Sultan Aziz’e nokta

Ramazan Topraklı
Ramazan Topraklı
Sultan Aziz’e nokta
19-08-2021

01. Giriş

Sultan Aziz (1830-1876), bilhassa İslamcı geçinen çevrelerce çok istismar edilmiş bir sultanımızdır. O, ülkesi için iyi şeyler yapmak istemiş, fakat saray ve sair kişilerin etkisiyle Nedimof gibi birini sadrazam yapmış ve onun yanlış yönlendirmesiyle birçok yanlışa imza atmış ve kendi sonunu hazırlamıştır.

Kapitülasyonlar ile bunalan yerli tüccar ve esnaf, 1838 İngiliz Ticaret Anlaşmasıyla çökmüştü.

Sultan Abdülmecid’den büyük bir borç devralan Abdülaziz, Fuat ve Âli Paşalar gibi, iki iyi yönetici sayesinde büyük hata yapmaktan korunmuştur, ama maalesef Abdülaziz, Fuat ve Âli Paşaların kıymetini takdir etmekten yoksundu.

Fransız elçi Marquis Blanc, “İstanbul'a geldiğim zaman henüz sağ olan Âli Paşa, kapitülasyonlar ve Katolik misyonerlerin faaliyetleri yok etmeyi kafasına koymuştu.

Hâlbuki o zaman Fransa'nın Yakın Doğu politikasının başlıca iki amacı, bunları korumak ve genişletmekti. Âli Paşa 2-3 yıl daha kalsaydı belki de kapitülasyonları kaybedecektik.

Kapitülasyonların hukuksal temeli o denli zayıftır ki, bunların devamı için boyuna uğraşmak gerekir. Âli Paşa bunu anlamıştı. Benim amacım kapitülasyonlarının yenilenmesi ve pekiştirilmesidir” der (Niyazi Berkes).

Âli Paşa’nın 56 yaşında ani ölümü, Abdülaziz’e derin bir nefes aldırmış, ona sahte iyilikler fısıldayan Rus sefiri İgnatiev’in sözünden çıkmayan Nedimof’u sadrazam yapmış, devlet, hızla uçuruma doğru gitmeye başlamıştır.

Şu olay, Abdülaziz’i çok iyi anlatır: O, Feriye sarayındaki odasından, rıhtımdaki nöbetçi karakol askerlerine, “beni Rus taraflısı diyorsunuz, bu söz bana kizb ve iftiradır, inşallah Rus elinde esir olursunuz. Allahtan dilerim ki Hüseyin Avnî Paşa da parça parça olur inşallah” (Baykal, 1989: 9). Bu sözler, maalesef bir padişahımıza aittir! 

Bu olay, Abdülaziz’in aklıyla değil, hisleriyle hareket ettiğini gösterir. İdam sehpasındaki bir Başbakanımızın, “hiç kimseye muğber (kırgın, küskün) değilim. Hayata veda etmek üzere bulunduğum bu an, milletime ebedî saadetler diliyorum” sözleri ise, onun, hisleriyle değil, aklıyla hareket ettiğini gösterir.

02. Sultan Abdülaziz’in Hal’-i

Halil Korkmaz, kendini koruyacak kurumları olmayan bir devlet yıkılmaya mahkûmdur der. “Hal’ Kurumu” bunun için olmalıydı, ama kurumlar kadar, onları oluşturan kişilerin bilgi seviyeleri, ülke ve dünya hakkındaki bilgileri de mühimdi.

Nedimof zamanında Abdülaziz’in keyfi idaresi başlamış, devlet o kadar borçlanmıştır ki, borçların faizini ödeyemez hâle düşmüş ve Abdülaziz’den kurtulmanın yolları aranmaya başlanmıştır. Hoşnutsuzların başında Hüseyin Avnî Paşa gelmektedir. Çünkü o, Isparta’da sürgündeyken Hâfız Rıdvan Paşa’ya, durumun vahametini uzun uzun anlatmıştır. Verilen her görevi başarmış, hiçbir başarısızlığı olmayan; Harbiye’den Osman, Muhtar, Süleyman ve M. Ali Paşalar gibi birçok değerli subayın yetişmesine vesile olan, Fuat ve Âli Paşaların güvenine layık olmuş Hüseyin Avnî Paşa, o zamanlar gücünün zirvesindedir ve Nedimof’u hiç sevmemektedir.

Mismer’e göre hal’ heyeti 62 kişidir. Hal’ gerekçesi, hal’-in yapıldığı 30 Mayıs Salı sabahı Süleyman Paşa’nın, Cevher Ağa’ya söylediği: “Evlâd u iyâlinden kaç kişi isterlerse beraberlerine alarak teşrîf etsinler.

Korkmasınlar ve hayatlarından emin olsunlar, tehlikeden masundurlar. Onların kıllarına gelecek hata için yine bu asker başını koymuştur. Çünkü şahıslara suikast yoktur ve bu hareket bir garaza müstenid değildir, selâmet-i millet arzusundan ileri gelmiştir” sözlerinde mündemiçtir (Şehsuvaroğlu, 2011: 103).

