır. Üç kıtanın kavuşum noktasındadır. Boğazlar (İstanbul ve Çanakkale) bir can damarıdır.
Jeopolitik Konum: Güç merkezlerinin (ABD, BDT, AB, Çin ve Japonya) tam merkezindedir. NATO üyesidir. Jeopolitik ve jeokültür levhaları (Rusya, Avrupa, Asya, Arap, Afrika) üzerinde sınır ülkedir. Savaş çemberinin (Balkanlar-Kafkasya-Ortadoğu) tam ortasındadır.
TÜRKİYE, GÜÇLÜ BİR DEVLET VE ASKERLİK GELENEĞİNE SAHİPTİR.
Tarihte kurulan bütün Türk devletlerinden aktarılan güçlü bir devlet ve askerlik geleneği vardır. Türkiye, geniş topraklara hükmeden Türk devletlerinin mirasçısıdır. Bu nedenle çevresinde itibar gören bir ülkedir. Güçlü bir ordusu vardır.
Türkiye’de eğitim seviyesi giderek yükselmektedir. Demokratik bir ülkedir ve yönetim şekli cumhuriyettir. Türkiye, devalüasyon ve enflasyondan kurtulmalıdır. Bunun için de devlet borçları hızlı bir şekilde ödenmeli ve bitirilmelidir. Bunun için israfın, gereksiz harcamaların önlenmesi ve yolsuzlukla mücadele şarttır. Borç almamaya özen gösterilmelidir.
ÜÇ TARAFI DENİZLERLE ÇEVRİLİDİR
Denizlerle sınır uzunluğu 8.333 km. Karalarla sınır uzunluğu 2.753 km. Toplam sınır uzunluğu 11. 086 km. Sınır sorunları (kara ve deniz) fazladır. Sınır ötelerinde soydaşları bulunmaktadır.
JEOLOJİK YAPI ÖNEMLİDİR
Türkiye, Alp dağ oluşumu içerisindedir. Depremler psikolojik, ekonomik ve sosyal güç dengelerini sarsmaktadır. Jeoloji oluşumundan dolayı, krom, bor, uranyum, toryum ve linyit bakımından zengindir.
YÜKSELTİ BAKIMINDAN KALE OLAN TÜRKİYE
Türkiye’nin ortalama yükseltisi 1132 m.yi bulur. Trakya yarımadasının yükselti bakımından fazla yüksek olmayışı (180 m.) dikkate alınırsa, Anadolu yarımadasının yükseltisi ise bu değerden daha fazla olduğu muhakkaktır (1162 m.). Yarımadasının çevresinde yüksek sıradağlar bulunmakta ve kale surlarını andırmaktadır.
TÜRKİYE ULAŞIM BAKIMINDAN ÜÇ KITAYI KONTROL EDİYOR
Ulaşım bakımından Asya, Afrika ve Avrupa arasında köprü oluşturur. İstanbul, tarihten gelen önemini korumaktadır.
TÜRKİYE BÖLGESEL BİR GÜÇTÜR. TÜRKİYE SÜPER GÜÇ OLABİLİR. NASIL?
Türkiye, mevcut sorunlarını çözümledikten sonra uzun vadede siyasi gelişmelere öncülük yapmalıdır.
Türk Ülkeleri Ekonomik işbirliği derhal kurulmalıdır. Ortadoğu ülkeleri ekonomik işbirliğinin kurulmasına öncülük yapılmalıdır.
Komşular ile olan sorunlar çözümlenmelidir. Türk birliği mutlaka sağlanmalıdır.
BM’de veto hakkı almalıdır. NATO içindeki konum gözden geçirilmeli, etkinliği güçlendirme yolları aranmalıdır.
Türkiye, 21. yüzyılda her alanda dünya hâkimiyetine hazırlanmalıdır.
TÜRK HÂKİMİYETİ KURULABİLİR Mİ?
Neden olmasın? Tarih boyunca Türkler, dünya hâkimiyetini hep kurmuşlardır. “En büyük düşman umutsuzluktur.”
Gerçekleşmiş bir teori olan ANADOLU KALESİ, MERKEZÎ TÜRK HÂKİMİYET TEORİSİ’ni anladıktan sonra bu toprakların insanlık ve Türk Milleti’nin geleceği için ne kadar önemli olduğunu kavradık mı?
Bu günü değerlendirirsek;
Strateji bir disiplin ve mefkûre…
Strateji Peygamberler A.S sünneti…
Strateji ecdâd emâneti..
ORTAK VE MİLLİ STRATEJİ GELİŞTİRMEK..
Strateji veya sevkülceyş, uzun vadede önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için izlenen yoldur. Strateji, bir millet veya milletler topluluğunun barış ve savaşta benimsenen politikalara en fazla desteği vermek amacıyla politik, ekonomik, psikolojik, askerî ve manevi güçleri bir arada en etkin ve tasarlanarak kullanma bilimi ve sanatıdır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere; öncelikle,
Geçmişten ders alınarak, mevcut şartlar değerlendirilerek belirlenecek amaç ve hedefler olmalı. İkinci olarak bu amaç ve hedeflere yürümek için tutulacak yol ve yollar. Hedefler belirlendikten sonra ülke içinde kimler ve hangi kurumlar neler yapacak? Ülke dışında belirlenen müzâhir gruplar, STK diğer müttefik ülkeler neler yapacak? Tümünün çalışması yapılmalı.
Silahlı Kuvvetlerde, Komutan Kararını şu soruların cevabı ile verir. Verdiği kararın nasıl uygulanacağının emir özetidir bu özet cümle ve aşağıdaki sorulara cevap verir.
1. KİM?
2. NE MAKSATLA?
3. NE ZAMAN?
4. NEREDE?
5. NASIL?
6. NE YAPACAK?
Neden Askeri talimnameler?
Cevabı açık. En zor yönetilen şey HARP’tir. Yani can pazarı. İnsanlara “ÖL!” emrini verirken sebepleriniz olmalı. Ölüme giden, ölümüne mücadele eden insanların sevk ve idaresinden çıkmıştır yönetme sanatı. Şirket ve ekonomi yönetiminde bile askeri yöntem ve tanımlardan yararlanılmaktadır.
Hani bir söz vardır. “En etkili silah iyi eğitilmiş askerdir.” diye. Çok doğrudur. Gerek küresel anlamda strateji üretirken, gerek taktik sahada uygulayıcıları yönlendirirken psikososyal ve manevi değerler çok önemlidir.
