Dünya, Sanayi Devrimi ile sistemleri de sorguladı.
Bize “Krallara, sultanlara karşı karşı Milliyetçilik akımları gelişti ve Cumhuriyetler kuruldu” dediler.
Şu anda da “demokrasi, insan hakları, lâiklik, çağdaşlık” gibi içeriği ve tanımı belli olmayan, istedikleri zaman kendi istedikleri gibi tanımladıkları putları sunuyorlar tapalım diye..
Oysa cahiliye devrindekilerin peynirden put yapıp, acıkınca yedikleri gibi, işlerine gelince yiyorlar putlarını..
İmparatorluklar dönemi bitti mi?
“Demokrasinin Beşiği” diye yutturdukları devlet, Birleşik Krallık..
Eski İmparatorluk bâkiyesi devletler, hâlen krallıkların saraylarından yönetiliyor.
Esâs olan Devlet.
Biz, Cumhuriyet’le sistemi değiştirmedik, âdeta devletimizi de yıktık, yıktırdılar..
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Cumhurbaşkanlığı Forsunda sembolleştiği üzere Türk Tarihi’nin aslî mirasçısıdır. Türk Dünyası’nın öncü devletidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Halifelik Makâmını TBMM’ne tevdî etmiştir. Halifelik Merkezi hâlen İslâm Dünyası’nın siyâsi merkezi konumunu koruyan İstanbul’dur.
Hâsılı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İslâm Âlemi’nin ve yaşadıkları dinlerine bakmaksızın Türk Dünyası’nın Öncü, Lider, en önemlisi de sorumlu devletidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Osmanlı Coğrafyası ve şu anki Bağımsız Türk Devletleri Etki Alanı’dır.
Dünyanın neresinde biri “Müslüman’ım” ya da “Türk’üm” diyorsa orası da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ‘ilgi alanı’dır.
Etki Alanı; bir ülkenin politik, ekonomik, kültürel ve toplumsal açıdan etkili olduğu, kısaca SÖZÜNÜN GEÇTİĞİ coğrafyadır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce bir devletin kendi çıkarları doğrultusunda egemenliği altında bulunmamakla birlikte, “denetim hakkı iddia ettiği yabancı bölge ve topraklar” olarak tanımlanan “etki alanı” kavramı, Birinci Dünya Savaşı sonrasında sömürgeciliğin ortadan kalkmasıyla hukuksal önemini yavaş yavaş yitirmiştir.
Ancak, daha sonra, büyük güçlerin diğer devletler üzerindeki siyasal iddiaları, baskıları alanları veya nüfuz alanları için kullanılmıştır.
Bu anlamda, “Etki Alanı”, bir devlet ya da devletler grubunun diğerinin siyâsal karar alma mekanizmalarını kendi istekleri doğrultusunda yönlendirme imkânını ifade etmektedir.
İlgi Alanı; ise o ülkenin politik, ekonomik, kültürel ve toplumsal açıdan çıkarlarının olduğu, etkisi altına almak ya da etkilemek istediği coğrafya olarak tanımlamak mümkündür.
İlgi Alanı, başka ülkelerin iç politikasını yönlendirebilme, eylemsel faaliyet ve duruş ortaya koyma, anlamında da önemlidir.
Bu manada “Ace Bölgesi”nin Türk Bayrağı ile aynı motifli, bağımsız olmadıkları için siyah şeritli bayraklarını, ABD’nde “Malcolm X” filmindeki zenci Müslümanların Türk Bayraklı sembollerini hatırlatmak isterim.
Özetle; İlgi Alanı, ecdadın KIZIL ELMA’sıdır.
Türk Dünyası’nın Aksakalı, Kazakistan’ın Kurucu Lideri Nursultan NAZARBAYEV, “Tarihin Akışında” kitabında diyor ki; “Bölgenin kaynaşması için zamanında Avrupa ülkelerinin sahip olduklarından çok güçlü önkoşullar mevcuttur.
Dış tehditler, kültürel- tarihi kökler, din, toprak -coğrafi- birliği, medeniyet ve kültür birliği, dünyaya aynı kapılardan çıkabilme ve açılabilme, ekolojik problemler vb. bu kaynaşma için gereken altyapıyı oluşturmaktadırlar.
Avrupa Birliği’nin mimarları, böylesi kaynaşma önkoşullarını ancak hayal edebilirlerdi ancak Türkler, bu koşullara kendiliklerinden sahiplerdir.”
Dünyanın başında bir belâ var.
Tüm dünyaya yayılan bir virüs ülkeleri, şirketleri, insanları alt-üst etti adeta.
Buradan sonuçlar çıkartmalıyız.
“Küresel Güçler” yerine, tüm ülkelerin borçlu olduğu, “Uluslararası Para Piyasaları”nı yöneten güç sahipleri, “Ulus Devletler”e operasyon çekiyor ve yeni koşullar dayatıyor.
