Trump kazandı, peki kimler kaybetti?

Nuray Mert
Nuray Mert
Trump kazandı, peki kimler kaybetti?
07-11-2024

Trump kazandı, peki kimler kaybetti?

Trump’ın başkanlık seçimini kazanması hiç de şaşırtıcı değil, asıl şaşırtıcı olan ABD’li Demokratların gelmekte olanı görmemeleri oldu. Trump’a demediklerini bırakmadılar, kısmen haklı kısmen son derece haksızdılar.

Doğrusu, Trump, dünyanın her yanında bizim gibi okumuş-yazmış, zevkleri gelişmiş insanlar için, itici ve görüşleri kabul edilebilir bir portre değil. Ama işin sırrı da burada. Tüm dünyada, “her şeyin doğrusunu ben bilirim” deyip, toplumun geri kalanı ile bağını koparmış, dahası geri kalanı küçümseyenlere karşı büyük bir tepki var. Kuşkusuz Trump, bir halk kahramanı değil, olamaz ama durduk yerde adamı kahraman yaptılar.

Kuşkusuz mesele bundan ibaret değil. Konu sadece kültürel ayrışma değil, işin ekonomik boyutu da önemli. Ekonomik küreselleşme bir süredir, güçlü Batı ekonomilerini de zorlar hale gelmişti. Nitekim, birinci Trump döneminde, ABD, korumacı ekonomik modele dönüş yaptı. İşte bu politikaları eleştirerek başlayan Biden yönetimi, aynı politikaları sürdürmek zorunda kaldı. Dahası Ukrayna Savaşı vesilesi ile küresel savaş ilan edip, korumacı modeli daha da zorladı. Ancak imkanlarını küresel ucuz emek piyasasına kaptıranları teskin edecek ekonomik refah sağlanamadı. 

Dünyanın her yerinde, ekonomik/toplumsal sorunların üstünü örtmenin yolu, her zaman ‘kültürel savaşlar’ yaratmaktır. Ancak kültürel savaşların galibi ekseriyetle, muhafazakâr, milliyetçi, yerlici, yabancı düşmanı siyasetler olur. Aslında, ABD için bu yeni bir durum değil. Ancak kültür savaşlarındailerici, demokrat, liberal” denilen kesimin sermayesi de çoktan tükenmişti. ABD’de sol denilebilecek bir siyaset çizgisi neredeyse hiç olmadı, olamadı ancak doksanlı yıllardan bu yana, muhafazakarlara karşı ‘ilericilik’ giderek daha çok kimlik siyasetlerine yüklendi.

Nitekim, Demokratlar bu çizgi üzerinden azınlıkların ve cinsel özgürlükler çerçevesinde kadın ve diğer cinsel baskı altındaki grupların oyunu garantilemiş oluyordu. Bunun da sınırına gelindi; artık kendini ABD’li sayan etnik, dini azınlıklar, göçmen karşıtı ve muhafazakâr değerlerden yana tutum takınmaya başladı. Nitekim, son seçimde Demokratların en büyük sıkıntılarından biri, Hispaniklerin, bir ölçüde siyahların, hatta Gazze savaşından sonra Müslümanların oylarını kaybetmek oldu.

Tüm bunlar, üzerinde uzun boylu düşünülüp, tartışılması gereken konular. Sonuçta, tümünün toplamı, kültürel seçkinlere karşı isyan olarak ifade buldu. Trump’ın başarısı, zenginler dünyasının bir üyesi olmasına rağmen, kültürel seçkinlerin dışladığı bir figür olarak, kendini sıradan Amerikalıların temsilcisi olarak pazarlayabilmesi oldu. Doğrusu, bu noktada en büyük yardımcısı da Demokratların izledikleri siyaset çizgisi oldu.

Harris’in kampanyası, kimlik siyasetlerine yüklendikçe yüklendi, diğer taraftan neredeyse kürtaj konusunu seçimin ana teması haline getirdi. En önemlisi, Trump’ın hedef aldığı ‘kültürel seçkin’ tavrında ısrar edildi. Trump taraftarlarına “bir faşiste oy veren magandalar” muamelesi yapılması, seçmeni kızdıran bir saflaşmaya neden oldu. Dahası, yargı ve medya üzerinden Trump’a bu denli yüklenilmesi, çifte standart ve haksızlık algısını güçlendirdi.

Davalar, suikast girişimleri 

Nasıl güçlendirmesin?

Trump olur olmaz davalar ile mahkûm edilmeye çalışıldı. Trump’a karşı iki suikast teşebbüsü vakayı adiye sayıldı, dahası aslında şiddeti kışkırtanın Trump olduğu iddia edildi. Seçim sonuçlarını kabul etmeyeceği varsayımı üzerinden kampanya yürütüldü.

Diğer taraftan, Demokrat Parti, Trump karşıtlığı odaklı siyaset çerçevesinde, göçmen karşıtlığı gibi konularda sağa kaymakta tereddüt etmedi. Cumhuriyetçilerin ısrarcı olduğu ‘bireysel silahlanma’ konusunda bile, sınırlandırılmasından yana muhalefet yerine, geçiştirme yolu tutuldu. Hatta Harris, bu konuda ne kadar esnek olduğunu göstermek adına, “Benim de, başkan yardımcısı adayımın da silahlarımız var” açıklaması yaptı. Seçim kampanyası döneminde bile okul katliamlarının devam ettiği bir ülkeden söz ediyoruz.