Her şey insanla başlar. Hani bir misal vardır. “Bir nal, bir süvariyi, bir süvari bir birliği, bir birlik bir cepheyi, bir cephe bir orduyu bozar.” diye.
Doğrudur.
Unutmayın tam tersi de doğrudur. Bir kahraman bir cepheyi, bir cephe de bir Milleti kurtarabilir.
Jeopolitik konum ise; bir bölgenin veya bir ülkenin yer siyasetine göre, yani siyasi coğrafya haritasına göre, yerinin belirlenmesidir. Jeopolitik konum belirlemede, jeopolitik ölçüler esas alınır.
Jeopolitik konum, siyasi temeller üzerine oturduğundan, sürekli değişken olan siyasetin özelliğine bağlı olarak değişkendir.
Jeopolitik, Coğrafya,
Tarihi süreç ve bağlar,
Medeniyet ve inanç bağları,
Beşeri (demografik yapı),
Akrabalık ve kültür yakınlığı,
Güncel siyaset ve
Politik güç kavramları ile iç içedir.
Bugün için dünya coğrafyasında bulunan güç merkezleri, İngiltere ve ABD, Rusya, AB (Almanya, Fransa ayrı ayrı da aktörler), Çin’dir.
Türkiye tüm bu güç odaklarının tam merkezinde bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin jeopolitik konumu oldukça önemlidir. Türkiye batıdan Avrupa kültürü, kuzeyden Rus kültürü, doğudan Asya ve Fars kültürü, güneyden ise Afrika ve Arap kültürü ile sınırlıdır. Dolayısıyla Türkiye, aynı zamanda dünya kültürlerinin kesişme noktasında bulunmaktadır.
Yukarıdaki tanımdan farklı olarak İslam Eksenli bir Medeniyet Coğrafyasını da hatırlayınız. Türkiye bu medeniyetin 1000 yıldır lokomotifi olan topraklardadır, Devlet-i Aliye’nin tüm mirasının üzerindedir. Redd’i Miras yapılması bu gerçeği değiştirmez.
İnsanlık Tarihi, büyük güçlerin hâkimiyet mücadelesi ile geçmiştir. Bu meyanda da stratejistler hâkimiyet teorileri geliştirmişlerdir. Bunlardan bir tanesi de Prof. Ramazan Özey’in Anadolu kalesi, Merkezi Türk Hâkimiyet Teorisi’dir.
Asya, Afrika ve Avrupa eski kara kütlelerinin birleşme noktasında yer alan Anadolu yarımadası, dünya kalesini aynı zamanda dünyanın kalbini oluşturmaktadır. Anadolu’yu çevreleyen Balkanlar Kafkaslar, İran, Arabistan ve kuzeydoğu Afrika; kısacası Balkanlar ve Ortadoğu dünya kalesini çevreleyen iç çemberi meydana getirir.
Dünya kalesini yani Anadolu’yu elinde bulunduran bir millet iç çembere (Balkanlar Kafkasya ve Ortadoğu) hükmeder. İç çembere hükmeden bir millet ise dış çembere yani dünyaya hâkim olur.
Kuşkusuz her teori gibi bu teorinin de doğruluğu ispatlanmasına bağlıdır. Merkezi Türk Hâkimiyeti Teorisi tarih boyunca üç kez ispatlanmıştır. Roma, Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluğu sırasıyla bu topraklara sahip olmuş ve zamanlarının en uzun ömürlü süper güçleri olmuşlardır.
Dünya üzerindeki ülkeleri;
Hegemon (Başat Güç) Devletler,
Büyük Devletler,
Orta Büyüklükteki Devletler ve
Küçük Devletler olarak dört gruba ayırmak mümkündür.
Türkiye orta büyüklükte bir devlettir. Ancak sıradan bir orta büyüklükte devlet değildir. Türkiye stratejik bir orta büyüklükte devlettir.
Petrol kaynaklarına yakınlığı, sahip olduğu yer altı kaynakları, Türk boğazlarının önemi, Orta Doğu, Kafkasya ve Balkanlar arasında yer alması, bu bölgenin hegemon güçler açısından önemli olması da Türkiye’yi stratejik orta büyüklükte bir devlet olarak ortaya çıkarmaktadır.
Türkiye etkinliğini artırmak için yapacağı ittifakları iyi planlamalıdır. Ukrayna-Rusya Krizi’nden çıkacak en önemli ders budur. Çok ya da tek kutuplu 12 Eylül 1980 öncesi meydanlarda atılan slogan çok önemlidir.
“NE ABD-İNGİLTERE, NE RUSYA NE ÇİN.. HER ŞEY TÜRKLÜK İÇİN”
Bu slogan biraz daha medeniyet coğrafyası merkezli olabilir.
Türkiye’nin elinde hâlihazır en büyük güç TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLÂTI’dır. Bu teşkilatta olması gereken birkaç yapı ivedilikle oluşturulmalıdır. Türkiye Türk Devletleri Teşkilâtı’nda ve kendisi devlet ve milletçe aşağıdaki çalışmaları ivedilikle başlatmalıdır.
1. Askerî Müttefiklik ve Komuta Karargâhının Özbekistan’da olacağı en az kolordu seviyesinde ANİ MÜDÂHALE GÜCÜ
2. Gümrük Birliği Anlaşması, karşılıklı stratejik ortaklıklar ve yatırımlar. (Bu yatırımlar dostluk ilişkisini kalıcı hâle getirir. Bugün Rusya’ya Avrupa’nın enerji konusundaki bağımlılığını iyi düşünün.
3. Dil Enstitüsü. Bu gün Kur’ân-ı kerim vesilesi ile ortak bir Arapça var. Büyük Rusya sebebiyle Slav Halkların anlaştığı bir Moskova Rusçası var. Londra merkezli İngilizce var ki Şekspir İngilizcesini temel alıyorlar. Peki Türkçe? Yakutistan’dan, Makedonya’ya Ortak bir Türkçe geliştirilmelidir.
4. Tarih Enstitüsü (Burada geçmişin ayıplarını ve kardeş kavgalarını azaltan, birlikte yapılan iyi örnekleri öne çıkartan, ortak düşmanlara vurgu yapan Türk Ortak Tarihi yazılmalıdır. Tüm ders kitapları yeniden güncellenmelidir.)
Ortak Tarih Enstitüleri Dünyadaki tüm Türk ve Akraba Halkları çalışmalıdır. Bu gün herkesçe apaçık Kürtlerin Turânî yani bir Türk Halkı olduğu biliniyor olmasına rağmen söylenmemesi ya da söylenememesinin izâhı yoktur.
