Prof. Süleyman Kızıltoprak’a cevap

Ramazan Topraklı
Ramazan Topraklı
Prof. Süleyman Kızıltoprak’a cevap
13-06-2022

PROF. SÜLEYMAN KIZILTOPRAK’A CEVAP

“tutun şunun formasını sökün, atın hapse” 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Ü. Prof. Süleyman Kızıltoprak, 06 Haziran 2022 tarihli Yeni Şafak Gazetesi, “Düşünce Günlüğü” köşesinde “Sultan Abdülaziz’in Hazin Sonu” başlıklı bir yazı kaleme almıştır.

Değerli ilim adamının hiçbir inceleme yapmadan, dedikodu mahiyetindeki hilâf-ı hakikat malûmatı gazete köşesine taşıması beni ziyadesiyle üzmüştür. Sultan Aziz, günahıyla sevabıyla bizim bir parçamızdır. Gelecek kuşaklara doğru, gerçek ve hakikat olan malûmatı bırakmak ve tarih önünde doğru şahitler olmak gerekir.

Tarih, hükmünü 45 sene önce vermiştir ve Sultan Aziz kendi canına kıymıştır: İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Sultan Hamid’in Yıldız Evrakına ulaşmış ve Sultan Aziz’in intihar ettiğini anlamıştır. Bu arada Sultan Aziz’in sadık adamı Mabeyinci Fahri Beyin İbretnümâ adlı hatıratı, TTK tarafından 1968 yılında yayınlanmış ve iş bitmiştir.

Sultan Aziz’in oğlu Yusuf İzzeddin, Sultan Hamid ve Mahmut Celalettin Paşa, Sultan Aziz’in intihar ettiğini bilirlerdi. Sultan Hamid, Mithat Paşa ve arkadaşlarından kurtulmak için olaydan beş yıl sonra düzmece Yıldız Çadır Mahkemesini kurmuştur.

İbretnümâ, TTK depolarında çürümeyi bekliyor. Biz, adedi üç liradan yüzün üzerinde kitabı satın alıp, tanıdık tarihçilere hediye ettik, ama maalesef tarihçi her şeyi bildiğini sandığı için kitabı okumuyor ve kitap, kitaplık süslüyor. Tarihçilik, hilâf-ı hakikat ve dedikodu türünden makalelerle milleti meşgul etmek midir?

1. Sultan Aziz, işlerin kötüye gitmesinden dolayı 30 Mayıs 1876 tarihinde hal’ edilmiş ve hal’ fetvası, Hüseyin Avni Paşa’nın başını çektiği ve altmışın üzerindeki bir heyet tarafından uygulanmıştır.

2. Sultan Aziz, 30 Mayıs Salı sabahı Dolmabahçe’den alınmış, yanında Başmabeyinci Hâfız Mehmet Bey ve Mabeyinci Fahri Bey ve ailesi olduğu halde Topkapı sarayına götürülmüş, Salı, Çarşamba ve Perşembe akşamını orada geçirmiştir. 2 Haziran Cuma sabahı yanında V. Murad’ın Başmabeyincisi olduğu halde kendi isteğiyle Feriye sarayına götürülmüş; Cuma ve Cumartesi akşamlarını da orada geçirmiştir.

Pazar sabahı Fahri Bey, annesinin izni ile Sultan Aziz’in palasını karakola vermiştir. Aynı gün, 4 Haziran 1876 Pazar günü, gün doğduktan beş saat sonra, güpegündüz, Saat 10.30 sularında, bugün Kabataş Lisesi olarak kullanılan binanın son katında ve denize nazır, karakol tarafından ikinci odanın denize nazır Beşiktaş tarafındaki penceresi önünde canına kıymıştır (bk. Plan).

Sultan Aziz, bu süre içinde hiç yalnız bırakılmadı. Topkapı sarayında Hâfız Mehmet ve Fahri Beyler, Feriye’de ise annesi, hanımları, 300 kadar cariye ve Fahri Bey yanındaydı. O, hayal âleminde biridir.

Topkapı’da iken “benim yüzümden millet birbirine girecek ve birçok masum ölecek, en iyisi ben öleyim” diye Hâfız Mehmet’ten kendine bir miktar zehir bulmasını rica etti ve Hâfız onu yatıştırdı. İbretnümâ, Uzunçarşılı’nın Mithat Paşa ve Yıldız Mahkemesi, Hâfız Mehmet Beyin “hatıratı”, Fahri Bey ile Ali Haydar Mithat’ın yazmış oldukları “iade-i muhakeme layihası” ve Hıfzı Topuz’un Meyyale adlı eseri her şeyi açıklamaktadır (Geniş bilgi için bk. Topraklı, ISHE 2021).

3. Kargapulo tarafından çekildiği söylenen iki zabit arasındaki sarıklı, şalvarlı resim/fotoğraf, Sultan Aziz’e ait değildir.

