NATO zannedildiği gibi sadece askeri bir örgüt değildir. NATO, siyasi bir örgüt olarak kurulmuş, siyasi gücünü; üyelerinin askeri yapısı desteklemektedir.
NATO’nun temel amacını, üyelerinin güvenliğini siyasi ve askeri yollara garanti altına almak olarak açıklayabiliriz.
NATO; demokratik değerleri desteklemekte, üyelerinin sorunlarını çözmek ve uzun vadede çatışmaları önlemek için işbirliği sunar.
NATO’nun asıl aktörleri, toplamda 30 ülkeden oluşan üyeleridir.
İhtilaf ve çatışmaları barışçıl yolla, diplomasinin kuralları ile çözmeye çalışan NATO başarısız olursa; kriz yönetimi operasyonu için askeri gücünü devreye sokar.
Askeri Gücünü kullanma yetkisini, NATO’nun kuruluş antlaşması olan meşhur Washington Antlaşması’nın 5. Maddesine dayandırmaktadır.
NATO; Birleşmiş Milletler’in( BM) görev vermesi, kendi başına ya da diğer uluslararası kuruluşlar ile işbirliği halinde askeri operasyon düzenler.
NATO kendisini böyle tanımlıyor.
Aslında bu tanımlama ile NATO’nun çok idealist, ulusların demokratik varlığını önceleyen olağanüstü bir örgüt olduğunu varsayabiliriz.
Fakat uluslararası gündemi sarsan birçok olay, NATO’nun varlığını sorgulatır hale geldi.
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün ( NATO/ North Atlantic Treaty Organization) temelleri, Washington Antlaşması olarak bilinen Kuzey Atlantik Antlaşması'nın imzalanmasıyla 4 Nisan 1949'da resmen atıldı.
Sovyetler Birliği ise sosyalist rejimler ile yönetilen devletleri bir araya getirerek Varşova Paktı’nı kurdu.
Böylelikle Küresel Güçler, 2 kutuplu dünya sistemini tesis ettiler.
Doğu Anadolu’da Sovyet Rus tehdidi ile yüzleşen Türkiye, ister istemez Sovyet Rusya’nın karşı cephesindeki NATO’ya üyelik için başvuruda bulunur.
Türkiye, 30 Haziran 1950 yılında; Kore’ye asker gönderir.
Amerika ve müttefiklerine destek olarak Kore Savaşına katılır.
Türkiye, 18 Şubat 19522’de, Yunanistan ile birlikte NATO’ya üye olur.
Küresel Hegemonyanın kurguladığı iki kutuplu dünyada, NATO ve Varşova Paktı arasında uzun yıllar Soğuk Savaş hüküm sürer.
NATO öncelikli tehdit olarak hep Sovyet Rusya’yı hedef haline getirir.
1991 yılında, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılması, üyelerinin sosyalist rejimden çok partili parlamenter rejimlere geçmesi ile Avrupa'nın iki bloklu siyasal yapısı sona erer.
Varşova dağılınca ana tehdit kaynağı ortadan kalkmış oldu.
NATO, bu dönemde Rusya ile ortaklık görüşmeleri yapar. Rusya’nın NATO üyeliği bile konuşulur.
Washington Antlaşmasının ana gövdesi iki temel sütuna dayanır.
Çoğulcu Demokrasi, Hukukun Üstünlüğü ile İnsan Hak ve Özgürlüğünün Korunması sütunun birisini oluşturur.
Diğer sütun ise Güvenliğin Korunması, Kollektif Caydırıcılık ve Toplu Savunma ilkelerinden oluşur.
NATO’nun temel yapı taşı, 5. Maddesine gelelim:
NATO üyeleri; üyelerin biri veya bir kaçına yapılan silahlı bir saldırıyı, üyelerin hepsine yapılmış kabul eder.
BM’in 51. Maddesi (meşru müdafaa) gereği üyeler, saldırıya uğrayan tarafa bireysel ya da diğer üyeler ile birlikte silah kullanma dahil her türlü eylemi gerçekleştirerek düşmanı durdurmaya çalışır.
5. Madde bir “Askeri Savunma” ilkesidir. Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğinin tesisi ve sürdürülebilir olması mecburidir.
ABD’ye 2001 tarihinde yapılan 9/11 terör saldırılarına karşılık olarak 5. Madde ilk defa işleme alındı.
Amerika, ilk defa kendi topraklarında düşman bir gücün, terör saldırısına uğrar.
11 Eylül Saldırısı NATO’yu derinden sarsar.
NATO için büyük bir kırılma/ dönüm noktası olur. NATO adeta şok geçirir.
Afganistan’da konuşlu El- Kaide Örgütü; 11 Eylül Saldırısının sorumlusu olduğu ilan edilir.