5. Türk Devletleri Topluluğu organ ve yönetimi yeniden yapılandırılmalıdır. Üye devletler karar verici olmalıdır. Ayrıca Gözlemci Devletler statüsü oluşturulmalıdır. Bu devletlerin de katılacağı toplantılar planlanmalı ancak Gözlemci Devletler karar verici olmamalıdır. Ancak teklif verebilmelidirler. Karar verici de olabilirler. Ancak veto ya da şerh koyma yetkileri olmayabilir.
Üye devlet olarak ivedilikle Moğolistan, Pakistan, Ukrayna, Finlandiya, Estonya, Bosna-Hersek, Libya, Afganistan, Tacikistan, Katar dâvet edilmelidir. Bu ülkelerle ve halklarıyla soy ve akrabalık bağları vardır.
İran ve Rusya başta olmak üzere; Bulgaristan, İsrail, Yunanistan, Mısır, Irak, Suriye, Hindistan, Çin, Sırbistan, Makedonya, Kosova, Lübnan, Suriye, İsrail, Tunus, Fas, Cezayir, Sudan, Çad, Almanya, ABD, Fransa Gözlemci olarak davet edilmelidir. Çünkü bu ülkelerde çok ciddi oranlarda Türkler ve akraba topluluklar yaşamaktadır.
Rusya ve İran çok önemlidir.
Komünizm bitti ama bağımsızlığına kavuşan Türkler’den daha çok şu anda Rusya’da Türkler var. Türklerin en büyük toprakları ve Atayurtlarımız Rusya’dadır. Altınordu’nun, Batı Hunları’nın toprakları, Altay, Sibir, Tatar, Kırım Hanlık toprakları Rusya’dadır. Rusya’da “Hangi Rus’un geçmişini araştırsan altından TATAR (TÜRK) çıkar.” diye atasözü dahî vardır.
İran mı? İran’ı 900’lü yıllardan 1925 yılında İngilizler Türk Devleti’ni yıkıp Fars Şâhı getirene kadar Türkler yönetmiştir. Bu gün Türkiye için İran Türkleri demek, Türkistan Kapısı demektir. İran, Horasan’dır, Tebriz’dir, İsfahan’dır, Meşhed’dir. Hatta Uluğ Türkistan Kapısı’dır. İran’daki Farsçı rejime aldırmadan İran’a dönük kültürel ve tarihî projeler yapılmalıdır. Düşünün Hacı Bektaş-ı Velî Atamız İran’da doğmuştur. Doğduğu yerler şenlendirilmelidir. Kafkas İslâm Ordusu Bakü kadar Tebriz için de hareket etmiştir, Derbent için de…
İngiltere, tarihte bize ve İslâm Âlemi’ne en büyük düşmanlığı yapan ülkedir. Şu anda jandarması ABD ile bölgemizde etkinliğini devam ettirmektedir. Radikal her terör örgütünün altında İngiltere’yi arayın…
6. Türkiye FETÖ, Selefiliğin sapkın uzantıları, ilginç tarikat/cemaat yapılarını dînî grup gibi asla görmemelidir. Diyanet gibi resmî kurumlarını etkinleştirmelidir. Türk Devletler Topluluğu’nda da benzer ortak yapılar oluşturulmalıdır. Ayrıca 21. Yüzyılda Mezhepçilik vb. fitne odakları olamaz. Olmamalıdır. Cumhurbaşkanımız’ın da ifâde ettiği gibi; “BİZ NE SÜNNÎYİZ NE DE ŞİÎ.. BİZ MÜSLÜMÂNIZ.”
Türkiye Yemen’deki İran ve S. Arabistan’ın körüklediği, ancak her iki tarafında arkasında İngiltere’nin olduğu Yemen İç savaşını bitirecek hamleler yapmalıdır. Bir yandan diplomasiyi aktif hâle getirirken diğer yandan dış dünyaya dönük STK oluşturulmalı, bu yapılar aktif olarak her anlamda kullanılmalıdır. Bir yanda enstitü, düşünce kuruluşları, yardım kuruluşları, diğer yanda özellikle bu ülkelerde oluşturulacak eylem ve fikir gurupları eliyle faaliyetler yürütülmelidir. Tüm bu işler kurulacak MEDENİYET DEĞERLERİ MERKEZİ koordinasyonu ile yürütülmelidir.
Türkiye, hedeflerini belirlerken, dindaşları ve kandaşları ile hareket etmeli, amaç ve hedeflerini senkronize etmelidir.
İngiltere, ABD başta olmak üzere, Almanya, Fransa, Rusya, İran bizim topraklarımızda terör yoluyla bizimle savaşmaktadırlar. Çözüm için Türkiye bölgesinde etkinleşmelidir. “En iyi savunma taarruzdur.” prensibince saydığım ülkelerin içinde de gayri nizami harp unsurları oluşturmalıdır. PKK, FETÖ, Hizb-ul Tahrir, Dev-sol, TİKKO vd. bazı STK, dernek, cemaat/tarikat yapıları dış güçlerin bizim ülkemizde kurduğu yapılar değil midir?
Bugün tüm muhâlif unsurların hükümete karşı ortak hareket etmesi düşündürücüdür. Çok anlamlıdır. Anlaşılırdır. Medya aracılığı ile yapılanlar halkımıza anlatılmalıdır. Anlatanlar sünepelikten arınmış dik adamlardan seçilmelidir.
Türkiye, Türk Devletler Topluluğu dışında, İngilizlerin yaptığı ivedilikle OSMANLI MİLLETLER TOPLULUĞU’nu da kurmalıdır.
7. Kürtler, tüm Türk Devletleri’nde asli unsur ve soydaş olarak mütalaa edilmelidir. Geçmişte ayrı bir millet olduklarını iddia eden emperyalizm ve işbirlikçileri bugün Fars oldukları tezini yaymaktadırlar. Bu Farsça gibi Türk Dünyası için ciddi tehditler oluşturabilir.
8. Resmî İdeoloji tutsaklığından ülkemiz ve Türk Dünyası ivedilikle kurtarılmalıdır. Bunun yerine Millî menfaatler ve Millî Mukaddesâtın konacağı yeni bir yaklaşım, mefkûre oluşturulmalıdır. Temel taşları VATAN-MİLLET-DİN-DEVLET olmalıdır. Bu değerleri birbiri ile çatıştıran, karşılaştıran her kesim dikkatle izlenmelidir. Bu değerler bileşik kaplar gibidir. Birbirini besler ve doldurur.