03. Hal’ Sonrası Abdülaziz

30 Mayıs 1876 Salı sabahı Dolmabahçe’den alınan Abdülaziz ve çevresi, gözetim ve yağmur altında dört çifte kayıkla Topkapı sarayına götürülür. Salı, Çarşamba ve Perşembe akşamlarını orada geçiren Abdülaziz’in, V. Murat’a yazdığı iki mektup üzerine, Cuma sabahı erken, yanında Mehmet, Fahri ve Sultan Murat’ın Başmabeyincisi Ethem Beyler olduğu halde beş çifte kayıkla Ortaköy Feriye Karakolu yanındaki Feriye dairesine götürülür. Öldürülmekten korkan ve her hareketten kuşkulanmaya başlayan Abdülaziz’in, Topkapı’da, annesi ile baş-kadın efendi arasında yattığı söylenir. Abdülaziz’in ruh dengesinin tamamen bozulmuş olduğu anlaşılmaktadır.

Şöyle bir olay olur: Abdülaziz’in Sultan Murat’a gönderdiği tezkere üzerine Başmabeyinci Ethem Bey, Beylerbeyi sarayının münasip görüldüğünü tebliğ etmiş, ama Abdülaziz, Feriye dairesini istemiş ve orası tertip olunmuştur. Öte yandan V. Murat’ın Beylerbeyi sarayını teklif ettiği haberini alan Serasker Hüseyin Avnî Paşa ise, mezkûr sarayın muhafazası güç olur, katiyen olamaz demesi üzerine de Ethem Bey, Abdülaziz için “Efendimiz, Feriye sarayını istemekle keramet buyurdular demiştir” (Baykal, 1989: 5-6, İbretnümâ).

Cuma ve Cumartesi gecelerini Feriye’de geçiren ve nöbetçi askerlerin bazı incitici tavırlarıyla ruh dengesi iyice bozulan Abdülaziz, annesi, kadın-efendiler, hazinedar kalfalar ve onlarca cariye arasında 04 Haziran Pazar günü güneş doğduktan beş saat sonra bugünkü saatle 10.30, Alaturka 02.00 sularında kendi canına kıymıştır.

04. İki Zabit Arasındaki Sarıklı, Şalvarlı Fotoğraf Abdülaziz’e Ait Değildir.

Bu resim ilk defa 2005’de Bahattin Öztuncay'ın Hatıra-i Uhuvvet: Portre Fotoğraflarının Cazibesi 1846-1950 adlı kitabı, s.124’de yayımlandı.

Resmi çeken, daha sonra sarayın resmi fotoğrafçısı olan Vasilaki Kargopulo’dur. Bu resmin Abdülaziz’le uzak yakın hiçbir ilişkisi yoktur.

-Abdülaziz'in oğlu Yusuf İzzeddin, yıl 1863-

Abdülaziz, çocukluğundan beri pantolon, ceket ve fes giymiş olup, resimleri hep fes, pantolon ve ceketlidir. Ve atası II. Mahmut’un çıkardığı kanuna göre, “din âlimi ve din görevlileri hariç, devlet hizmetinde yer alacak mülkî idare elemanları için Avrupaî bir kıyafet olarak ceket, pantolon ve fes giyilmesini kabul ederek, geleneksel kıyafetlerden vazgeçmiştir” (Beydilli, 2003: 352-357).

-Sahte fotoğraf kitap kapağında-

Faruk Yılmaz ve İz Yayıncılık, 2011’de yayınladıkları Süleyman Hüsnü Paşa (1838-1892)’ya ait 1910’da yayınlanan Hiss-i İnkılâb adlı kitabın ön kapağına 2005’de yayınlanan söz konusu resmi koymuş ve kitabın adını da Darbe ve Muamma olarak değiştirmişlerdir. Benzer şekilde, Millî Saraylar Daire Başkanlığı, 2011’de yayınladığı; ilk defa 1949’da yayınlanan Halûk Yusuf Şehsuvaroğlu’na (1912-1963) ait Sultan Aziz; Hayatı- Hal’i- Ölümü adlı kitaba, iki zabit arasındaki bu resmi eklemişlerdir. (bk. DikGazete, 20.5.2020, İki zabit arasındaki resim kime ait?)

Mabeyinci Fahri Bey, hal’-i müteakip geçen beş günü hatıratında kaydetmiştir; Abdülaziz, en basit olayı bile onunla ve etrafıyla paylaştığı hâlde böyle bir resimden bahsetmemiştir.

Abdülaziz, Topkapı sarayına giderken pantolon ve sakosunu giyerek gitmiştir ve beş gün içinde hiç yalnız kalmamış; Fahri Bey dahi, efendisini hiç yalnız bırakmamıştır. Bütün bunlara rağmen, iki zabit arasındaki sarıklı ve şalvarlı resmin, utanmadan, sıkılmadan ve korkmadan Abdülaziz’e ait olduğu söylenmiştir.

Bu resmin aslı olmadığı gibi, tarihî hiçbir kıymeti de olamaz. Ama işin acı tarafı tarihçiler, bugüne kadar hiçbir ses çıkarmamış ve zımnen kabul etmiş duruma düşmüşlerdir.

Vak’anüvis Lûtfi Efendi’ye göre; “Abdülaziz, hal’ gününden vefatlarına kadar pantolonlarını çıkarmayup esvablariyle oturmuşlar imiş” (Uzunçarşılı, 1. Teşrin 1943: 68). Fotoğrafın, bilâhare sarayın fotoğrafçısı olacak olan Kargopulo tarafından çekildiği söylenerek, resmin Abdülaziz’e ait olmadığı açık edilir, ama bu hususa ne Faruk Yılmaz ve İz Yayıncılık, ne de TBMM’ne bağlı Millî Saraylar Dairesi dikkat etmiştir (bk. R.1, R.2 ve R.3).