O’na ait diyenler, bilerek/bilmeyerek, O’na iftira ve kötülük etmektedirler. Sultan II. Mahmut’un, sarık ve şalvarı yasaklamasıyla fes, ceket ve pantolon giyilmiştir. Vak’anüvis Lûtfi Efendi’ye göre; “Abdülaziz, hal’ gününden vefatlarına kadar pantolonlarını çıkarmayıp, esvapları ile oturmuşlar imiş” (İ. Hakkı Uzunçarşılı, 1. Teşrin 1943: 68).

Yanında palasıyla pehlivan Sultan Aziz’e sarık-şalvar zorla mı giydirilmiştir?

Bu asla mümkün değildir (bk. Topraklı, 21.05.2020 dikgazete).

Aklını kiraya vermiş Kızıltoprak gibi bazıları, bu sahte resme inanmış görünüyorlar

Başbakanlık Balkan İşleri Eski Uyumlaştırıcısı Prof. Dr. M. Kahramanyol, “sarıklı ve poturlu resim sahtedir. Hiç kimse Osmanlı hanedanının mensuplarına laubalilik edemezdi” diyerek bir gerçeğin altını çizmiştir.

4. Haksız yere yüksek rütbe alan ve paşa olanların görevine son veren Fuat Paşa’nın desteğini alan Serasker Hüseyin Avni Paşadır. Avni Paşa bunu, orduda adalet ve disiplini sağlamak için yapmıştır.

5. Altın, gümüş gibi kıymetli eşyalardan para kestiren Fuat Paşadır. “Fuat Paşa, mali sıkıntıyı gidermek için, altın-gümüş, kap-kacak takımını yasaklamak ve herkesin elinde olan bu kap-kacağı toplayıp para kestirmek gibi konularda fetva bile almıştı. Sultan Abdülaziz Han Hazretleri, bu konuda Fuat Paşa ile konuşurken:

 - “Bu iş nasıl olur? Sultanların yemek yediği kaplar nasıl alınır? Meselâ onların seyir yerlerinde su içtikleri gümüş tasları var. Bunlar alınır mı?” deyince Fuat Paşa; -“Hay hay efendim onları da alırız. Allah göstermesin Osmanlı devletine bir fenalık gelir de Efendimiz Konya’ya doğru yola çıkar, bizler de arkanıza düşüp giderken, Sultan efendiler bu taslarla Ayrılık çeşmesinden su mu içecekler?” demiş. -“Efendimiz saltanat varisisiniz. Lâkin borçlu bir Türkiye’ye varis oldunuz” demek gibi cesurca ve fedakârca sözler söylemiş ve bu suretle vaziyetin ne derece nazik olduğunu lâyık-ı şekilde arz etmiş. (Yıldırım, 28 Ocak 2022).

Sultan Aziz, sarayda yüzlerce cariye varken, Mısır hıdivinin kızı Prenses Tevhid’e hanımla evlenmek ister. Bu işe itiraz eden Fuat Paşayı hemen azleder ve Yusuf Kâmil Paşayı atar (Yıldırım, 28 Ocak 2022).

6. Sultan Aziz’in Mısır ziyaretini, Yavuz’un Mısır seferiyle kıyaslamak, çok büyük bir talihsizlik olmuştur. Yavuz, Mısır'a savaşarak gitti ve Mısır'ı fethetti. Sultan Aziz ise kendi vilâyeti olan Mısır’a gitti. Üstelik Mısır'da Mehmet Ali Paşa'nın çocukları arasındaki veraset usulü değiştirerek, Mısır'da babadan oğula geçişi kabul ederek, Mısır’ın ayrı bir devlet hâline gelmesine vesile oldu.

Şirvanizâde zamanı (Yıl 1873), Mısır’a verilen tavizlerden dolayı Alman imparatoru Sultan Aziz’i, “kendi eliyle kendi kolunu kesen adam” diye nitelemiştir (M. Celalettin Paşa, 1983: 44).

7. Sultan Aziz’in Fransa’dan başlayan Avrupa seyahati de Âli ve Fuat Paşalar sayesindedir. 3. Napolyon esir olunca, “bir damla kanı yok muydu, esareti nasıl kabul etti” der.

Kendini böyle yüreksiz bir adamı ziyarete teşvik eden Âli ve Fuat Paşalara kızmış; “Bırak, kanın topraklara aksın! Emin ol ki bu hâl, nâmus ve şerefinin düşüşünden iyidir” demiştir (Mismer, 1975: 103-104). Görüldüğü gibi O’nun intihara meyyal biri olduğu anlaşılmaktadır.

