Bu yazı, Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşayan bir arkadaşımın izlenimleridir. Filistin trajedisinin 'özgürlükler ülkesi'nden görünümünü çarpıcı şekilde anlatması bakımından önemli detaylar içeren gözlem ve deneyimlerini bir sohbet grubumuzda paylaşmıştı kendisi. Bu bilgilerin sadece küçük bir grupta kalmaması gerektiği inancıyla birlikte derleyip, yayınlamaya karar verdik. Kendisine teşekkür ediyorum, köşemde de yayınlamama müsaade ettiği için. İnşallah Filistin, hak ettiği özgürlüğe kavuşur ve bizlere de bu uğurda daha fazla çaba sarf etmek nasip olur.
AMERİKA'DAN FİLİSTİN İZLENİMLERİ
Bugün Amerika’da bulunduğum üniversitede benim için dinlemesi çok zor, çok hüzünlü bir etkinliğe katıldım.
Başka bir üniversiteden bir profesör Gazze’deki insanlık krizini çok farklı bir perspektifle anlattı. Biz genellikle sadece öldürülen, katledilen binlerce insanın resmine odaklanıyoruz odaklanmalıyız da ama orada aslında yaşananların çok başka boyutları da olduğunu fark ettik.
Gazze'de, üniversitelerin, okulların bombalanmasıyla orada sadece insan nesillerinin yok edilmesi için maddi manevi bir soykırım yapıldığını bir başka profesörün sunumunda, hiçbir yerde görmediğim bilimsel verilerle görmüştüm. Ama bugün anladım ki soykırım sadece insan neslini değil Filistin'in böceklerini, kavunlarını dahi hedef almış durumda.
Konuk profesörün çalışma alanı Gazze bölgesiydi. Kendisi beyaz bir Amerikalı’ydı ve Gazze bölgesindeki tarımsal faaliyetlerle ilgiliydi doktora çalışması ve sonraki çalışmaları vardı. Alan çalışmasını da Gazze ve çevresinde yapmış, Filistin coğrafyasında yok olan birçok tür tespit etmiş.
Yok edilen, artık hiçbir şekilde bir daha geri döndürülemeyecek olan topraklar, yok edilen tohum türleri, yok edilen buğday türleri.
“Cenin” denilen bir Filistin kavunu varmış mesela, artık yok!.. Bir de “Filistin çileği” varmış, onun da soyu tükenmiş...
1948’ten itibaren pek çok tür yok olmuş. Böyle çok acı, çok farklı bir perspektifte anlattı meseleleri profesör...
Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail kınanırken bu topraklar üzerine yaptığı yaşamsal soykırımla ilgili yaptığı çalışmalardan dolayı da uyarı almış. Bunu hemen hiçbirimiz bilmiyorduk.
Belgesini gördük.
Biz sadece oradaki insanların resimlerini paylaşarak sanki sadece insanlar katlediliyorlar diye düşünüyoruz ama orada aslında bir ulus yok ediliyor.
İsrail o topraklara el koyarken geriye dönük hiçbir hatıra kalsın istemiyor.
Kendilerinden başka bir şey barındırmayan, eskiye yani Filistin kültürüne dair hiçbir renk, doku, figür, koku, tat kalmayacak; yeni İsrail, bir şehir yeni bir ülke inşa etmeye çalışıyor.
Bu bambaşka bir çaba her yönüyle -soy-kırım, kültürel bir yok ediş.
Biz insanlara odaklanıyoruz ama İsrail’in yapmak istediği şey geriye bitki, börtü-böcek, hiçbir şeyin kalmaması; Filistin’e dair toprağın altında ve toprağın üstünde...
Çok enteresan; böcekler dahi yok edilmiş. Böcek türlerinin her yirmi senede bir incelendiğini ve böceklerin dahi soykırıma uğradığını söyledi Profesör.
