Aklın önemi ile ilgili bir menkıbe anlatılır.
İmam-ı Azam, dar bir yolda ilerlerken bir öküzle karşı karşıya kalmış. Kenara çekilmiş ve öküzün geçmesini beklemiş.
Bunu görenler gelip ona sataşmak istemiş.
- Sen büyük bir alimsin. Neden bir öküze yol verdin, korktun mu?
İmam-ı Azam, şu muhteşem cevabı vermiş:
- Benim aklım var onun ise boynuzları. Aklımı çalıştırdım ve ona yol verdim. Yoksa beni boynuzlardı.
Akıl, “Düşünme, kavrama, anlama yetisi.” olarak tarif edilir. Bu anlamda akıl, Allah’ın insana insan olabilmesi için verdiği böyle muazzam bir nimet.
İnsanın yol gösterici rehberi ve kullanma kılavuzu olan Kur’an-ı Kerim’e göre insanı insan yapan, onun her türlü fiillerine anlam kazandıran ve ilâhî emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan bu akıl nimetidir.
Kur’an’daki ayetlerde, aklı kullanarak doğru düşünmeye ulaşılabileceğine dair birçok açıklamalar mevcuttur.
İslam’da yükümlülükte ancak akıllılara ve aklını kullanmasını bilenlere verilen vazifeler bütünüdür. Aklı olmayanı din, muhatap bile kabul etmez ve sorumluluk yüklemez.
Allah’ın varlığını ve birliğini idrak, hayatın anlamını kavrama, eşyanın mahiyetini çözme ancak akılla mümkün olabilmektedir. “Allah, ayetlerini akıl edesiniz diye açıklamaktadır.” ayetinde aklın bu en önemli fonksiyonuna işaret edilmektedir.
İnsanın hakikati bulabilmesi Kur’an’ın anlattığı vahiyle nurlanan “Selim akıl” ile mümkündür.
“Doğruyu yanlıştan ayırma gücü” diye tarif ettiği Akl-ı Selim’in, Kur’an’da ve sahih hadislerde geçen “Fıtrat” ile yakın alâkası olduğunu birçok müfessir işaret etmiştir.
İnsan, ancak aklıyla ve iradesiyle insan olabilir.
Aklı ve iradesi olmayan için yükselme veya alçalma söz konusu olmadığını Kur’an’dan öğreniyoruz.
Aklı ve iradesi olan insanların ise bunları kullanarak meleklerden üstün olabilecekleri gibi yerinde kullanmayanların hayvanlardan da daha aşağı olacağını yine hidayet rehberimizden öğreniyoruz.
İslami düşünce tarihinin en önemli kilometre taşlarından biri olan İmam-ı Azam, bilgi vasıtaları arasında yer alan akıl ve vahiy üzerinde ve akıl ve nakli birbirini tamamlayan iki unsur olarak göstermiş ve bu hususta şu muazzam tespitleri yapmıştır:
“Allah insanlara, kendileri için zorunlu olacak her şeyi açıklayacak hiç bir Resul göndermemiş olsa bile, insana, fıtrî akıl ile deneme süresi içinde tefekkür ve akletme görevi, farzdır.
Allah hakkında, öncelikle varlığının bilgisi ve sonra bundan çıkan birliği, gücü, kelamı, iradesi ve dünyanın yaratıcısı olduğu konusunda bir bilgi sahibi olmaları beklenecektir.
İnsanın yapısında bulunan akıl, Allah hakkında tümel olarak bilmesi gerekenleri edinmesine yarayan bir âlettir.
Akıl, sadece bilgi âletidir ve açıkçası, insanın bu amaç için İlahî Yasa’ya (vahiy) ihtiyacı yoktur.
Teklif için aklın varlığı, zorunlu bir şarttır.
Aynı durum Peygamberin varlığı için de geçerlidir.
Peygamber, hiçbir şeyi zorunlu kılmaz, ancak Allah tarafından kendisine bildirilen zorunlu olanı insana bildirir.
Zorunlu görevlerin farz kılıcısı Allah’ın kendisidir.
Yalnız o bunları insan üzerine bir Resullerin aracılığıyla insanlara bildirmektedir.
Akıl, nesneleri ancak geniş ve genel bir şekilde kavrayacak güçtedir. Bunun anlamı, bilginin ancak, akıl ile kavranabileceğidir.
Resuller aracılığı ile vahyin gönderilmesi, aklın genel bir şekilde kavramış olduğu şeyleri somutlaştırmak ve özel yanları ile belirlemektir.
Ancak aklı, dalâlete düşmekten koruyan, doğru yola yönelten, ince ve esrarengiz meseleleri anlamasına ve gerçeği bildiren bir yardımcı kılavuza ihtiyaç vardır ki, bu da Resuller vasıtasıyla insanlara bildirilen vahiydir.
Eğer Allah’ı bilmek, Resuller tarafından olsaydı, insanlara Allah’ın bilgisini ihsan etmek, Allah’tan değil, Resullerden olurdu.
Allah’ı ve nübüvvetin gerekliliğini bilmek, aklî zorunluluktur.”
Akıl, insan için en büyük nimetlerin başında gelir.