05. Abdülaziz’in Ölümü Hakkında

Abdülaziz’in ölümü, bugüne kadar çok konuşulmuş ve hâlâ da konuşulmaktadır. O, İslamcı geçinen çevrelere göre katledilmiş olup, sorumlusu da Ispartalı Hüseyin Avnî Paşa’dır. Bunlar, bir Müslümanın intihar etmeyeceği ve bir insanın iki bileğini birden kesemeyeceği iddiasıyla, güya Osmanlı’ya sahip çıktıklarını göstermek isterler, ama Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı da hepimizindir.

Osmanlı hanedanı yerine Türkiye Cumhuriyeti gelmiştir. Osmanlı’dan kalan borçların son taksiti, 1954’de Cumhuriyet hükümeti tarafından ödenmiştir. 

Kaldı ki bir Müslüman da intihar edebilir; nitekim Selçuklu devletinin kurucusu Süleyman-şah intihar etmiştir. Yıldırım Beyazıt ve Abdülaziz’in oğlu Yusuf İzzeddin’in de intihar ettiği rivayet edilir. 

Uludağ Üniversitesi Acil Servisinde 2008-2015 arasında yapılan bir araştırmada 41 intihar vakasından 6’sı iki bileğini de (damar) kesmiştir.

Güney Kore’de 2020 yılında yapılan bir araştırma da 17 intihar vakasından 12’si sol kol, 3’ü sağ kol, 2’si de her iki kolunu (damar) kesmiş olup, intihar edenlerin %53’ü psikolojik rahatsızdır (bk. Ersen, B ve ar.  (2015); Kim, J.H ve ar. (2021). Abdülaziz’in de, psikolojik rahatsız olduğu anlaşılmaktadır (R.4-5).

Altta görüleceği gibi bilek kesilmesi diye bir şey yoktur. İki bileğinin kesildiğini söyleyenler, kötü niyetli olup, algı yönetimi yapmaktadırlar.

Abdülaziz, sol kol atardamarını (şah damarı, şiryân) büküm yerinin biraz altından keserek intihar etmiştir. Sağ kolunun büküm yerindeki yara küçük olup, şah damarı sağlamdır (bk. Doktor raporu).

05. 1. Abdülaziz’in İntihar Ettiğine Dair Doktor Raporu

Çoğu sefaret tabibi 19 imzalı doktor raporuna göre Abdülaziz, makasla sol kol atardamarını keserek intihar etmiştir. Sağ kolunda küçük bir yara olup, atardamarlar/şerâyin sağlamdır (Uysal, 2015: 205, 347 doktor raporu).

Sefir Henry Eliot, doktor ifadelerine ve başka delillere de bakarak olayın intihar olduğunu savunmuştur:

Doktor Dikson gayet muktedir ve güvenilir bir zat olup, cinayet izlerini görüp geçecek adamlardan da olmadığından, benden, kendi sefirinden saklamayıp gerçeği derhal ifade ederdi. Dr. Dikson, Abdülaziz’in cesedini muayene ettikten sonra Tarabya’ya gelerek olayın kesin olarak intihar olup, katlolduğuna dair söylentilerin kesinlikle esassız olduğundan beni temin eyledi.

İstanbul’un en meşhur doktorlarından on sekiz veya on dokuz doktor, Abdülaziz’in cesedini muayene edip olayın intihar olduğuna karar vermişlerdi. Dr. Dikson ile Dr. Milincen biraz geç kalmış ve saraya vardıklarında diğer doktorlar gerekli muayeneyi tamamlamışlar.

Bu ikisi yalnız başlarına, oradaki cesedi dikkat ve itina ile muayene edip, zorlama belirtisi bulmak üzere her tarafını ince ince gözden geçirmişler ise de kesilmiş olan her iki kolun şah damarları dışında hiçbir iz bulamamışlardı (Uysal, 2015: 210).

Hani Hüseyin Avni Paşa, Abdülaziz’in na’şını muayene ettirmemişti, hani doktorlar, na’şın üzerindeki örtüyü kaldırmadan, yani na’şı muayene etmeden rapor vermişlerdi? Görüldüğü gibi bunların hepsi de ona iftiradır.

Ortopedi Uzmanı, “iki kolun farklı kesilmesi olayın intihar olduğuna işarettir; şayet kol damarları bıçakla ve başkası tarafından kesilmiş olsaydı, yara hem pürüzlü olmaz, hem de iki kol damarı, muhtemelen eşit kesilmiş olurdu” der. (bk. Alttaki R.4 ve R.5). Zaten gün gibi aşikâr olan intihar olayını, alttaki kişiler de, haykırmışlardır:

1. Mabeyinci Fahri Bey, İbretnümâ ve Prof. Dr. Bekir Sıtkı Baykal (DikGazete, 17.07.2021; 24.07. 2021).

2. Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı (bk. Mahmut Celâlettin Paşa’ya dair (DikGazete, 01.07.2021).

3. Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver, Sultan Aziz ve (…) Nelerle İntihar Ettiler? (DikGazete, 08.08.2021).

4. Halûk Yusuf Şehsuvaroğlu, Sultan Aziz; Hayatı-Hal’i-Ölümü, TBMM Millî Sar. Daire Bşk.-İstanbul, 2011.

5. (Bir saraylının torunu olan) Hıfzı Topuz, Meyyale, 11. Baskı, Remzi Kitabevi-İstanbul, 1998.

6. Bilâl Sürgeç, Medreseden Seraskerliğe Gâzî Hüseyin Avni Paşa, Semih Ofset-Ankara, 2012

.