Ayrıca, biz ırkçı değiliz.
İmân Esaslarımız ve bilim, insanlık değerleri ırkçılığı reddeder. Bilinmelidir ki TÜRK, SOSYAL BİR MİLLETTİR. “Aman dileyene el kalkmaz.” diyerek büyüyen, aynı dinden olduğu farklı milletlerle kaynaşırken asimile oluyoruz. Kaygısı duymayan yani Din Kardeşliği’ne de azami değer veren Türk Milleti ırkçı olabilir mi?
Şunu bilelim, Ülkemiz başta olmak üzere bir Müslüman Türk kelimesine karşı tavırlı ise ya tarih bilmiyor cahil, ya aptal ya da işbirlikçi ve hâin. Bilin ki bir Türk, Müslüman ya da değil İslâm ve Değerler Sistemine karşı tavırlı ise bilin ki ya cahil, ya aptal ya da hâin.
Artık oyunları bozma zamanı geldi geçiyor. Silkelenme zamanı. Taviz verdiğimiz her şey karşımıza, ihânet, bölücülük, dini ve sosyal istismar, Z Kuşağı nesiller vd. olarak çıkıyor.
Neden Türk?
SSCB yani komünizm döneminde dahî Rusya’da her türlü sosyal faaliyet, dil ve tarih başta olmak üzere Rus Milleti’ne endeksliydi. Bu devlet olmanın gereğidir. İngiltere, Fransa vd. büyük devletler de Millî Birliğini böyle sağlamıyor mu?
Gülümüz SAV ve sonrasındaki İslâm Devletleri’nin resmî dili Arapça değil miydi?
Ecdâdımızı iki noktada ciddî olarak eleştiriyorum.
Birincisi askerlik hizmetine Türkler ve devşirmeler hâriç diğer Müslüm ya da gayrimüslim tebâyı almadılar. Doğudaki aşiretlerden farklı zamanlarda askerlik hizmeti talebi oldu, isyanlar karşısında yapılamadı. Şimdi Dersim Olayları’nı, Şeyh Said İsyanı vd. aşiret isyanlarını bir de bu yönü ile değerlendirin.
Askerlik hizmeti Etrâk-ı Bî İdrak dedikleri Türk’e kaldı. Arap Ahâliye Kavm-i Necîb, Ermenilere Kavm-i Sâdıka denmesi… Türk’e de Kavm-i Aslî deselerdi o zaman diğer iltifatları anlardım.
Diğer sorun da resmi dildir. Evet, “Anadili, anasütü gibi helâldir.” ve yaşatılmalıdır. Ancak bir topraklarda devletin 600 yıl kalıp, dilini öğretememesi de bir zafiyet değil mi sizce de…
9. Türkiye’de ivedilikle MİT ve TSK’nden daha etkin Cumhurbaşkanlığı’na doğrudan bağlı PSİKOLOJİK HARP/HAREKÂT’ı yönetecek MEDENİYET DEĞERLERİ MERKEZİ ve bu alanda insan yetiştirecek, yurtdışına gidecek kamu hatta bir kısım özel kuruluş/şirket mensuplarını eğitecek, akademik çalışmaların yapılacağı MEDENİYET DEĞERLERİ ENSTİTÜSÜ kurulmalıdır.
Psikolojik harp faaliyeti ne iletişim başkanının işidir, ne de Şanlı Ordumuzun.. Bu devletin topyekûn işidir ve Cumhurbaşkanlığı seviyesinde yürümesi gereken çok büyük bir sorumluluktur.
Yeni dönemde, kararlı bir liderlik sergilenmelidir. 2500 yıl önce yaşamış SUN-TZU Liderlikle ilgili diyor ki;
Bir generali (siz bunu devletin başı olarakta alın.) etkileyen beş tehlikeli hata vardır.
İHTİYATSIZLIK: Yıkılıp yok olmaya götürür.
KORKAKLIK: Esir düşmeye götürür.
TELAŞLI VE ÖFKELİ TABİAT: Hakaretlerle kışkırtılabilir.
HASSAS DERECEDE ONURLULUK: Utanç duymaya yatkındır.
PERSONELE AŞIRI ÖZEN GÖSTERMEK: Onu kaygı ve güçlüklerle karşılaştırır. 2500 yıl önce söylenmiş bu değerli tespitlerin üzerine ne söylenebilir ki
Ülkelerimiz içinde yayılan hastalıklara gelince…
Bu gün Avrupa ve Batı adeta uçarcasına geleceğe yürürken bizim içimizde de hastalıklar yaymaktadırlar.
Birincisi: Korkunun ve ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi.
İkincisi: samimiyet ve doğruluğun, devlet ve millete bağlılığın siyasi hayatta ölmesi.
Üçüncüsü: Tolumun tarafgirleşip, adeta içimizdeki fitne ve düşmanlığı sever hale gelmesi
Dördüncüsü: Müslümanları birbirine bağlayan nuranî bağları bilmemek ve terk etmek.
Beşincisi: Farklı farklı toplumu birbirinden uzaklaştıran fitnenin yayılması ki en başta mezhepçilik, mikro-milliyetçilik, siyasi ayrışma ve yabancılaşma gelmektedir.
Altıncısı: Toplum menfaatlerini, millet ve devlet malını çalarak, rüşvetle vd. şekillerle kendi menfaatleri için kullanmak. Bunu da meşrulaştırmak.
Türkiye, kimlerin mirasçısı olduğuna karar vererek işe başlamalı. Cumhurbaşkanlığı Forsunda neden Selahaddin Eyyübi’nin Eyyübiler’i yok, neden Şah İsmail’in Safaviler’i yok, neden Baybars’ın Memluklular’ı (Devlet-i Türkiye) yok?
Olayların geldiği noktada, asker ve polisimiz omuz omuza.
Nihayet şehidlerimiz vesilesi ile halkımızda öze dönüş gayretleri var. Ancak, medya ve sözde aydın baskısı ve yozlaşmasından halkımız kurtarılmalıdır. Başörtülü imanlı hanımdan, nargileci tesettürlüye dönüşen bozulmaya “DUR!” denmelidir.
Yeniden yapılanma şarttır.