Bunun için insana Allah’ın varlığını ve birliğini kavramak, hayatın anlamını idrak etmek ve üzerine verilen zorunlu fiilleri (farzları) yerine getirmek için Allah tarafından bahşedilen aklını kullanmayanlar/kullanamayanlar için Kur’an, çok ağır ifadeler kullanmıştır:
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi topluca iman ederdi. Hal böyleyken, mü’min olsunlar diye sen insanları zorlayıp duracak mısın! Allah’ın (kuralına göre işleyen) izni olmadıkça hiç kimsenin inanması mümkün değildir. O akıllarını kullanmayanlara rics’i (azabı, rezilliği ve murdarlığı) verir.” (Yunus, 99-100)
Allah’ın izni olmadan hiç kimsenin iman etmeyeceği hususunun hemen ardından Allah’ın, akıllarını kullanmayanları iğrenç bir duruma sokacağının, yani kirli halleriyle baş başa bırakacağının bildirilmesi; yaratanın Allah (cc), seçme kararını verecek olanın ise insan olduğunu gösterir.
Bir başka anlatımla, insanın imanla ilgili sorumluluğunun akıl nimetini yerli yerince kullanıp kullanmamasından kaynaklandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Allah’ın yaratılış hakikatini anlamak için insana bahşettiği aklı kullanmayanlar, batıl içinde boğulup gitmişlerdir.
“Onlara ‘insanların inandıkları gibi siz de inanın’ denildiğinde, ‘Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?’ derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. (Bakara, 13)
İnanmak akılsızlık değil aksine akletmenin bir sonucudur. Zaten asıl akılsız akıl defterine saçma sapan şeyler karalayanlardır.
Allah (cc) vahyi gönderirken insanlara onu anlamaları için aklı da göndermiştir.
Akıl olmadan vahyi anlamak mümkün değildir. Bu sebeple akılbaliğ olmayanlar yani aklı mümeyyiz vasfa, ayırt edici özelliğe kavuşmadan İslam, kimseyi sorumlu tutmaz.
Aklı mümeyyiz vasfa erişemeyenler ise inanmanın açık delillerini görseler bile bahane üzerine bahane uydururlar:
“Onlara, ‘Allah neyi indirdiyse ona uyun’ dendi mi derler ki: Hayır, biz atalarımız neye uyduysa ona uyarız. İyi ama atalarınızın aklı bir şeye ermiyorsa ve doğru yolu bulmadılarsa ne olacak?” (Bakara, 170)
Aklını çalıştırmayıp inkâra sapanların kulakları hakikati duymaz, gözleri hakikati görmez ve dilleri asla hakikati söyleyemez. Zaten Rabbimiz, bu gerçeği Bakara 171. ayette çok açık biçimde bizlere izah etmiştir:
“İnkar edenlerin örneği, bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.”
Allah (cc) akıllı insanlara ayetlerini açık biçimde gösteriyor ki insanlar doğru yolu bulup istikameti yakalasınlar.
Ayetlerin açıklanma sebebi ayette, “İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; ki akıl erdiresiniz.” (Bakara 242) şeklinde beyan edilmiştir.
Allah’ın öğütlerini ancak temiz akıl sahipleri tutar.
Aklını, batıl şeylerle kirletenlerin inanmaları için öncelikle akıllarını kirlerden arındırmaları gerekir.
“Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Bakara, 269)
Allah (cc) insanın doğru yolu bulması için ona bir kullanma kılavuzu (Kur’an) göndermiştir. Ancak bu kılavuzu hakkıyla okuyup anlayanlar, doğru yolu bulabilirler:
“Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın temeli olan bir kısım ayetler muhkemdir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır, derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Al-İ İmran, 7)
Kâinat kitabı, aklını kullananlar için Allah’ı tarif eden en büyük tarif edicilerden biridir.
Vahyin ışığında yol alan akıl ile kâinat kitabı incelendiğinde, insan için alabildiğine sonsuz deliller mevcut olduğunu görebilir.
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün peş peşe gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.” (Al-İ İmran, 190), “Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (Ra’d, 4) gibi ayetler bize bu gerçeği gösterir.
Hayatın anlamını kavramak, insan için en önemli hakikattir. Bunu anlamak da ancak bize vahiy ile bildirilen gerçekleri akıl ile anlayıp, uygulamaktan geçer.
Dünyanın içindekilerin hakikatini anlamak da ancak bu yolla mümkün olabilir.
Rabbimiz; “Dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup - sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?” (En’am, 32) buyurarak bize bu hususta da en güzel yolu göstermiştir.
Rabbimiz aklını kullanmayanların durumunu ise; “Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, bir türlü akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal, 22) ayetiyle tarif etmektedir.
Allah (cc) kullanma kılavuzumuz olan Kur’an’da aklın önemini yüzlerce ayetle bize bildirmiş, akılnı kullananların hem bu dünyada hem de gerçek hayat olan ahirette “kurtuluşa erenler” olacağını haber vermiştir.
“Onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (Zümer, 18)
Aklını kullanmayıp, Allah’ın gönderdiği vahyi anlamayanların durumunun ne olacağı ise “Ve derler ki: Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık.” (Mülk, 10) ayetiyle açık biçimde oraya konmuştur.
Hülasa olarak diyebiliriz ki, insanın yol gösterici rehberi ve kullanma kılavuzu olan Kur’an-ı Kerim’e göre, insanı insan yapan, onun her türlü fiillerine anlam kazandıran ve ilâhî emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan vahyin ışığında faaliyetlerini sürdüren akıl nimetidir.
Ne mutlu akıl nimetini hakkıyla yerli yerinde kullananlara.
.
Selim Çoraklı, dikGAZETE.com