R.4-5. Abdülaziz’in sol kolundaki kesik yeri (temsili). Yıldız tiyatrosuna göre, Fahri Bey, efendisini arkasından kavrar; yastıklar iki dizine çöken iki pehlivandır. Abdülhamid, kolları arkadan kavranan birinin şah damarının kesilemeyeceğini ve Abdülaziz’in bağırmaması için de ağzını kimin kapattığını hesap edememiştir. Yalanın bir değil, çok tarafı açık kalmaya mahkûmdur.

05. 2. Düzmece Yıldız Mahkemesi

Sultan Abdülhamit, padişah hal’lerini önlemek için Abdülâziz’in hal’ine karar verenlerden hayatta olan Mütercim Rüştü Paşa ile çok çekindiği Mithat Paşa’yı temizlemeye teşebbüs etti.

Bunun için Abdülâziz’in intihar etmeyerek hal’ erkânının tertibi ile katledildiğini ileri sürerek el altından tahkikata başladı. İşte Abdülhamit’in bu yoldaki hareketine jurnalleriyle icabet edenlerin başında Şûrayı Devlet Tanzimat Dairesi Reisi Mahmut Celâlettin Bey de vardı.

Bu zat jurnallerinden başka saraydaki tahkikat ve Yıldız muhakemesi esnasında da mühim roller oynamıştır.

Abdülhamit, deliller aradığı bir sırada Mahmut Celâlettin Bey de o tarihte ticaret nezareti mektupçusu olan oğlu Münir Beyin zevcesi Pervin Felek Hanımın, Sultan Aziz zamanında sarayda küçük hazinedar olması sebebi ile onun da ifadesinin alınması için padişaha bir arîze takdim eylemiştir. Bunun üzerine Pervin Felek Hanımın ifadesi alınmıştır (Uzunçarşılı, Mahmut Celalettin Paşa’ya Dair, Dikgazete, 01.07.2021).

Abdülaziz’in sadık mabeyincisi Fahri Bey, Mithat Paşa, Arz-ı Niyaz Kalfa ve on kadar kişi sorgulanmış ve 27 Haziran Pazartesi günü mahkemeye çıkarılmışlardır.

Fahri Beye, 1881 yılı, 01 Nisan ile 25 Haziran arasında büyük işkenceler yapılmış, Efendisinin kendi canına kıydığından başka bir söz söylememiş, Arz-ı Niyaz Kalfa ise düşük yapmıştır (Baykal, 1989: 20, 45 İbretnümâ). Çok kişi, bile bile parti tutar gibi taraf olur ve olayın canlı şahidi Fahri Bey yerine, düzmece Yıldız mahkemesinin yalancı şahitlerinden alıntı yapar ve onlara itibar eder.

06. Abdülaziz’in Öldüğü Yer

Abdülaziz’in öldüğü yer konusunda bugüne kadar hiçbir çalışma yapılmamış, herkes masa başında yazdıkları yazılarda, Çırağan Sarayı ile Ortaköy arasında, Feriye sarayları olarak bilinen üç binanın muhtelif katlarındaki muhtelif odaları söyleyegelmiştir. Bu belirsizlikten rahatsız oldum; Fahri Beyin anlatımını keşfe karar verdim.

Bu konuda tarih eğitimcisi Prof. Dr. Bahri Ata Beyden yardım rica ettim. Bahri Bey, çok iyi tanıdığı Doç. Dr. Teyfur Erdoğdu’yu aramış ve ondan Abdülaziz’in bankamatik yanındaki, bugün için Galatasaray Üniversitesi’nin kullandığı Feriye binasında öldüğünü öğrenmiş. Daha sonra Teyfur Bey, karakol yanındaki Feriye'yi söylemek istedim demiş.

Bahri Bey, Teyfur Beyin İlber Ortaylı’nın asistanı olduğunu ve İstanbul’u karış karış bildiğini söyledi. Daha sonra TV’deki bir programda Teyfur Beyin Allah’la konuştuğunu öğrenecektim. Kabataş Lisesi müstahdemi Baki Bey, hiç olmazsa Abdülaziz’in hangi binada öldüğünü biliyor. Yaptığım keşif (olayı araziyle yüzleştirme) sonunda Fahri Bey’in doğru dediğini gördüm.

1963-1968 arası İTÜ’de okurken beş sene Ortaköy’deki yurtta kalmama rağmen aradan yıllar geçtiği için Beşiktaş’ta oturan ve o civarı bilen ata dostu Mevlüt Danacı’yla birlikte gitmeye karar verdim. 02 Eylül 2019 günü Kartal’dan Beşiktaş’a geldim ve Siyasal mezunu Mevlüt Beyle beraber Ortaköy’e yürüdük.