Çok acı veren bu manzarayı, bu kadar derin bir vahşetin nasıl yaşandığını bilimsel olarak anlattı, duygusal değildi. Salonda biz çok duygulanarak dinledik hepimiz ama sunumu yapan Profesör, bilimsel verilerle konuştu. Sonunda salondaki pek çok Filistinli, profesöre sarılıp ağladı.
Mesela, Gazze’nin etrafındaki o duvarın seneler içerisinde 10 metre içeriye, birer tuğla daha eklenerek girdirildiğini belirtti.
Ve aslında o duvarın etrafındaki toprakların ekilip biçilen topraklar olduğunu ve bunların yok edildiğini ve bu yapılan duvarın da yerin oldukça derinine temel kazılarak yapıldığını ve her seferinde yapılan bu faaliyetle, oradaki toprağın biyo çeşitliliği yok etmenin amaçlandığını söyledi.
İsrail tarafından doğrudan öldürülen her bir insana karşılık, dört insanın da endirekt yani doğrudan olmayan yollarla öldürüldüğünden bahsetti.
Bu vahşetin ne büyük bir dehşete dönüştüğünün de göstergesi aynı zamanda bu durum.
Aslında bizim, bu bilinen ölüm rakamlarını ‘çarpı dört’ şeklinde okumamız gerekiyor. Verilen rakamlar, zaten doğru değil, bir de o verilen rakamların üzerine koyduğumuz rakamı çarpı dört şeklinde düşünmeliyiz.
Çünkü açlık ve hijyen yokluğundan kaynaklı doğrudan ölüm rakamlarına eklenmeyen bu rakamları da öldürülen kişilerin rakamlarına eklememiz gerektiğini anlattı. Nitekim dünyanın en nitelikleri akademik dergilerinden olan Lancet’te yayımlanan bir çalışmanın verilerine göre, resmî rakamın en düşük 180.000 olduğunun tahmin edildiğini söyledi. Bu çalışmanın resmini gösterdi.
Şu an Gazze’nin gıda erişiminde toplam nüfusun sadece yüzde 2’sinin gıdaya erişim sağladığını ifade etti. Bu gelen gıdanın da yaklaşık sadece yüzde 20’inin yardım kuruluşları aracılığıyla geldiğini, yüzde 80’e yakınının ticari, yani para karşılığı geldiğini ifade etti. İlk başta gıda getiren yardım kuruluşlarının oranlarının daha fazla olduğunu ancak yardım kuruluşlarının araçlarına ateş açıldıkça, yardım kuruluşları çalışanları arasında ölüm oranlarının arttığını söyledi. Bunun da yardım kuruluşlarında ciddi bir isteksizliğe sebep olduğunu bu sebeple de bölgeye gitmenin azaldığını, gidenlerin de ticari ürün olarak yani para karşılığı alınan ürünler olarak geldiğini söyledi.
Gazze’de paranın değerini yitirdiğini düşünüyoruz ya aslında tam tersi olduğundan, Gazze’de paranın tarihte görülmemiş bir değere sahip olduğundan bahsetti.
Gazze’de bütün ürünlerin değerinin ve buna bağlı olarak enflasyonun yüzde 7000'ler oranında arttığından bahsetti.
Ayrıca 212 Birleşmiş Milletler çalışanının öldürüldüğünü, World Kitchen Center isimli yardım kuruluşunun gıda yardımı yaparken doğrudan arabasının hedef alındığını, içerisinden de İsrail bombası çıktığını, İsrail’in de reddetme şansı kalmadığını belirtti ve arabanın resmini gösterdi.
İsrail, doğrudan insanların nesillerini etkileyecek o kadar akıl almaz şeyler yapıyor ki!..
Mesela; yardım olarak dağıtılan ya da parayla satılan ürünlerde soğuk zincir korunamadığı için et ve süt ürünleri getirilemiyormuş bu bölgeye. Bu da çok ciddi bir protein eksikliğine sebep olmuş ve insanlarda kas yıkımı başlamış. Kas yıkımı da doğurganlık üzerinde ciddi hasar bırakmaya başlamış. Bunun da önümüzdeki çok uzun yıllar boyunca kapanamayacak büyük bir felaketin kapıda olduğunun göstergesi olduğunu belirtti Filistin ırkı için. Bu, her yönüyle gerçek bir soykırım.
