Mayıs’ın başları, 97… “Refah-Yol” tasfiye süreci hızlanmış.
Bir telefon; SİNCAN Belediye Başkan Vekili hattın öbür ucunda, Başkan Bekir Yıldız kodeste.
- ABi biliyorsun; sen her sene gelirdin bizim Lale Festivali’ne bu yıl çok daha önemli… Mutlaka gelmelisin ekibinle.
- Geleceğiz tabii… Kavgadan dönenin kaşığı kırılsın.
Bir midibüse doluştuk; dekor, ışık ve sefil tiyatrocular düştük yola; elbet espiriler gırla…
- Oğlum pijamalarını aldın mı?
- Diş fırçan macunun yanında mı?
Böyle durumlarda en çok espiriyi en çok korkanlar yapar.
Kınamak için söylemiyorum, durum tespiti.
Korkanı kınayacağına, korkutanı kınamalı insanlar.
Ben kendime “Oğlum Ulvi!.. Fazla sivrilik yapma, dayanamazsın, kendin neyse bu gurubun sorumluluğu üstünde.”
Sincan’a vardık; faşistleri kışkırtan Kudüs Gecesi’nin yapıldığı aynı salon.
Bizim Nurettin’in şah-eseri…
Ne yaptı yaptı, sonunda hapise tıktırdı kendini.
İki sivil geldi, trençkotlu filan, film gibi.
- Müdürüm senaryoyu istiyor!
- Vermem…
- Nasıl vermezsiniz!
- Yasal olarak böyle bir yetkiniz yok! Kameranızı getirmişsiniz… Çekersiniz, görevli savcı izler; suç unsuru görürse duyurusunu yapar mahkeme gerekli görürse dava açar. -filan…-
Gittiler homurdana homurdana…
Salon doldu; iki misli seyirciyle en az onlar kadar polis, asker, siviller, mit.
İkinci zil çaldı; 3’te başlarız.
Emniyet müdürü geldi.
Kıpkırmızı; burnundan soluyor.
- Senaryoyu vermemişsiniz
- Vermeyiz! -bu ben-
- Nasıl vermezsiniz
- Böyle bir yasal yetkiniz yok!
- Biz hep böyle yapıyoruz!
- Hep suç işliyorsunuz!
Başkanvekili arkadan el-kol, kaş-göz “Aman abi gözünü seveyim idare et” pondomiminde.
Tamam ben de idareden yanayım; ancak Emniyet Müdürü bir yanlış yaptı.
- Anlayın işte! Askerler istiyor.
Patladım ve böğürdüm resmen:
- NE askeri; ben askerliğimi yaptım! Harp okulu öğrencisi miyim Jandarma mıyım? Sizin üstünüz askerler mi?
Adam şööle bir durdu! “Adam” diyorsam lafın gelişi.
Bunu hayatımda birkaç kez gördüm; sebeb te kendimdi, “Yahu bu kim arkası sağlam galiba?” düşüncesi aklında horon tepiyor.
Belediye başkanvekili, gösterisini ağsız trapez saltosuna çevirmiş.
Ben de beklenmedik bir yumuşamayla
- Ben aslında bu teksti (doğrusu budur, bizim yazarlar bile senaryo der) size vermezdim; ancak geldiniz kibarca rica ettiniz. Belediyede bir nüshası var, emir buyurun size fotokopisini versinler.
Emniyet müdürü krepon kağıdıyla süslenmiş 23 Nisan çocuğu gibi gitti seke seke nerdeyse.
Biz de o gösteride olmayan “Demokrasi Mokrasi” sahnesini de oyuna katıp, askerleri de lime lime eden oyunumuzu oynadık.
O zaman ne ‘Milli’ ne “Maneviyatçı tiyatrolar” vardı.
Şimdi kendilerini fasulye gibi nimetten sayanlar ilkokullarda kirli kostümleriyle Karagöz Hacivat kostümleriyle işportacılık yapıyordu.
Benim kurduğum GSM, fetoşistlerin elinde 20 yıl sürecek, kapatılıp yine kurulacaktı.
Ben cesur biri değilim.
Buradaki de cahil cesaretiymiş.
Biz Sincan’da bu kavgayı verirken 40 km ötede, Ankara’da askerler, istedikleri bakanlığa girip, diledikleri dolabı açıp istedikleri belgeleri topluyor muş.
Elbette zulmü haklı çıkartmaz ancak Rahmetli Erbakan, hiç direnmedi.
Üslubu değildi.
Başbakanlığı, Çiller’e devredip, yardımcılıkta kalmayı denedi.
Öyle anlaşmışlardı.
Ancak Cumhurbaşkanı “kaçın Demirel’i” yemedi; teamül-meamül demedi, Başbakanlığı ve kabine kurma görevini bizim M.Yılmaz’a verdi.
O da başbakan olunca ‘Cuma’lara başladı.
Vaktiyle bir Lions toplantısında; “Bizim ULvi ne yapıyor? Bir yandan namaz kılıp, bir yandan da tiyatro yapıyor mu” diye takılmış.
Bizim “İEL”dendir.
E ben fırsatı kaçırır mıyım!..
“Ne haber Mesut; bir yandan Başbakanlık yapıp, öte yandan Cuma’lara mı başladın?” diye yazdım.
-“Hayatta Oynamam” adlı çıkacak kitabımdan-
.
Ulvi Alacakaptan, dikGAZETE.com