Galatasaray Üniversitesi’nin görevlileri bizi içeriye almadı. O arada daha önce tanıştığım Harbiye Askerî Müzesi kumandanı tarihçi Mahir Erkul Albay’ı telefonla aradım ve yardım istedim. Tanıdığı olmadığını söyledi; yürüyerek Feriye lokantasına geldik. Mevlüt Bey birkaç defa buraya gelmiş. Feriye veya Ortaköy Karakolu şimdilerde Kabataş Eğitim Vakfının (KEV) idari binası olarak kullanılıyor ve kapının üzerinde “Kabataş Eğitim Vakfı; Sabancı Kültür Sitesi” yazıyor. Binanın Boğaz’a bakan cephesinde dört artı dört; tam sekiz mermer sütun var. Karakol binası dışarıdan çok güzel görünüyor. Abdülaziz’in öldüğü binaya giremedik ve birkaç resim çekerek geri döndük. İşler umduğum gibi olmadı ve tam dört kez Ortaköy’e gittim, ancak dördüncüde binaya girebildim. (bk. R.6, R.7, R.8, R.9, Boğ. Haritası, Plan)

Birkaç gün sonra Mahir Albay, Abdülaziz’in öldüğü odayı bilen ve Kabataş Liseli “İlhan Hattatoğlu” Beyi telefona verdi. Telefonla anlaşamayınca buluşmayı rica ettim, kabul etti ve Üsküdar’da buluşarak İlhan Beyle (1935-) birlikte 6 Eylül Cuma günü tekrar Ortaköy’e gittik. KEV Başkanı İlyas Tunaoğlu Beyi ziyaret ettik. O gün de binaya girmek nasip olmadı, ancak binanın bahçesini dolandım ve muhtelif yönlerden resmini çektim.

Bu arada İlhan Bey, Abdülaziz’in benim dediğim üçüncü kattaki öğretmenler odasında değil, onun simetriği, deniz ve Çırağan tarafındaki odada öldüğünü söyledi.

Biz, böyle duyarız dedi. Uygun bir zaman için izin alıp bize haber vermesi için İlyas Beyin telefonunu aldım ve böylece o gün de Beşiktaş üzerinden eve döndüm. Feriye saraylarını rahat görebilmem için 8 Eylül Pazar günü kendim, vapurla Boğaz gezisine çıktım.

Kadıköy vapuruyla Eminönü’ne, oradan da Boğaz vapuruyla giderken Süleymaniye ile Topkapı, Dolmabahçe, Çırağan, Feriye Sarayları ve Karakol binasının resimlerini çektim.

Saraylar ile Avni Paşa’nın yalısı arasındaki mesafeleri gösterdim (bk. Boğaz Haritası saraylar, yalı). Abdülaziz’in ölümü üzerine çıkan feryatları, Avni Paşa güya, 1,7 bm uzaktaki yalısından işitmişmiş.

Ta ki, 28 Ocak 2020 Salı günü için izin aldım; Kabataş Erkek Lisesi Müdürü Selman Küçük’ü odasında ziyaret ettim. Odada iki öğretmen arkadaş daha vardı ve üçü de tarih öğretmeni idi. Müdür Beye Fahri Beyin İbretnümâ adlı hatıratını verdim ve okuyacağını söyledi. Öğretmenler, Abdülaziz’in öldüğü odanın müdür odası olduğunu söylediler.

Selman Bey bize, Baki adında bir görevli ve beş metrelik bir şerit metre tahsis ederek toplantıya gitti. Biz de görevliyle binayı dolaştık, kat yüksekliklerini, pencerelerin enlerini, merdiven ölçülerini, binanın denize olan mesafesi ve bazı ölçüler aldım. Baki Bey de İlhan Bey gibi Abdülaziz’in 3. Feriye binasının Beşiktaş tarafında bulunan merdivenin başındaki odada öldüğünü sanıyor.

Karakol binası ile sarayın arasında 80-100 cm kalınlığında yüksek bir duvar var. Duvarla karakol ve duvarla söz konusu saray arasındaki mesafeleri insanların arasında metreyle ölçmeye utandım ve adımladım. Karakol ile duvar arası yaklaşık 28 m ve duvarla saray arası ise 12 metre idi. İkinci kata çıkan merdiven 24, Üçüncü kata çıkan merdiven ise 34 basamak idi.

Aldığım ölçüleri Mühendis Halûk Özçelik’e verdim ve ekteki hâlihazır planı çizdirdim. Karakol ile saray arasında bugün mevcut olan kapı, sarayın girişine göre daha yukarıda kaldığı için Fahri Beyin anlatımına pek uymuyordu.

Anladığıma göre kapı daha aşağıda olması gerekiyordu. Bu hususu İlhan Hattatoğlu Beye sordum: “Mevcut kapı yeni açıldı, biz okurken yoktu. Eski gravürlerde daha aşağıda küçük bir kapı görülüyor” dedi. Kapıları bu bilgiye göre yerleştirdim. Bu konuda bana yardım eden 85 yaşındaki İlhan Hattatoğlu Ağabeye hassaten teşekkür ediyorum.

Ayrıca Albay Mahir Erkul, Mevlüt Danacı, İlyas Tunaoğlu, Müdür Selman Küçük ve Mühendis Halûk Özçelik beylere de şükranlarımı arz ediyorum. (29 Ocak 2020).

Beşiktaş’tan Ortaköy’e doğru binalar: Otel, Beşiktaş Anadolu Lisesi, Çırağan kapısı, Çırağan yeni giriş, Çırağan eski kapı ve köprü, Çırağan Sarayı personel girişi, Eski Ana kapı, Kempinski Otel araç girişi.

Solda Yıldız girişi ve cami, solda Yahya Efendi girişi, sağda Çırağan Otel girişi, Ziya Kalkavan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi. Sağ ve sol Galatasaray Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi Ana Giriş, Feriye Sarayı 1, Galatasaray Üniversitesi, Feriye Sarayı 2 (onarımda), Kabataş Erkek Lisesi ve Feriye Sarayı 3, Sabancı KEV Kültür Sitesi ve Feriye Karakolu şeklinde sıralanmaktadırlar. (bk. R.6 ve R.9)

Mabeyinci Fahri Beyin İbretnümâ adlı hatıratına göre, Abdülaziz, Feriye Karakolu yanındaki Feriye dairesinin üçüncü katında, bugün öğretmenler odası olarak kullanılan, karakol tarafından ikinci odanın, Beşiktaş veya Çırağan Sarayı tarafındaki denize nazır (Boğaz) köşe penceresi önünde canına kıymıştır. (bk. Boğaz Haritası, R.9, R.10, R.13, R.14, R.15 ve Plan).