Biz Sur ve Cizre’ye gömülürken, yanı başımızda kadim topraklarımız Suriye ve Irak yeniden yapılandırılmaktadır. Asırlardır aynı çatıda topladığımız Türkler, Kürtler, Araplar, Sünniler, Şiiler maalesef karşı karşıya getirilmektedir. Bölgeye dönük çalışan MİT vb. unsurlar doğru bilgi ve yönlendirme ile bize müzahir guruplar oluşturur, bu guruplarda tek çatıda olur.
Türkiye, programını Dış Türkler’i ve Kürtler’i içine alacak şekilde yapmalıdır.
Dış Türkler’in içine Moğolistan, Macaristan, Ukrayna, Pakistan, Tacikistan, Afganistan da kesinlikle sokulmalıdır. Moğol tabiri de tıpkı Azeri, Özbek, Tatar vb. gibi sonradan sokulmuştur.
Tarihimizin yeniden yazılması bile gerekliliktir. İsmini “Millî Tarih” koyunca tarih millî olmuyor. Ayrıca toplum eğitilirken şu unutulmamalıdır. Objektif sosyal bilgi yoktur. Objektif Tarih yoktur. Bunlar hep subjektiftir. Bakın devletlerin haritalarına.. Her devlet kendisini dünyanın merkezinde gösterir.
Stratejiyi doğru belirleyip, çerçevesini geniş belirleyemezsek, alternatif savunma ve taarruz planları yapmazsak işimiz zor. Bizde askeri talimnamelerde bile şu yazmış. “Uluslararası hukuka uygunluk!” Özür dilerim ama kimin umurunda hukuk? Uyduracaksın kardeşim. Sonra; Uluslararası politik destek! Sen destek aramayacaksın. Batı gibi kendi bloğunu oluşturacaksın.
Yoksa hangi destekten söz ediyoruz? Sözde ABD stratejik ortağımız, İngiltere ve Almanya dostumuz, Fransa Müttefikimiz, İran İslam kardeşimiz, Rusya ile dosttuk… O zaman bizi bu ülkeler neden istismar etmeye devam ediyor? Neden bir kaşık suda boğmaya çalışıyorlar?
Ecdad ne güzel söylemiş; “Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh; Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh.” (Tüm devletler mutluluk/kurtuluş başarısını bu ibretlik sözde bulurlar; Şayet barış istiyorsan savaşa hazır ol.)
Mazinin bizi bu günlere getiren değerlerinden korkulmamalıdır. İslam büyük şemsiyedir. Kimse kusura bakmasın, Türklük ise bu şemsiyenin altındaki öncü şiar ve sancaktır. İslâm ile Türklük kavramlarını karşı karşıya getirmeye çalışan herkes az ya da çok ihanet içindedir. Kim olursa olsun…
STRATEJİK DENGE VE TAARRUZ ZAMANI
Milletimiz, Anayurdumuza Büyük Selçuklu ile girdi. Ege bölgesinde, Akdeniz’de Osmanlı’dan 200 yıl öncesine dayanan Müslüman Türk Boyları’nın köyleri, camileri, tersaneleri vardır. Şunu tartışmayacağım. M.Ö. 7000’li yıllara kadar Anadolu, Balkanlar, Kafkasya ve Mezopotamya’da Eski Türk Medeniyetleri’nin izlerini..
Hani Türk Milleti’ne “Siz Anadolu’ya sonradan geldiniz. Misafirsiniz.” diyen kendini bilmezler var ya. Bunu söyleyen gayrimüslim Ermeni ve Rumları kısmen anlarım, ama bir Müslüman’ı asla anlamam.
Coğrafyayı İslam Âlemine Vatan yapanların ortak adıdır Türk Milleti.
İslam Ordularının ortak adıdır Türk Ordusu. Çanakkale’de, Kut-ül Amare’de İngilizlerle savaştık diyorsan eğer, karşısında durana da Türk Ordusu diyeceksin. Diyarbakır’da, Erzurum’da, Urfa’da Müslüman hangi ahali vardı Müslüman Türk Orduları, Selçuklu ve uzanımları bu toprakları kalıcı olarak fethedene kadar? Türk, Kürt, Arap ne ise…
“EN İYİ SAVUNMA TAARRUZDUR.” Taarruz Zamanı için önce Stratejik Dengenin sağlanması gerekir.
Peki, Türkiye Stratejik Dengeyi sağladı mı?
Türkiye Stratejik Dengeyi 2007 gibi genel olarak sağladı. Ülkemiz bu tarihlerde IMF başta olmak üzere net tavır koymaya ve yerli politikalar oluşturmaya başladı. Bunu İngiltere ve ABD başta olmak üzere küresel güçler gördüler ve FETÖ başta olmak üzere Türkiye’deki tüm unsurlarının düğmesine bastılar.
Gezi Olaylarını hatırlayın. Ülkede muhafazakâr camia, FETÖ’nün hükümetin yanında tavır aldığını, BAE prenslerinin hükümetin yanında yer aldığını zannediyordu değil mi? Oysa FETÖ’cü polisler infial peşindeydi, FETÖ’cü Türk Solu gurubu en öndeydi. PKK, DHKPC, TİKKO, FETÖ vb. kökünün nerede olduğu şimdilerde daha net ortaya çıkmaya başlayan unsurlar kan bekliyorlardı. BAE’nden gelen prensler nakit para dağıtıyorlardı çantalarla… Maalesef resimdeki rezaleti Hükümet çevreleri çok sonra gördüler.
Milletimiz Muharip ve Mücahiddir. Kahraman ve fedakârdır.
Bizim sözde aydınlarımız ve okumuşlarımızın bir kısmı hala basit, sığ hesaplar peşindeler.
Oyun şimdi başlıyor.
Stratejik Dengeye ulaşmış Türkiye, yerli üretime başlayan, bölgesinde NATO’nun içinde kalarak farklı ilişkiler kurabilen bir Türkiye sahadadır.
Türkiye yerli harp Sanayini kurmuştur. Ancak yolun başındadır. ASELSAN cinayetleri hala sır. Çözülmelidir.
Kazak steplerinden Anadolu bozkırlarına kadar, Balkan Ovalarından, Yemen Dağlarına kadar, Kafkasya kıyılarından, Fas’ın Okyanus sahillerine kadar söylenen türkülerimizin ritminde dörtnala giden atın nal sesi vardı. Türkülerimizin ritmi, tank ve jetlerimizin horultusuna dönüşmek zorundadır. Çocukluğumuzun oyunlarında tahta kılıçlar, ucuna çivi takılmış mısır sapı oklar vardı. Çocuklarımızın oyuncakları bilgisayarlar, ileri teknoloji ürünleri olmalıdır.