Bunu algılamalıyız.
Virüsün yayıldığı Çin’in, dünyada “Üretim Merkezi” olarak büyütülmesi, ekonomik anlamda güçlendirilmesinin arka planı incelenmelidir.
Çin’de kayıt dışı 300 milyona yakın insan yaşamaktadır.
Halk, refahtan pay isteyemeyecek kadar baskı altındadır.
Kolay yönetilen anti-demokratik bir ülkedir.
İngiltere, 1500’lü yıllardan itibaren Hindistan’da, 1800’lü yıllardan itibaren Çin, Afganistan, Uzakdoğu’nun her yerindedir.
Bir dönem bu bölgedeki tüm askeri birliklerin alaydan yukarıdaki ünitelerine bizzat İngiltere’den kendi vatandaşı Komutan atamış, yerel valileri yöneten konsoloslar görevlendirerek her şeyi kontrol etmiş, ciddi yerel tepki de görmemiştir.
Neden İngiltere?
Küresel Sermaye, Birleşik Krallığı şimdilerde de ABD’nin jandarması olarak kullanmıştır, kullanmaktadır.
Özetle; Küresel Sermaye, Çin konusunda fazlaca deneyimlidir. Ayrıca “Çin, son yüzyıl hariç, Türk ve Mançu Hânedanlıklar tarafından yönetilmiştir” desek doğrudur.
Dolayısı ile Çin Halkı’ndan “Ortak Akıl, Millî Direnç” beklemeyiniz.
Yakın süreçte, Dünya Nüfusu’nun fazlalığından yakınan Küresel Kan Emicilerin yeni kamplaşmalarına, Ulus Devletlerle mücadelesine tanık olacağız. Öyleyse Türkiye nasıl konumlanacak?
Türkiye’nin elinde birinci Milli Güç Unsuru olarak İmânı ve İslâm kardeşliği vardır.
Bu mânâda iki büyük düşmanımız var.
Birincisi mezhep, meşrep, tarîkat, cemaat kisvesi ile ümmeti bölme çabaları.
Şiî İslâmları Fârisî’liğin kucağına itmek, son 40 yılda ABD, İngiltere’nin programıydı.
Biz de alet olduk.
Şimdi, Cumhurbaşkanımızın “Ben ne Şiî’yim ne de Sünnî, Müslümanım” söylemi canlandırılmalıdır. Yani “Şiî eşittir İran ya da Fars” değildir.
Sayısal olarak bakın Şiî’lerin çoğu Türk’tür. İran, Afganistan Şiî’lerine bakınız.
Cemaat, tarîkat ayrışmasının sonucu mu?
İşte FETÖ, işte Kesnizâni İhâneti ile Irak’ın geldiği nokta.
Şu soruyu da vicdanlara soruyorum;
İslâm Dünyası’nın her yerinde yakalanan Batılı Ajanların çoğu neden ‘Din Adamı’ kisvelidir?
Diğer düşmanımız da “Selefî Akımlar”dır.
Adındaki mâsumiyet bizi yanıltmasın.
Kaynağı Suudi Arabistan ve Mısır..
Bakınız, İngiltere’nin 300 yıldır fiîlen çalıştığı bölgedir.
İktidarlar İngiltere ve ABD kontrolündedir.
Şu anda artık İsrail ile de doğrudan dostluk yapmaktadırlar.
Bu yönetimlerin altındaki halkların dönüştürülmesi Ümmet’in birliği için en büyük risklerden biridir.
Türkiye’nin bu coğrafyada ilk halkası Osmanlı Medeniyet Coğrafyası’ndaki İslâm Ahâlidir.
Burada Türk Milleti’ne duyulan derin sevgi ve teveccüh en büyük kozumuzdur.
Bu coğrafyada Müslüman Araplar, Farslar, (Kürtler, Türk’ün bir parçasıdır. Bu nedenle ayrıca saymıyorum. Bunun yerine ‘Dış Türkler’ demeliyiz), Gürcüler, Arnavutlar, Makedonlar, Boşnaklar gibi kardeşlerimiz vardır.
Türkiye’nin elinde ikinci Milli Güç Unsuru olarak da Türk Dünyası vardır.
“Türk Dünyası” deyince en az yüzde 90’ı Müslüman’dır.
Hâlen Bağımsız Türk Devletleri’nin tamamı Müslüman’dır.
İslâm olmayan unsurlarımız da vardır.
Bunların büyük kısmı Hıristiyan’dır.
Çuvaşlar, Gagauzlar, Karaman Türkleri gibi.
Bir de Türk olduklarını idrâk eden topluluklar var ki Macarlar, Finler gibi.
Macaristan en son “Türk Devletleri Toplantısı”na da katıldı.