Abdülaziz’in kaldığı oda, Karakol tarafındaki merdivenin başındaki sofaya açılır. Fahri Bey, bu odanın altında kalmalı. Abdülaziz’in kaldığı oda, iki yandaki odalara nazaran 2,5 m denize (Boğaz) doğru çıkıntılı olup, oda kapısından girişe göre odanın sağ ve solundaki bu çıkıntılarda birer, karşıda ise üç pencere var. Pencere altı, oda tabanından 0,70 m, rıhtım zemininden 9 m yüksektedir (bk. Resimler ve Bekir Sıtkı Baykal, Mabeyinci Fahri Beyin Hatıratı: İbretnümâ, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1989, s. 7-8, 16-19, 47 ve bilhassa 56-57 sayfalar).

07. Sonuç

Hey’et-i İthamiye Mazbatasını gören Mabeyinci Fahri Bey, “Asrımızda güneş gibi âşikâr olan ve hakikati cümlenin ma’lumu bulunan bir vukuât-i azîme bundan böyle tarihlere de yanlış geçerse esef ederim deyip hatm-i kelâm eyledim” der (Baykal, 1989: 54) ve Abdülaziz’in intihar ettiğini haykırır. 

Sultan Abdülaziz, hal’-i gururuna yedirememiş ve öldürülme duygusunu üzerinden atamamıştır. Fahri Bey veli-i ni’metini hiç yalnız bırakmamış; ona güven vermeye çalışmıştır. Valide Sultan, Kadın Efendiler, Hazinedar Kalfalar ve cariyeler, onun yanındadırlar. Feriye’de onlarca cariye vardır. Abdülaziz, hal’ olayından sonra, İzzet Bey ve diğer zâbitândan gördüğü incitici muameleleri gururuna yedirememiş ve kendi canına kıymıştır. 

Yapılan keşfe göre Abdülaziz, öğretmenler odasının sağ köşe penceresi önünde intihar etmiştir.

Bu gerçeğe rağmen çok sık olarak, Abdülaziz’in öldürüldüğü ısıtılarak halkın önüne konur ve baş müsebbip olarak da Hüseyin Avni Paşa gösterilir. Bu yapılanlar doğruluk, dürüstlük ve ülkenin iyiliği için değildir.

Bunu yapanlar, “hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu açıkça belirtemeyen, İslamcılık kisvesi giymiş etnik azınlıklardır.” Tâbileri ise okumayan, düşünmeyen ve her duyduğuna inananlardır. Bunlar, borçla yaşamaya çalışan Osmanlı’yı, sanki “Kaba Türk” Hüseyin Avni Paşa yıkmış gibi, ona düşmanlık etmektedirler. 

Devlet hayatında, hataları önleyecek kurumları bulunmayan bir devlet yıkılmaya mahkûmdur.

Kaynaklar ve Tetkik Eserler

Baykal, Bekir Sıtkı (1989): İbretnümâ: Mabeynci Fahri Beyin Hatıraları, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu-Ankara

Ersen B. ve arkadaşları (2015): “Analysis of 41 suicide attempts by wrist cutting: a retrospective analysis” Eur. J. Trauma Emerg. Surg. 

Kim, J. H., Yoo, H., & Eun, S. (2021): “A pilot study of 17 wrist-cutting suicide injuries in single institution: perspectives from a hand surgeon”. BMC emergency medicine, 21 (1), 1-6.

Mismer, Şarl (Charles) (1975): İslâm Dünyasından Hâtıralar, Bedir Yayınevi, Diner Matbaası-İstanbul

Sürgeç, Bilâl (2012): Medreseden Seraskerliğe Gâzî Hüseyin Avni Paşa, Semih Ofset-Ankara

Şehsuvaroğlu, Halûk Y. (2011): Sultan Aziz; Hayatı-Hal’i-Ölümü, Yayınlayan: TBMM Millî Saraylar Daire Bşk.-İstanbul

Topuz, Hıfzı (1998): Meyyale, 11. Baskı, Remzi Kitabevi-İstanbul

Uysal, M. Ali (2015): Hüseyin Avni Paşa, Türk Tarih Kurumu-Ankara

Uzunçarşılı, İ. Hakkı (1943): “Abdülaziz vak’asına dair vak’anüvis Lûtfi Efendi’nin bir risalesi”, Belleten, Cilt VII 2, Sayı 28, s.349-373

R.6. Galatasaray Ü’ne ait 1. Feriye binası, Onarımdaki 2. Feriye binası, Müdür Evi, Abdülaziz’in kaldığı 3. Feriye binası (8 Ey. 2019 Pazar)

.