Büyük davamız İ’lay-ı Kelimetullah için AKIL-İMAN-İLİM kadar AKIL-BİLİM-TEKNOLOJİ-ÜRETİM’de şarttır.
Evet, taarruzun zamanı 10 yıl gecikmiştir.
Zararın neresinden dönülse kârdır.
Şimdi dimdik devletimizin yanında durma zamanı.
Şimdi hata ve eksik aramadan geçmişin kusurlarını kapatarak geleceğimiz için çok çalışıp kenetlenme zamanı…
Şimdi çok çalışma, İ’lay-ı Kelimetullah için AKIL-İMAN-İLİM ile AKIL-BİLİM-TEKNOLOJİ-ÜRETİM yapma zamanı.
Şimdi geciken Bedir Günü’ne hazır olma zamanı…
Bedir Günü çetindir ve unutmayın ki; YUFKA YÜREKLİLERLE ÇETİN YOLLAR AŞILMAZ.
Bir vatan şairimizin şiiri ile.
“Uyan Ey Türkoğlu
Er meydanlarından çekilir oldun
Çorak iklimlere ekilir oldun
Eğilmek bilmezdin bükülür oldun...
Sürer mi bu gaflet; daha kaç sene?
Uyan ey Türk uyan! Uyumak nene?
Boşaldın boşaldın.. Dolabilmedin,
Gidişin o gidiş.. Gelebilmedin...
Döktüğün kanları alabilmedin...
Şah damarlarına yapışan kene
Sömürür mü seni; daha kaç sene?
Bakın şu Oğuz'un torunlarına;
Kara taş bağlamış karınlarına!
Umutsuz gözlerle yarınlarına
Bakarlar mı dersin; daha kaç sene?
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene!
Eski sandıklarda harsın, tören ey!
Hain, çaşıt dolu; yanın, yören ey!
Bağlı tutsak sanır seni gören ey!
Bu böyle sürer mi; daha kaç sene?
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.
Bak ne der Oğuz Han, Alparslan, Tuğrul:
Ey Bozkurtlar soyu! Yerinden doğrul!
Silkin! ... Öz mâyanla yeniden yoğrul!
İnsanlığı nûra kavuştur yine
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.
Acunda ne varsa kurudan, yaştan
Al Dede Korkut'tan, Hacı Bektaş'tan
Malazgirt ufkuna doğ yeni baştan...
Dilerim Allah'dan bu devran döne,
Uyan ey Türk! ... Uyan! Uyumak nene?
Seni aldatmasın 'Batı' denilen,
Onun mayasıdır 'katı' denilen,
Onun iç yüzüdür 'kötü' denilen...
Odur özsuyunu sömüren kene!
Sen uyan; onu da düşün!
Kaç parçaya bölmüşler seni?
Sonsuz bir sahraya salmışlar seni...
Kanadını kırıp yolmuşlar seni..
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.
Yıkıldın, yakıldın: 'devrim' dediler,
Soysuzlaştırıldın 'evrim' dediler,
Bozkurta it, ite 'yavrum' dediler..
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene.
Türk Bilge Kağan der 'İşitin beni!
Benim çağlar aşan, benim en yeni.
Ey Türk! Bir gün gaflet basarsa seni
Gönül ver, kulak tut bendeki üne,
Uyan Ey! Kendine dönmeyi dene! '
'Üstten gök basmayıp yer çökmeyince
Hainler türeyip bel bükmeyince
Seni gafil bulup kan dökmeyince
Türk'ün bir düşmanı çıksa da bine
İlini, töreni bozamaz yine!'
Köklerinden koptu okumuşların,
Batıyı put yaptı okumuşların,
Yaptığına taptı okumuşların...
Ey Türk! Kendine dön! Yâd, yaban nene
Kalk, doğrul yerinden, yürü geç öne!
Dinle! Dövülmekte... Çağrı kösleri,
Dinle! Yakındadır... Ayak sesleri,
Bozkurtların sıcak, hür nefesleri
Ufkunu doğudan sarsın da yine
Kalk! Doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Sen, Oğuz Ata'nın has milleti, sen!
Sen, son Peygamberin has ümmeti, sen!
O seni boğmadan, boğ zilleti sen! ...
Uyan! Ey Türkoğlu! Uyumak nene?
Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne!
Medet ummaya gör kızıl surattan,
Seni mahrum koyar aşktan, muraddan,
Çağla Sakarya'dan, kükre Fırat'tan..
Kara, kızıl, sarı.. Sür, topla yine;
Bunlardır özünü sömüren kene!
Destanlar yazılır, şanına lâyık,
Yine de erişmez ününe lâyık,
Olursan soyuna, dinine lâyık...
Geçer bu gafletin; sürmez çok sene,
Uyan ey Türkoğlu! Uyumak nene?
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu”
TÜRKİYE TARİHİ, GENEL İSLÂM TARİHİ VE GENEL TÜRK TARİHİ DEĞİL MİDİR?
Türkiye’deki en tehlikeli ve art niyetli soruların bazıları…
Türk müsün, Müslüman mısın?
Sünnî misin, Şiî misin, Alevî misin?
Ülkücü mü, Millî Görüşçü mü?
Türk Müsün, Kürt müsün?
Hangi tarikâttan, cemaatten?...
…
Sorular çoğaltılabilir…
İnsanların durdukları yeri ve kendisini anlamak yerine kaynağını araştırmak… Tamâmen fitne sebebi. Çünkü günün sonunda fitneye mahâl verecek bir şeyler çıkartıyorlar..
Türk müsün? Müslüman mı?
Müslüman Türküm.
Önce hangisi?
Hoca Ahmed YESEVÎ Atamız cevap vermiş 1000 yıl önce. “Türklük kader, İslâm (Din) seçim.) Bu diğer milletler içinde böyle. Müslüman Türk, Ortadoks Türk, Musevî Türk, Şaman Türk, Budist Türk… Yok mu? Müslüman Alman, Müslüman Rus, Müslüman Arap, Müslüman Ermeni, Müslüman Arnavut… Yok mu?
Dinimiz, Müslümanların kardeş olduğunu emretmiştir. Bitti. Dünya Türklerinin yüzde 80-85’i Müslüman’dır. Dolayısı ile Türk İslâm ile bilinir. Türk olmadan İslâm Birliği olur mu? İslâm olmadan Türk Birliği olur mu?