Diğer gurup ise, Şaman ya da Gök Tengri inancına sahip Türk Toplulukları ki bunların bir kısmı Budizm’e evrilmeye devam etmektedir.
Türk Dünyası için en büyük yozlaştırıcı, asimile edici faktörlerden biri de Budizm olmuştur.
Bir diğer İslâm olmayan gurup Musevî Karaylar ve Kırımçaklar’dır. Bu gurup, Yahudi değildir.
Malum Yahudiler, Araplar’ın kardeşleri İbrani ırkındandır.
Yakın zamana kadar Rusya’da kendilerine “Azerî" diyorlardı.
Son dönemde “Siyonist-Kabalist Yahudiler” sahip çıkıp, İsrail de kabul etmeye başlayınca Yahudi olduklarını söyleyenler çoğalmaya başladı.
ABD’nde ekonomik anlamda çok güçlüler.
Çoğunluğu Siyonizm’e ve mevcut İsrail’in tutumuna karşı çıkmaktadır.
Türkiye, sürekli ideoloji bataklığına sürüklenmekte, düşünürleri için “Ülke ve Milletin âlî menfaatleri” maâlesef gündem oluşturamamaktadır.
Bazıları güzel dinimizi hayatında yaşamaktan ziyâde, beşerî ideolojilerden biri haline getirerek tartışmalı hâle getirmiştir ki selefîliğin en büyük tezgâhlarından biri de bu olmuştur.
Elbette dinimizin ictimâi emirleri vardır.
Hayat nizâmı vardır.
Ancak bunlar devlet ve milletimizin âlî ve helâl mülâhazalarını reddetmez. Yani devletimiz, Müslüman ya da Müslüman olmayan Türk, akraba, müttefik Millet ve devletlerle de temas kurup geliştirir.
Türkler’in tamamına yakını Müslüman iken “Ümmetin Birliği”ni savunduğunu iddia edenler, en kalabalık İslâm Milletlerinden biri, en etkin İslâm Millet olan Müslüman Türk Milleti’ni İttihâd-ı İslâm’n dışında mı düşünüyorlar?
Eğer İslâm ittihâd edecekse, çekirdeğinde Türk Birliği olacaktır.
Bu görünen bir gerçektir.
Türkler, gerek gücü, gerek merkezî coğrafî konumu, gerek tarihî tecrübesi, gerek askerî potansiyeli, gerek muharipliği ve organizasyon yeteneği ile İttihad-ı İslâm farzını ve Hilâfet makamını ihyâ edecek ilk millettir.
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz.
Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı.
İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” Bakara–103 ayet-i kerîmesi emirdir.
Bu emrin sosyal manada ifası için birinci önceliğimiz Türk Birliği’ni kurmak olmalıdır.
Müslüman Araplar da birlik olabilirler; bizce mahzûru yoktur.
Yeter ki emperyalizmin kuklası olmayalım, olmasınlar.
Emperyalizmi boğarsak, İttihâd-ı İslâm için içimizdeki fitne sahipleri hâriç engel kalmaz.
Dünyadaki İslâmların, Türkler’in tamamı bağımsız değillerdir.
Halkı ve yönetimi Müslüman olmayan meselâ Rusya, İngiltere, ABD, Almanya, Fransa, Çin, Hindistan, Filipinler, İsrail gibi ülkelerde de Müslümanlar yaşamaktadırlar.
Bunları da organize etmek, “Bağımsız Devletler”deki “Unsurlar”a düşmektedir.
Ülkemizde birileri ısrarla İslam ile Türklüğü, ayrı değerlermiş gibi sunup, toplumu âdeta birinden birini seçmeye zorlamaktadırlar.
İnanç Sistemimiz tüm kâinat için emredicidir.
“Türk” ise, insanlık içindeki etkin ve güçlü Milletlerden biridir.
Seyyid Ahmed ARVASİ merhumun ufuk açıcı birkaç cümlesiyle konuyu özetlemek istiyorum.
“Hayretle gördüm ki bu ülkede Türk kelimesinden ürkenler var. Yine hayretle gördüm ki bu ülkede İslâm kelimesinden ürkenler var. Ve yine ürpererek gördüm ki, bu ülkede Türk ve İslâm kelimelerinin yan yana gelmesinden dehşete kapılan kişi ve çevreler var.”
Sorarım vicdânlara!..
Sizce bu dehşet karşıtlık normal mi?
“Bulgar da olabilirsin, Makedon da olabilirsin; hatta Afrikalı zenci de olabilirsin. Ama ne olursan ol, eğer Müslüman’san Türk’e saygı göstermelisin. Bu milletin İslâm’a hizmetleri unutulmaz onun için de bu millet sevilir.”