Demokratlar sadece Trump’a karşı diye Cumhuriyetçi Parti’den Liz Cheney gibileri baş tacı ettiler, bu uğurda, Liz Cheney’in Bush yönetiminin savaş lordlarından olan babası Dick Cheney dahi temize çıktı. Demokrat Partili seçkinler kulübünün en sevimsiz üyelerinden biri olarak görülen Hillary Clinton’ın, kendine hayrı olmamışken, Harris’e verdiği destekten medet umuldu.

Ünlü aktörler, kalbur üstü kültürel figürler Harris kampanyasının vazgeçilmez unsurları oldu. ABD’li seçkinler tablosu yetmiyormuş gibi, Trump’a karşı neredeyse uluslararası kampanya yürütüldü. Tüm bunların Trump’a desteği arttırdığı ısrarla göz ardı edildi, bu yönde uyarı yapan Demokratlara kulak verilmedi.

Bu arada, zamanında, Bill Clinton’un cinsel skandallarına göz yuman Hillary Clinton’dan feminist kahraman yaratmaya çalışanlar, zamanında San Francisco eski Belediye Başkanı ve Demokrat Parti seçkinler kulübünün itibarlı üyesi Willie Brown ile beraberliğini siyasi ranta çeviren Harris’e, ‘mücadeleci kadın’ rolü biçtiler. Dahası kadın olduğu için mağdur portresi çizmeye çalıştılar.

Aslında Trump’a ilişkin asıl sorun, Trump’ın ABD’yi gayet iyi temsil ettiği gerçeği.

Trump’ın acımasız bir iş adamı portesine işaret edenler, dünyanın en zengin ülkesi olan ABD’de, gelir dağılımı uçurumunun azalmayıp arttığı bir ülke olduğunu unutan veya unutturmaya çalışanlar.

Trump’ın dünya için tehlikeli olduğunu ileri sürenler, sonuçta Biden yönetiminin ABD’nin dünya hegemonyası adına dünyayı savaş alanına çevirdiğini görmezden geliyor.

Trump’ı erkek egemen bakışı dolayısı ile eleştirenlerin kadın kahramanları, yoksul, korumasız kadınlar değil, erkek egemen bir düzenin ayrıcalıklı kadınları.

Trump’ı ırkçılıkla suçlayanlar, kara, kahverengi, sarı olmanın kahrını çekenleri temsil edenler değil, onlar üzerinden mevcut düzeni tahkim etmeye çalışanlar. Yoksulların, suç işleyenlerin, hapishanede olanların büyük çoğunluğunun siyah olmasının arka planını kurcalamaya niyeti olmayanlar.

Trump seçmenini cahil muhafazakâr, hatta faşist olarak görenler, ABD’de eğitimin, eşitsizliğin en çok yaşandığı alan olduğunu görmezden gelenler.

İşte asıl mesele bu, takke düştü kel göründü, şimdi kel ile yollarına devam edecekler.

.

Nuray Mert, dikGAZETE.com

Nuray Mert
Nuray Mert

Prof. Dr. Nuray Mert kimdir?

1960, Trabzon doğumlu. 

Feyziye Mektepleri Işık Okullarının (1977) ardından Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi Bölümü ile Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunu (1983).

Yüksek lisans ve doktorasını ise Boğaziçi Üniversitesinde tamamladı.

Yüksek Lisans tezi "Prens Sabahattin ve Terakki Mecmuası", Doktora konusu "Erken Cumhuriyet Döneminde Laik Düşünce" başlıklarını taşır. Prof. Dr. Nuray Mert, daha sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olarak bulundu.

Uzun yıllar farklı gazetelerde köşe yazarlığı ile yorum ve siyasi analizlerde bulunan Nuray Mert, TV programlarındaki yorum ve analizleri ile de biliniyor.

Kitapları:

- Laiklik Tartışmasına Kavramsal Bir Bakış -Cumhuriyet kurulurken laik düşünce- 1994

- İslam ve Demokrasi, Bir Kurt Masalı - 1998

- Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycanı (Tadeusz Swietocvski tercümesi) - 1998

- Hep Muhalif Olmak - 2001

- Tezkire Dergisi Sayı: 33; İslamcılık: Eski ve Yeni Halleri (Şaban H. Çalış ile) - 2003

- Merkez Sağın Kısa Tarihi - 2007

- Tarihin Sonu mu? (Ortak kitap) 

- İstanbul Haneleri -Evlilik, Aile ve Doğurganlık 1880-1940- (Alan Duben - Cem Behar tercümesi) - 2014

- Batı İslam'ı Çok Sevmişti -2022

- Cumhuriyet Tarihini Yeniden Okumak -2023

- Yeni Karanlık Yüzyıl, Bitmeyen Savaş - 2024

.

dikGAZETE.com

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?