R.7-8. Feriye Karakolu, Cami, 1. Boğ. Köprüsü (2 Ey. 2019) resmi ile 28 Ocak 2020, Kabataş Erkek Lisesinin girişi ve 3. Feriye binası

R.9. Onarımdaki 2. Feriye, Müdür Evi-Revir, Kabataş Lisesi’ne ait Abdülaziz’in kaldığı 3.Feriye ve Feriye Karakolu. Resim, 8 Ey. 2019 Pazar günü tarafımdan çekildi. Abdülaziz, bayraklı binanın üst katında sağdan ikinci odada canına kıymıştır. Bu oda bugün Öğretmenler odası olarak kullanılmaktadır. Denize bakan ve Karakol tarafındaki ilk oda Müdür Odası, ikinci oda ise Öğretmenler odasıdır. Öğretmenler odasının iki yan penceresi ve denize bakan üç penceresi olmak üzere toplam beş penceresi vardır. Abdülaziz, bu odanın Beşiktaş tarafındaki yan penceresinin önünde canına kıymıştır. (bk. Alttaki plan)

.

R.10-11. 3. Feriye. Abdülaziz, sondaki ve üsteki yan pencerenin önünde ölmüştür. İlhan Hattatoğlu ve RT (6 Ey. 2019 Cuma)

.

R.12-13. 3. Feriye binası Karakol girişi (2 Ey. 2019 Pzt, M. Danacı). Binaya girmek için izin alamadık. Binanın girişi değişmiş olup, ilk girişin üzerinden bir giriş daha yapılmıştır. Sağdaki resim 1950’li yıllarda Kabataş Lisesinde okumuş olan İlhan Hattatoğlu (d. 1935) vasıtasıyla tanıştığım, KEV Başkanı İlyas Tunaoğlu’nun Md. Selman Küçük’ten izin almasıyla 28 Ocak 2020 Salı günü çekildi. Sağdaki resimde Abdülaziz’in önünde kendi canına kıydığı, son kattaki yan pencere görülmektedir.

.

R.14-15. 04 Haz. 1876 Pazar, Abdülaziz’in, kendi canına kıydığı ve bugün için Kabataş Erkek Lisesi Öğ. Odası olarak kullanılan odanın Feriye Karakolu tarafındaki yan pencereden Feriye Karakolu binası, Ortaköy Camii ve 1. Boğaz Köprüsü görülmektedir. Abdülaziz, sağdaki resimde görüldüğü gibi sağdaki (biri denize, diğeri Çırağan tarafına bakan yan pencere) iki pencere önünde canına kıymıştır (Mabeynci Fahri: İbretnümâ-1989). Resimler 28 Ocak 2020 Salı günü tarafımdan çekildi.

Boğaz Haritası: Saraylar ve Hüseyin Avni Paşa Yalısı

Plan: Abdülaziz’in kendi canına kıydığı Feriye 3.’ün son kat planı. Abdülaziz’in öldüğü yer gül ile gösterildi.

.

Ramazan Topraklı , dikGAZETE.com

Ramazan Topraklı
Ramazan Topraklı

Ramazan Topraklı kimdir?

