Sermaye sahipleri, ülkeleri ekonomilerini kontrol ederek yönetirler. Bazen işler ters gitmeye başladığında başkaca faktörleri devreye sokarak o ülkede iç karışıklık çıkarırlar.
Askeri darbelerin oluşum süreci de çoğunlukla bu şekilde olur.
Genel olarak darbeleri incelediğimiz zaman egemenliğin halktan alınıp bu güçlerin kontrolüne verildiği açıktır.
Bu bağlamda, “15 Temmuz Darbe Girişimi”nin nasıl olduğu ve sonunda neyi hedefledikleri açıktır. FETÖ, bu girişimde maşa olarak kullanılmıştır. Bilinçli şekilde toplumun aklını bulandırmaya çalışanları da yönlendirenler aynı merkezlerdir.
Osmanlı Devleti’nde yakamıza yapışan, ülke içinde ekonomiyi kontrol altına alan, dilediği gibi istediği kadar kendine bağımlı ‘kontrol edebileceği’ adamlar yetiştiren güç odaklarından daha sonra yakamızı kurtarmamız mümkün olmamıştır.
Kadim devlet aklımız, bu güçlerin elinden sermaye gücünü ve insanımızı kurtarabilmek için o günlerden bu günlere kadar mücadele etmektedir.
Milli iradenin sandığa yansıması ile milli gücü kontrol etme yetisine sahip siyasilerin görev başında olması aynı şey değildir. Milli gücü elde tutmak için sadece milli iradenin yetki vermesi yeterli değildir!
Devleti yönetmek için ‘ekonomik bağımsızlığı’ kazanmamızın elzem olması bunun için çok değerlidir.
Ekonomik sistemi kontrol edenler, istedikleri kişileri zengin eder, fakirleştirir. Buna direnmek isteyenin başına gelmeyen kalmaz.
Eşref Bitlis Paşa ile Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü, şehit edilmeleri sisteme direnmelerinin bir sonucudur.
Gerekli şartlar olgunlaşmadan siyasi güce güvenerek sistemle mücadele etmeyi tercih eden, etmek zorunda kalan Adnan Menderes ve Turgut Özal’ın öldürülmesini tarihe düşülen bir not olarak görmek gerekir.
15 Temmuz Darbe girişimine ister FETÖ isterseniz de NATO darbesi densin, durum değişmez. Asıl olan “Sermaye - Darbe” girişiminin varlığının bilinmesidir.
ABD başta olmak üzere, tüm dünya devletlerini kukla gibi oynatanların giriştiği hain bir girişimden bahsediyoruz.
Bunlar yıllar önce bir tohum ektiler ve Gülen hareketini önce ülkemize sonra dünyaya yaydılar.
Gülen Cemaati’nin “İslamcı” kodları ile özellikle Afrika kıtasında paralarına para kattılar. Türkiye’de devlet kodlarını elinde tutan güçlerden biri oldular.
Sermayenin elinde bulunan imkanları kullanıp her yerde bu gücü kullandılar.
Siyasetçilere, bürokratlara, iş adamlarına bu güçlerine güvenerek baskı yaptılar.
AK Parti hükümetinin FETÖ’yü besleyip büyütmesi aynı yuvada beslenmeyi bekleyen yavrulardan birinin daha çok beslenmesine benzer. Sermeye anası olmadan devletlerde hiçbir gücün büyüyüp serpilmesi şimdilik mümkün değildir.
AK Parti ile FETÖ aynı yuvada besin bekleyen yavrular olduklarından birinin diğerini beslemesi düşünülemez. Aksine birbirlerini yuvadan atmak için mücadele etmeleri daha gerçekçidir ve olan nihayetinde budur.
AK Parti yerine, geçmişteki Demokrat Parti’yi, CHP’yi, Adalet Partisi’ni, Anavatan Partisi’ni de hükümet oldukları zaman “yavru” olarak düşünebiliriz.
Sermaye güçlerinin, dün başka örgütleri yuvaya koyarken AK Parti yanına FETÖ’yü koyması uzun vadede kendileri için anlamlıdır. Dini referanslı, İslamcı iki merkez gücü siyasi ve dini kodlarla desteklemesi ve birbirine rakip çıkartmasının iyi analiz edilmesi gerekir.
“Sarıkız”, “Ay Işığı”, “Balyoz”, “Ergenekon” gibi mücadeleler aslında Gülen örgütünün kendisine yer açması için sermaye güçlerinin yaptırdığı operasyonlardı. AK Parti’nin kendisinin yemlendiğini, beslendiğini düşünmesi de FETÖ’nün işini kolaylaştıran bir faktördü.
Asker içinde gruplanmış olan (Batı - Orta - Doğu) güç bloklarını taktiksel olarak etkilemek için bu planlar yapılmış. Bazen Doğu bloğu dövülmüş, bazen Orta blok. Çoğu kez Batı bloğu boşlukları doldurmuştur.
15 Temmuz sürecine giden yolda, asker içindeki doğu bloğuna operasyonlar yapılması taktiksel bir hamledir. Bu hamleyi sağlamlaştırmak için ülke gündemini meşgul edecek suikastler tertiplenmesi ve bu davalarla da adalet sisteminin yara alması toplum hareketlenmelerini sağlama amacı taşımaktadır.
Devlet aklı, karşı hamle yapabilmek için zaman kazanmaya çalıştıkça tek taraflı operasyonlar ülke içinde toplumun önemli bir çoğunluğunun sinir sistemini gerginleştirmiştir.
Bu bağlamda, dershanelerin kapatılması girişimi, devletin sermayeye karşı yaptığı ciddi bir hamledir ve cevabı 17/25 Aralık ile verilmiş olsa da asıl hesaplaşmanın 15 Temmuz’da olduğunu varsayabiliriz.
15 Temmuz sonrası milli mutabakatın önemli bir ayağının bir araya gelip “Cumhur İttifakı”nı kurmuş olması, sermaye ile savaşın başlangıcı olarak görülebilir.
PKK, sermaye için önemli bir kukla ve piyon olmaya devam ettiğinden bu mücadele sahasının önemli bir ayağıdır. Son aylarda PKK bitirilme aşamasına gelmiştir. Sermaye kaybederken devletimiz kazanmaktadır.
FETÖ ile mücadelenin sulandırılması sermayenin boş durmadığının göstergesidir.
Sermaye sahipleri, FETÖ sonrası devletimizde hangi kartını oynamaya başlamıştır ve şimdi kimi beslemektedir?
Bununla uğraşmak yerine, sadece ekmeği kesilen ve yuvadan atılanlarla uğraşmak devletimiz için zaman kaybıdır.
"Cumhur İttifakı’nın karşısında bugün hangi güç vardır?"
Bu soruya kafa yormayanların 15 Temmuz’u anlamaları ve FETÖ ile mücadele etmesi mümkün değildir.
.
Muhammed Işık, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @leyli_serd , @dikgazete