Sadece öldürmekle yetinmiyor İsrail; kalanların hayatlarında da çok büyük, bundan sonraki nesillere etkileyecek şekilde yıkımlara sebep oluyor.
Salonda Filistin Ramallah'lı bir başka profesör vardı. Filistin’in soyu tükenmiş kavunundan bahsedilince; “Evet” dedi “bizim bahçemizde bundan vardı, bütün bahçemiz bombalandı, yok edildi. Evde kalan iki kavunu, babaannem kurutup, bana gönderdi on sene önce. Sen orada saklayabilirsin, biz yapamayız dedi. İşte ben o iki kuru kavunu burada Amerika’da saklıyorum, duvara astım” dedi.
Düşünsenize, öz vatanının tadını, dokusunu, kokusunu ebediyen kaybetmemek için Filistin kavununu Amerika’daki evinin duvarında koruyan bir Filistinli profesör...
...
Burada bir derste mültecilik konusunu işlenirken biri doktora, bir master öğrencisi olan iki Filistinli genç kadın sunum yaptı. Her ikisinin de anlattıkları, yaşanan trajediyi bambaşka bir boyutla gözler önüne seriyor:
“Filistinlilerin büyük bir kısmı, 1948 sonrasında ve bir kısmı da 1967 savaş döneminde Lübnan, Ürdün, Suriye, Mısır, Kuveyt gibi bölge ülkelerine dağılmış.
Onların bazı ifadelerini doğrudan aktarıyorum.
“Lübnan bize vatandaşlık statüsü vermiyor, hala mülteci olarak görüldüğümüz için pasaport da alamıyoruz” dedi.
“Mısır mülteci olarak bile almıyor bizi… Mısır, kişi başı giriş parası olarak bizden 5000 dolar istiyor. Savaş başladığından beri Mısır’ın ne kadar para kazandığını düşünün” dedi.
“Ama ailelerinin kalabalık olduğunu ve içlerinden sadece bir iki kişinin bu paraya sahip olabildiğini onların da genellikle ailesini bırakıp gitmek istemediğini” söyledi.
“Sadece Kuveyt ve Suriye’de Filistin aslımız kabul edilerek vatandaş olarak kabul ediliyoruz. Ama Suriye’de oy kullanma hakkımız yok” dedi.
“Ürdün ise, pasaport veriyor ama kimlik olarak "Filistinli" olarak kabul etmiyor, orada Ürdünlü oluyoruz biz. Ama biz her durumda genellikle en yakın komşumuz ve kültürel olarak da kuzenlerimiz olan Ürdün’e gidiyoruz.”
“Amerika’ya vatandaşlık için başvurduğumuzda da genellikle Ürdün üzerinden başvuruyoruz.”
“Doğum yerimiz Filistin ama çoğumuzun Ürdün yazıyor kimliklerinde. Çünkü Amerika, Filistin’i ülke kategorisinden çıkardı.”
En acı kısmı, diğer ülkelerde yaşayan Filistinliler olarak bizler kendi ülkemize Filistin kimliğimizle giremiyoruz. Ya başka ülke pasaportunu kabul edip Filistinli kimliğimizi reddedip Filistin’e girebileceğiz ya da hiç Filistin’e giremeyeceğiz."
Bunları anlatan Filistinli master öğrencisi, kendi hikayesinden bahsederken de “benim de doğum yerim Ürdün olarak görünüyor” dedi ve devam etti anlatmaya:
“Halbuki 16 yaşına kadar Gazze’de yaşadım, Ürdün'ü vize süreçleri dışında hiç görmedim bile. Dahası var; Amerika’da vatandaşlık işlemleri esnasında, görevli memur, doğum yerimi sordu, ‘Gazze’ dedim, bir an şok oldu; ‘Hangi ülke?’ dedi. ‘Filistin’ dedim.