NATO; “Uluslararası Teröristlerin (El Kaide)” NATO üyelerine tekrar saldırmaması için Afganistan’a asker gönderir.
NATO’nun “Düşman Rengi” Kızıl’dan Yeşil’e dönüşür. Birçok stratejiste göre İslam Dünyası, terör ile ilişkilendirilerek düşmanlaştırılır.
Ukrayna yönetimindeki Kırım; haksız ve hukuksuz bir şekilde 18 Mart 2014’te Rusya tarafından ilhak edilir.
Kırım ve Donbas Bölgesindeki olaylar NATO için bir diğer kırılma noktası olur. NATO adeta sınanır.
NATO; Kırım ilhakında hazırlıksız yakalanmış, gerekli tepkiyi verememiştir.
DAEŞ Terör Örgütü; “Arap Baharı” olarak adlandırılan 2011 sonrası Ortadoğu’da siyasi ve askeri olarak örgütlenerek Irak Felluce’de Devlet kurduğunu ilan eder.
Devlet dışı bir aktörün nasıl devletmiş gibi davranabileceğini göstermesi açısından, bu olay önemlidir.
NATO; doğuda Rusya güneyde ise DAEŞ tarafından tehdit edilir.
Türkiye, bu süreçte; NATO’nun almış olduğu kararlara uyar ve NATO ile birlikte operasyonlara katılır.
NATO; Türkiye’nin DAEŞ, FETÖ ve PKK/YPG mücadelesinde gerekli desteği sağlamadı.
Türkiye, elbette NATO’nun bu tavrını hafızasına kaydederek, birçok defa tepkisini dile getirdi.
Türkiye’nin; Ortadoğu, Kafkas, Akdeniz/ Afrika ve Balkanlar ile jeostratejik bağlantısı,
“Önleyici Güvenlik” politikası ile NATO’nun aktif üye olduğunu arık herkes kabul etmek durumunda.
Antalya Diplomasi Forumu ve Ukrayna / Rusya Dışişleri Bakanlarının Türkiye’nin öncülüğünde bir araya gelmesi; NATO’nun değişimine katkısı büyük olacaktır.
Türkiye’nin “ Bölgesel ve Küresel çapta” barış/ istikrar arayışı elbette Küresel Güçleri rahatsız ediyor.
Bu sebeple Türkiye baskı altına alınmaya çalışılıyor.
Bölgemizdeki çatışmalar, Türkiye’yi ekonomik ve siyasi olarak etkiliyor.
Türkiye, istikrarlı ve omurgalı bir iradeye sahip olduğunu açıkça gösterdi.
Aktif tarafsızlık ve arabuluculuk arayışı; Türkiye’nin önünü açıyor.
Bu çerçevede İsrail, Körfez Arap Dünyası, Afrika Ülkeleri, Balkanlar ile yeniden güçlü bağlar kuruluyor.
Türkiye’nin Bölgesel güçten öte Küresel Sistemde “OYUN KURUCU” olduğu ve kendisiyle istişare edilebilecek ülke olması, küresel sisteme olumlu yansıyor.
Hollanda Başbakanı Mark Rutte; "Türkiye (NATO'da) ittifak için çok büyük siyasi ve askeri öneme sahiptir" sözü ile açıkça Türkiye’nin içinde bulunduğu konumu tespit ediyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Brüksel NATO toplantısına “Eli Güçlü” olarak katılacak olması; Türkiye için önem arz ediyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; “Savunma sanayiine yönelik atılacak adımlarda NATO üyesi ülkeler olarak birbirimizle dayanışma içerisinde olmamız lazım. Zira artık dünya hiçbir savunma sanayiinde bir ürününü tek başına yapmıyor, değişik ülkelerden de gelen desteklerle bunları bütünleştirip ona göre de savunma sanayiinde adımını atıyor. Nitekim şu anda Rusya-Ukrayna savaşında da bunu gördük, bundan sonra da kim bilir nerelerde, neyi göreceğiz? Libya'da bunu gördük, Azerbaycan'da bunu gördük. Temennimiz odur ki bunların olmadığı bir dünyayı, barışın egemen olduğu bir dünyayı hep birlikte kuralım ve NATO da bu noktada en büyük rolü alan bir oluşum olsun" sözleri ile masada nelerin öncelikle konuşulacağının ipucunu veriyor.
Peki; Türkiye, NATO’dan çıksın mı?
Bu şimdilik mümkün değil.
Türkiye’nin bundan sonra NATO’da sözü dinlenilir/ güvenilir bir üye olarak mücadelesini sürdüreceği aşikar.
.
Mehmet Yıldırım, dikGAZETE.com