Kendisi neseb olarak Arap, sosyal olarak Kürt olan bir vicdânın sözleri bunlar.
“Türk Devleti’ni yıkmak ve Türk Milleti’ni parçalamak isteyen bölücüler yalnız Türklüğe değil, İslâm'a da ihanet etmektedirler.”
Ne kadar doğru bir söz değil mi!..
“İslâm Dünyası’nı esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefi Türk Devleti ve Türk Milleti olmuştur.”
Neden peki?
Çünkü tarihin en büyük devletlerini kuran Türk Milleti, ayrıca tarihin en büyük İslâm Devletleri’ni de kurmuştur.
“Kesin olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk Milleti ve onun devleti güçlüyse, İslam dünyası da güçlüdür.”
Türk Milliyetçiliği’nin aksiyon ve hâreket olarak liderliğini yapan, adını da “Ülkücülük” koyan merhum Alparslan TÜRKEŞ; “Ülkücülük; Kur’an ahkâmının cemiyet nizâmı olması için verilen mücâdelenin her dönemdeki adıdır.” diyor.
Bu cümlelerin sahibini ırkçılıkla ithâm etmek büyük bir iftiradan başka bir şey değildir.
Bunca şeyi neden anlattım peki?
Küresel Sermaye, dünyayı yeniden yapılandırma çabasında.
Ulus Devletler, bu gücün karşısında nasıl konumlanacak?
İngiltere, ABD, Fransa gibi ülkelerden merkezlerini Çin’e taşıyabilirler mi?
“Küresel Çete”nin kurumlarından meselâ Dünya Sağlık Örgütü’nden bağımsız yeni organizasyonlar kurulabilir mi?
Cumhurbaşkanımızın başını çektiği teklif, uluslararası ticarette Milli paralar kullanılabilir mi?
Mal takası yapılabilir mi?
Yeni ekonomik birlikler kurulmalıdır.
Türk Dünyası ve çevre komşu ülkeler buna zorlanmalıdır; hatta Rusya dahî bu birliğe davet edilebilir.
Ülke içinde yersiz ötekileştirme, mezhep, târîkat, siyâset, ideoloji kavgaları “Millî Menfaâlerimiz”in üzerinde olmamalıdır; OLAMAZ!..
Bunu yapanlar masum değildir.
Biliniz.
İnancımızın dâvâcısı olacağız elbette.
Ancak, bu acımasız, emperyalist düşmanlarla paylaştığımız dünyada önce vârolmak gerekiyor.
Bilin ki, istikbâl ve istiklâli olmayan milletler İMÂN MÜCÂDELESİ veremezler; dolayısıyla, eksik, kusur aramadan birbirimizi kucaklamak zorundayız.
Neden Türkiye hedef?
İslâm Ülkeleri içinde belki de tam bağımsız duruşu ve geçmişi tartışılmayan tek ülke Türkiye...
Kıymetini bilelim!
Her türlü bölücülüğe göz kırpanlar, bu manada demokrasilerdeki oy hâkkına istinâden halkı aldatmaya çalışanlar, bilin ki geleceğimizi tahrîb ediyorsunuz.
Devir teknoloji, bilgi, iletişim, üretim devri…
Güç, her dönemde belirleyici idi.
Ekonomik güç belirleyicidir. Şu anda gücün en temel unsuru bilgi, teknoloji, yerli üretimdir.
“Önce tedbir, sonra tevekkül” deyip fedâkârlıkla çalışmaktan, dostları kucaklamaktan, düşmanları analiz edip üstün gelmekten başka çaremiz yoktur.
Rabbimiz; Âl-i İmrân/139’da; “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz” diye emrediyor.
Demek ki gerçekten imân etmenin şartı da üstün gelmek için çok çalışmaktır.
Kıyamet kopmaya başladığında dahi, elindeki fidanı dikmektir.
Özetle; Azîz Milletim, İmân Kardeşlerim!
Birlik ve beraberliğimiz, mücâdelemiz için gerekliliktir.
İçi boş hâmaset hikâyeleri, ağzıyla kuş tutulan menkîbeler bizi oyalayan tuzaklardır.
Geçmişin “şu”cu, “bu”cu din adamları ya da siyasi liderleri, devlet kurucuları, mezardan kalkıp bizi kurtaramaz, yön veremez. İstikbâl tasavvurlarımız için birer dersten ibaretler.
Onları putlaştırmak, onlara yalvarmak onlar yaşıyormuş gibi taraf olmak aptallık, ihânet ve aldatmacadır.
Eğer ders alırsak, bunu konuşursak geleceğe daha sağlıklı yön veririz.
Şimdi;
Yarın sabah güneşten önce güne başlayalım ve gün bitene kadar çalışalım.
.
Emekli Yarbay Halil Mert, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı-
Mustafa SÖNMEZ 5 yıl önce