1944 Isparta Gelendos İlçesi Kötürnek doğumlu. 1968 İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi Mezunu.

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Cemalettin Beydoğan 3 yıl önce
5.Murat mason olduğu için padişah yapılmadı, sıra onda idi.Abdülaziz Yusuf İzzettin'i padişah yapacak diye dedikodu yapılıyordu. Biliyorsunuz Yusuf İzzettin padişah olmadan önce doğmuştu.Tanzimat ile birlikte kararlar saraydan çok Bab-ı Aliye geçmişti, Ali ve Fuat paşalar bunu sağladı Mahmut Nedim gibi bir yalaka yaranmak için bütün yönetim sistemini bozdu. İstemedi paşaların cephelerde kazandıkları fütbelerini bile söktürerek İstanbul'dan uzaklaştırdı. Sürekli isyanlar vardı ve Osmanlıyı toparlamak yenilikler yapmak gerekiyordu. Borçlar ödenemez olmuştu keyfilik dizboyuydu. Şimdiki gibi seçim yok ki.. Çözüm olarak gördüler. Ve kansız bir darbe idi. Dünyadaki darbeleri inceleyin e bu anlaşılıyor yağmurda ıslanmışlar fila. Kendilerinde ıslanıyor. .
Cemalettin Beydoğan, Necdet Sakaoğlu'ndan 3 yıl önce
[Ali Paşa'nın ölümünü haber alınca, "İşte şimdi padişah olduğumu anladım" dediği rivayet edilen Abdülaziz'i yeni sadrazam Mahmut Nedim Paşa'nın göreve başlarken, "Efendimiz bir padişah-i müstebitsiniz, her emir ve fermanınızı icraya muktedirsiniz" demesi, Tanzimat'ın fiilen sona ermesi olarak yorumlanmıştır. Gerek Mahmut Nedim Paşa'nın, Ali ve Fuat Paşalar gurubunda Babiali'de kimler varsa rütbelerini kaldırarak sürdürtmesinin, gerek Abdülaziz'in keyfi yönetiminin uyandırdığı tepkiler sonucunda 1872’de Mithat Paşa atandı. Fakat demokrat düşünceli yeni sadrazamla müstebit Abdülaziz doğal ki anlaşamadılar. Mithat Paşa iki buçuk ay sonra azledildi. Abdülaziz saltanatının son dört yılında Mahmut Nedim Paşa'dan gördüğü dalavukluğu beceremeyen sadrazam ve nazırları sık sık değiştirirken, saraylarında binleri aşan cariye, hizmetçi, aşcı, uşak ve "bendegan" denilen dalkavuklar arasında ve "teabbüd" (kulların tapınması) arayışı içinde yaşamaya yöneldi.]
Mustafa Kahramanyol 3 yıl önce
Tebrik ederim. Ancak bu olayı her şeye rağmen karanlıkta kalacaktır. Sarıklı ve poturlu resim sahtedir. Hiç kimse Osmanlı hanedanının mensuplarına laubalilik edemezdi. H.Avni Paşa da sütten çıkmış bir ağkaşık olarak görülemez.
Recep Er 3 yıl önce
Rabbim emek ve gayretlerinizi makbul kılsın
Halil Korkmaz 3 yıl önce
Şayet bir ülkede yasama, yargı, sayıştay, danıştay, özgür basın gibi iktidarı denetleyecek kurumlar yoksa o ülkede hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur, ülke ve milletin geleceği tehlikdedir. Abdülaziz ve II. Abdülhamid başta gelmek üzere bütün Osmanlı hanedanı bunun en büyük delilidir. Osmanlı padişahları, vezirleri, paşaları neredeyse dünyanın yarısına hükmediyorlardı ama hiçbirinin can güvenliği yoktu. Her an, her yerde yağlı urganın boyunlarına geçme tehdidi altındaydılar. II. Abdülhamid çok iyi biliyordu ki eğer devletin kurumlarını, dolayısıyla da devleti yok edemez, ona hesap sorabilecek bir devlet bırakırsa, kirli ve karanlık geçmişinin hesabı kendisinden sorulacaktı. Bu sebeple de o yıkıldığında devlet de yıkılmalıydı. Öyle de oldu... Oysa yaptığı hukuksuzlukların hesabı hukuk çerçevesinde II. Abdülhamid’den sorulabilseydi, Atatürk’ün sopası gibi çalışan İstiklal Mahkemeleri muhtemelen bu kadar haksız hukuksuz kararlar alamaya cüret edemeyecekti. Ergenekon, Balyoz, FETÖ davaları ve arkasından 15 Temmuz organizasyonu sahneye konulamayacaktı. Ve Osmanlı'yı yıkıma götüren cehalet, yolsuzluk, hukuksuzluk ve borç batağına tekrar saplanmayacaktık. Abdülaziz'in intiharı ile ilgili öncelikle onun anası Pertevniyal Sultan'la olan ilişkisine bakılmalı. Anası Abdülaziz'e o kadar çocuk mumelesi yapıyordu ki, padişah olmasına rağmen kişiliği gelişememiş ve olgun bir yetişkin gibi davranmasını öğrenmemişti. Hareketler çocuksuydu ve gücünün, isteklerinin sınırları olabileceğini idrakt en yoksundu. Nitekim, oğlunun ölüm haberini alan Pertevniyal Sultan kendisi için hekim çağıranlara "Bana hekim değil, cellat çağırın. Çünkü oğlumun ölümüne ben sebep oldum" diye haykıracaktır. Tek başına bu hadise bile Abdülaziz'in öldürüldüğü ile ilgili bütün şüpheleri kökten yok etmeye yeter ama Osmanlı'yı ve devleti, dolayısıyla da güç sahiplerini kutsallaştırmakla kendilerini görevli zannedenler bu gerçekleri çok iyi bilmelerine rağmen tarihi kaynağından öğrenmek yerine ekrandan gördüklerine itibar eden kesimlere maalesef bunlardan hiç söz etmezler.
Ayşe 3 yıl önce
Abdülaziz hal edildikten sonra yerine getirilen 5.muratın mason olduğunu, Abdülaziz taht tan indirenlerin neye ve kime hizmet etmiş olduklarını da yazarsanız aydınlanırız. Abdülhamid amcasının intikamını boşuna almamıştır, mithat paşa yı sürgüne yollayarak, Çerkes hasan boşuna baskın yapmamıştır, ablasına yapılanları da yazarsanız aydınlanırız.
İbrahim YILDIRIM 3 yıl önce
Osmanlı’da Padişahlar, icraatları için Şer’i Fetva almak zorundaydılar. Bu Fetvayı verecek , Fetva Eminleri yüksek karakterli olmak durumundadırlar. Yıldız Mahkemesi kararları için II. Abdülhamid’in talebine karşı olumlu cevap alamamıştır : “eski Fetvâ Emini Nuri Efendi Hazretlerini, ayrıca Hamdi Paşa vasıtasıyla Mabeyne çağırarak kısas uygulamak için fetvayı talep etmiş ise de , Nuri Efendi’nin metanet ve ağırbaşlılıkla : “ Muhakeme vaki hüküm Şer’i şerife muvafık olmadığından keenlem yekündür Şer’i Duruşma icrasıyla ilave hüküm olmadıkça kısas lazım gelmez” yolundaki doğru cevapları üzerine Hamdi Paşa’nın “bu mütalaayı Hünkâra nasıl arz edeyim” diye aczini açığa vurmasına ve telaş etmesine karşılık adı geçen Fetva Emini “ Paşa , Paşa!.. Bunu ben söylemiyorum. Cenâb-ı Allah’ın Fahr-i Kâinat Efendimize gönderdiği kitap söylüyor. Sen bir tebliğe vasıtasın. Durma git Hünkâra böyle söyle” cevabını vermekle bir sürü masumun idamına bir sağlam bir set çekmiştir.” (Midhat Paşa ve rüfe
Önay 3 yıl önce
Emeklerinize,kaleminize sağlık..
sacid duman 3 yıl önce
Ramazan bey,tebrik ediyorum bunca emekleriniz bosa gitmedigini goruyorum.umarim kitap haline gelmis ve yayin dunyasina yeni bir eser kazandirmis olursunuz.tarihcilerede bu konuda isik ttutacagini umit ediyorum