Mezhepçilik yapanlar…
Acaba merak edip, diğerlerini incelediler mi? Meselâ bir diğer mezhebin ilmihalini okudular mı? Okusalar dinin kaynağının Kur’an-ı Kerim ve sünnetler olduğunu görecekler.
Bedir Harbi’ni düşünün. Ebu Cehil düşman, oğlu mücahit, Ebûbekir burada, oğlu müşrik, Gülümüz SAV Komutan, damadı karşıda ve esir düştü. Demek ki İmân Kardeşliği Bedir’deki, Uhud’daki gibi olmalı. Pekî, şu anda durum Bedir’den daha mı iyi? İnanın şartlar idrâk edenler için aynı. Öyleyse mezhepçilik, tarikatçılık, cemaatçilik yapanlar masum mu?
Ülkücü, Milli Görüşçü… Temel ayrım ne? Hassasiyetler… Biri öncelik Türk Dünyası diyor diğeri İslâm Dünyası.. Öyle mi?
Millî Görüşçüleri ekserîsine soruyorum. Türk Dünyası gevûr mu? Türk kelimesi ile sorununuz ne? Aynı şekilde bazı Türkçü geçinenler de ya İslâm’a vuruyor ya da Arap Düşmanlığı kisvesi ile İslâm Düşmanlığı yapıyor.
Ömer Seyfettin 100 yıl önce ne diyor? “İslamcılık adı altında Türk düşmanlığı yapan soysuzlardan nefret ediyorum. Türkçülük adı altında İslam düşmanlığı yapan dinsizlerden nefret ettiğim gibi..” Özet budur…
Bir Müslüman Türk için hangi taraftan beslenirse beslensin Ümmet ve Türk birbirinden bağımsız düşünülebilir mi?
Aynı şekilde Vatan… Vatan üzerinde namaz kıldığın yer değildir. Vatan üzerinde özgürce namaz kıldığın, ecdâd kanının, terinin toprağa karıştığı yerdir. Boşuna mı haykırıyoruz “BAYRAK İNMEZ, EZAN DİNMEZ.” diye… İşte o haykırdığımız topraktır vatan…
Hâlâ, “Türk müsün, Kürt müsün?” sorusunun sorulması ne acı bir durumdur. En azılı Kürtçü’nün dedesi bile en az 1000 yıldır Türk Milleti ile ve Türk Devletleri’nin vatandaşı olarak yaşıyor. Eğer özellikle Kürt kaldıysa, Fars, Arap kaldıysa Türk Devletleri’nde kaldı. Türk Milleti diğer İslâm Halkları dışında görmemiştir. Dolayısı ile Mısır’da Memluklu’ların torunları gibi hızla asimile olmuştur. Araplaşmış, Farslaşmıştır ki Kürtlere bakınız, töre, terbiye Türk, dil Farsça’nın bir kolu.
“Kürt, bir Türk halkı değildir.” diyene de, “Türk’ten farkının olmadığını ve sosyolojik olarak bir millet oluşumuzun onlarca örneğini vereceğim. Ziya GÖKALP Merhum diyor ki; “Nerede Kürt’ü aradıysam Türk’ü buldum. Bir Türk ki Kürt’ü sevmiyor bilin ki Türk değil, bir Kürt ki Türk’ü sevmiyor bilin ki Kürt değil.”
Tarikâtçılık/Cemaatçilik ise hepten içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. Kesinlikle bu taassubun önüne geçilmelidir. FETÖ ve Kesnizâni örnekleri karşımızda capcanlı olarak durmaktadır.
Şimdi vicdanlara şu soruyu sormak isterim.
Türkiye Devleti’ne gelen süreçte özellikle Selçuklu, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti safhalarına bakarsak, adeta başı çeken Türk Tarihi özeti Türkiye Tarihi değil midir? Aynı şekilde öncülük eden İslâm Tarihi özeti de değil midir? Düşünün, Yıldırım Beyazıt 1405 yılında Afrika’ya Tuareg’lere oğlu şehzade Yunus’u sultan olarak gönderiyor. Düşünün Uzakdoğu Müslümanlarının yardımına 15. Yüzyılda Osmanlı Türk Devleti denizciler gönderiyor…
Fatih’in ve genel olarak Osmanlı’nın Kırım hassasiyeti… Düşünün Osmanlı Hânedanı’nın başına bir şey gelirse saltanat Kırım Hanlığı ile sürecek. Neden Kırım Hanlığı düşünelim lütfen…
Türkiye…
Bu günlere gelişi, özellikle 1. Dünya Savaşı’nı ve son 200 yılı anlamazsak ne dünyayı tanıyabiliriz, ne düşmanı, ne dostu, ne de kendimizi…
Anlamalıyız. Nasıl peki? İçimizde düşman arayarak değil. İngiliz Gevuru yavrusu ABD ile hâlâ düşmanlığa devam ediyor. Yetmiyor mu size düşman olarak? Avrupa “Hasta Adam”ı öldürme derdinde hâlâ…
Görmüyor musunuz?
Fransa, Rusya, Almanya vd. 1. Dünya Savaşı’ndaki düşmanlar hâlâ düşman değil mi? Biliyorsunuz müttefikimiz Almanya bile bizimle Azerbaycan ve Kafkasya’da çarpıştı. Birileri tarihinizden dolayı düşman, birileri dininizden dolayı düşman, birileri milletinizin gücünden dolayı, üzerinde yaşadığınız topraktan dolayı düşman…
Tehdit ve azametli düşman karşısında ilk tepki birlik olmak değil midir? Eğer birileri “armudun sapı, üzümün çöpü!” diyorlarsa bu adamlardan ne dava adamı olur, ne de omuzdaş…
Türk Dünyası’nda ortak kanaat şudur. “Bir Türk’ün birinci vatanı doğduğu toprak, ikinci vatanı Türkiye’dir..”
Düşünün lütfen…
Azerbaycan Türkü, Ganire PAŞAYEVA Kardeşimizin Türkiye üzerine yazdığı duyguları... Evet, tüm Türkiye Vatandaşları bu duyguların muhatabıdır. Lütfen okuyunuz.. Biz Türkiye Vatandaşları, O'nun kadar tarihimize vâkıf mıyız, ülkemize sevdalı mıyız? Bunu da şiiri okuduktan sonra düşününüz.
“TÜRKİYE'M!
Seni niçin bu kadar sevdiğimi soruyorlar,
Uzak diyarlardan gelen kızına:
– Bu sevginin kaynağı ne?
– Neden?
– Kimsin sen?
– Sen nere, bu topraklar nere?