Adam listeye bakıp, ‘Öyle bir yer yok’ dedi. ‘Hayır var ve ben orda doğdum büyüdüm’ dedim ama ne yaparsam yapayım Ürdünlü olmayı kabul etmek zorunda kaldım.” dedi üzgün ve gözleri dolu dolu.
Burada Filistinlilerin kalpleri kuş gibi, hep endişeli, konuşmak istemiyorlar, onu belirgin şekilde fark ediyorum.
Tanıştığım pek çok Arap, Ürdünlü olduğunu söyleyince, kendi kendime “ne kadar çok Ürdünlü varmış burada” diyordum, şimdi anlıyorum ki bunların büyük bir çoğunluğu meğer ‘Filistinli’ imiş.
Çok yürek burkucu bir meseleden de bahsetti.
Filistin’de ve Amerika’ya ilk geldiği gün çekilen resimlerini gösterdi. “Büyük değişiklik var değil mi” diye sordu çünkü baş örtülüydü resimlerde.
Sonra açıklamaya başladı:
“Filistin coğrafyasından çıkınca sürekli kendinizi kabul ettirmek zorunda kalıyorsunuz. 16 yaşında bir genç kız olarak tek istediğim ‘kabul edilmek’ti.
Artık yeni geldiğim bu ülkede, savaşın yükünü taşımak istemiyordum, hayallerim vardı ama çok büyük değil; diğer insanların herhangi bir günde endişesiz ‘sıradan’ yaşadığı şeyleri istiyordum.
Ama bizim coğrafyada doğduğunuzda işte herkes için sıradan olan günlük durumlar bile ‘cennet’e saklanan hayaller ve umutlar oluyor. İşte ben, diğer insanların nasıl ‘sıradan’ yaşadıklarını deneyimlemek ve artık dışlanmamak için baş örtümü çıkardım” dedi.
“Ama Filistin kimliğimi hiçbir zaman bırakamadım, bırakamam da zaten çünkü siz sosyal medyada görüyorsunuz, oradan çıkınca sorun bitiyor sizin için ama benim bütün ailem orada, yüzden fazlası öldürüldü. Doğduğum büyüdüğüm ev, amcalarımın, dedelerimin, dayılarımın hepsinin evi yıkıldı” (önceki sonraki hallerini resimlerini gösterdi) “işte ben o ‘gerçek Filistin’den’ çıkamıyorum hep benimle, yemek yerken, yürürken, uyurken en sıradan şeyler de benimle. Çünkü onlar sıradan zamanlarını yaşayan insanların tahayyül bile edemeyeceği sıradan olmayan zamanlarını yaşıyorlar. Mesela siz 24 saat hiç susmayan bir siren sesi ile yaşamak, bu sese doğmak ve bu sesin normal olduğunu zannederek yaşamanın nasıl bir his olduğunu düşündünüz mü hiç” diyerek o kulak tırmalayıcı sesi dinletti.
Filistinli kimlikleri sadece savaş coğrafyasında değil, burada “özgürlükler!” ülkesinde de büyük bedel ödetiyor onlara.
Dünyanın “en değerli” pasaportlarından kabul edilen Amerikan pasaportuna sahip olsanız bile eğer işin içerisinde Filistin varsa Amerikalılarla eşit olmanızın önündeki en büyük engel oluyor bu durum.
Nitekim bu genç kadın, onlarca iş başvurusundan ‘red’ almış kimliğinden dolayı.
Bu insanların ülkelerinin tarihten hem resmî olarak hem de çileğiyle, böceğiyle, kavunuyla silinmesi için yapılan bu kadar detaylı ve zalim planlamaya akıl erdirmek gerçekten imkânsız.
Yazıdaki bilgileri hem canlı dinlerken hem de geri getirmeye çalışırken o kadar duygu yoğunluğu yaşadım ki hatam olduysa affola.
.
Sevim Korkmaz, dikGAZETE.com