“Aşkın sebebi sorulmaz”,
Diyorum yüz bin kere…
Çünkü ruhum yüzyıllar önce
Gönül vermiş bir türküye
“Sen benimsin, ben de senin”,
Türkiye!
Ahlat’ta mezar taşları tanırlar beni…
Malazgirt’e Alparslan’la geldim ben,
Vatan kılmak için bu güzel yurdu,
Her fetihte yeniden
Dirildim ve öldüm ben…
Hani ferman buyurmuştu
Karamanoğlu Mehmet Bey:
“Şimden geri kimse,
Türk dilinden özge söz söylemeye!”
Bu kutlu fermanı ilk duyan benim!
Divanda dergâhta, çarşı-pazarda
Sevinç ile yayan benim!
Ertuğrul Gazi’nin yol yoldaşıyım
Birlikte fetheyledik, bu yurt yerini…
Osman Gazi’yle diz çöküp huzuruna,
Dinledik Şeyh Edebali’nin öğütlerini…
Orhan Beyle birlikte yürüdüm Diyar-ı Rum’a,
Kılıç yoldaşımdır Hüdavendigar!
Sorsalar, elbette anlatacaktır,
Bursa’da, Ulu Cami avlusundaki çınar…
Karadan gemiler indirdim, Sultan Fatih’le
Değil mi ki, cihan, cihangire dar?
Bayrağı dikti Ulubatlı Hasan, biz yürüdük ardından…
Sorsanız, hisarlarda taşlar anlatır size:
İstanbul’un surlarında kanım var!
Sevinçlerim kadar acılar da yaşadım,
Vatan bildiğim bu topraklarda…
Bazen yüzümüze gülmedi devir,
Tersine de döndü, feleğin çarkı,
Kıyasıya vuruşurken, iki cihangir…
Bir tarafta Emir Timur,
Bir tarafta Yıldırım…
O günden beri öksüz Kerkük,
O günden beri yetim Kırım!
Kaç kez kan ile doldu,
Kardeş kavgasını durdursun diye
Tanrı’ya açılan elim…
Ama sığamadılar bu yeryüzüne
Şah İsmail ve Sultan Selim…
Kardeşin kardeşle vuruştuğu gün;
“Durun!
Türk’e Türk’ten özge yanan bulunmaz!
Kardeş kavgasında kazanan olmaz!”
Diye feryadı arşa dayanan bendim…
Çubuk Ovasına akan kanlar da,
Çaldıran’a düşen canlar da benim…
Üç yüz yılda döndüm, Viyana önlerinden.
Vuruştum boğazda yedi düvele karşı…
“Çanakkale içinde vurdular beni”,
Bir gonca gül iken derdiler beni…
Şimdi Gelibolu’da,
“Bir ölür, bin doğarız!” diye seslenen,
İsimsiz şehidin baş taşı benim…
Oğulsuz anaların, dul gelinlerin
Gözyaşı benim…
Sarıkamış’ta bedeni donan,
Yemen’de susuzluktan ciğeri yanan
Ve bir cepheden bir cepheye savrulan
Ölmez Türk benim!
İstiklal Savaşı’na koştuk, sonradan,
Atatürk’ün yanındaydım her zaman!
Küllerinden yeniden doğan bir milletin
Evladıyım ben…
Vatanın ufkunu sarınca melâl
Akif’in dizesiyle, dirildim yeni baştan
Haykırdım bütün dünyaya:
“Hakkıdır Hakka tapan milletimin İstiklâl!”
Türkiye’m!
Ben senden hiç gitmedim ki!
Ezelden ebede seninleyim ben.
Uğrunda öldüğün Vatan, terk edilir mi?
Ölesiye sevdiğin Vatandan gidilir mi?
Seni nasıl sevdim, bir bilebilsen…
Güneşe vurgun ayçiçekleri,
Denize âşık martılar gibi…
Ben seni,
Kıyıya sevdalı dalgalar
Yağmura hasret sahralar gibi sevdim.
Bağlanıp kaldı ruhum bir tek sözüne,
Sahibinden ayrılmayan bir gölge gibi
Yıllar yılı yüz sürdüm ayak izine!
Ben seni nasıl bekledim, bir bilebilsen…
Üstadın dediği gibi:
“Hastanın sabahı, mezarın ölüyü,
Şeytan’ın günahı beklediği kadar”…
Ve ben, bendeki seni bekledim her an!
Kimsesiz evin, hiç gelmeyecek sahibini beklediği gibi…
Ben seni ölümüne sevdim, Türkiye!
Dudakta kalan son nağme,
Gözde donan son damla
Ve bir “Ah!” kadar!
Nasıl özledim seni, bir bilebilsen
Bebeğin anne sütünü,
Annenin evlat kokusunu
Üşüyen ellerin sıcacık bir ocağı
Özlediği kadar…
İçimde kanatlanan ve büyüdükçe büyüyen
Bir özlemim var…
Ben ki aşığım senin, baharına, yazına…
Seni niçin bu kadar sevdiğini soruyorlar,
Uzak diyarlardan gelen kızına:
Oysa “Aşkın sebebi sorulmaz”,
Aşk sebepsiz sevdadır”
Diyor, bizim Yunus!
Sorulmasın bana artık bu soru,
Çünkü sen Türkiye’msin!
Vatansın! Vatan!
Bense çılgın bir Türk’üm,
Gökalp’in ruhunu yüreğinde taşıyan
Ve Vatanı Turan olan…
Canım Türkiye’m! Sen bensin,
Ayağına taş değse, benim ciğerim yanar.
Sen gönlümde umutsun, kalbimde ince sızı,
“Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar!”
İmza: Kardeşin Azerbaycan’ın, sana sevdalı kızı…
Ganire Paşayeva
Vefat etti Kız kardeşimiz..
Bizi çığlıklarla uyardı hep…
“Birbirinizi sevin, yurdumuzu sevin, sımsıkı kenetlenin.
Tarihimiz yetmez mi ders almaya,
İmânımız yetmez mi kardeş olmaya..
Büyük Türk Milleti..
Birlik ol haydi durma…
Sensin ümit, sensin Mehmetçik, sensin beklenen…”
Bizi bize çağıran, bizi Hâkk’a çağıran, bizi tarihten gelen sorumluluklarımıza çağıran Değerli Türk Evladı Ganire PAŞAYEVA’yı da bu vesile ile özlem, rahmet ve dua ile anıyoruz.
.
Emekli Yarbay Halil Mert, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı, Elektrik-Elektronik Mühendisi