8. Velinîmetimeti kötüleme alışkanlığı olan Sultan Aziz’in yetiştirmesi bir bahriye subayı, Sultan Aziz’in horoz dövüşünden hoşlandığını, seyrederken fazlaca asabileştiğini, mağlup olan horozu kestiğini, galip gelene de Mecîdî nişanı verdiğini garip bir alayla anlatırdı.

Güya Padişah bir gün bu adama demiş ki; “-Beni zırhlı gemi almaya teşvik edenler hırsızdır. Bunu, mülâhazasını sorduğum annem ispat etti. Annem bir bardak su getirtti, bu bardağın içine bir çivi attı. Çivi derhal battı. Bu tecrübeyle bana demirin suda yüzüp yüzemeyeceğini ispat etti” der (devamı var. Mismer, 1975: 47-48). Hâlbuki Arşimet, 1870’ten 2100 yıl önce suyun kaldırma gücünü bulmuştu.

9. Prof. Kızıltoprak, hatalı olarak 93 Harbi’ni, Asya’daki Rusları Batıya çekmek için İngilizlerin teşvik ettiğini söylüyor.

Hâlbuki İstanbul Konferansına katılan İngiliz Heyeti Başkanı Lord Salisbury, 93 Harbi’nden dört ay önce 20 Aralık 1876’da Padişaha sunulması için bir mektup verir ve bu savaşa girilmemesi için bilâkis Osmanlı’yı uyarır. Ne yazık ki 93 Harbi, 23 Nisan 1877’de başlamış, 31 Ocak 1878’de imzalanan Ayestefanos antlaşmasıyla bitmiş ve Salisburi’nin dedikleri birer hakikat olarak karşımıza çıkmıştır (Yıldırım, 30 Ekim 2021).

10. Mahmut Nedim Paşa, padişahı yanlış yönlere sevk etti, fitne çıkarıcı yalan ve asılsız hikâye ve gayrimeşru paralar vererek yerinde kalmaya çalıştı. Sultan Aziz’e “Efendimiz müstebit bir padişahsınız, her emir ve fermanınızı yapmaya muktedirsiniz” mealindeki sözlerle O’nu keyfine göre işler yürütmek emeline düşürdü. Âli Paşanın seçtiği vükelâ ve devlet ricalinin hemen hemen hepsini hain addederek azil ve tahkir etmek yoluna gitti. Hatta bunların bu şekilde sürgüne gönderilmesine kanaat edilmeyerek, memuren uzaklaştırılmış olan zevatın çoğu henüz memuriyet yerlerine ulaşmadan tekrar azil ile yerlerine başka kimseler gönderilirdi. Onlar yerlerine ulaşmadan becayiş yolu ile dolaştırılarak tahkir olunurdu (Sürgeç, 2012: 77). Buna bir devlet dayanabilir mi?

Bunun sorumlusu kim?

11. Sultan Aziz, Rus elçisi İgnatiyef’in sözünden çıkmayan Mahmut Nedim Paşayı iki kez sadrazamlığa atadı. Sultan Hamid’in de, Yıldız Mahkemesi sırasında M. Nedim Paşayı yanından ayırmadığı görülüyor.

Sultan Aziz’in Başmabeyincisi Hâfız Mehmet, Mahmut Nedim için “Kör, kâfir, fesat, hain” der. Kör Mahmut Nedim Paşa, Bahriye Nazırı, aynı zamanda Rus elçisi İgnatiyef’in tercümanı idi. Daha önce ekmiş olduğu fesat tohumlarını yeşertmek için Sultan Hazretlerini aldattı ve sadrazam oldu. Fitneleri sayesinde kendisine rakip gördüğü Şirvani Rüştü Paşa, Ispartalı Hüseyin Avni Paşayı İstanbul’dan uzaklaştırdı. İgnatiyef, Mahmut Nedim vasıtasıyla Padişah Sultan Aziz’e sadık sırdaş ve dostu oldu. Bundan dolayı hükümetin bütün sırları, yürüttüğü hususi bir siyaset ile Petersburg’u İstanbul’a nakletmek için bu sefirin elinde kaldı. Bâb-ı Âli Rusya sefaretine nakledildi. Büyük küçük bütün memurlar sefirin tavsiyesi ile tayin olunmağa başladı. Hatta Hüseyin Avni Paşa ve Mithat Paşa gibi zatlar, İgnatiyef’in arzusu ve ısrarı üzerine sürüldüler (Sürgeç, 2012: 103 ve 105). Bunların bütün vebali Sultan Aziz’e ait değil mi?

12. Kızıltoprak, olaydan sonra, Feriye’ye ilk gelen niçin Hüseyin Avni Paşa’dır diye soruyor? Çünkü Avni Paşa seraskerdir, sarayın korunmasından sorumludur; elbette ilk önce o gelecektir.

Kızıltoprak,darbeciler, Abdülaziz’in can güvenliğini sağlayamamıştır” diyor. Palayı elinden almışlar. Daha ne yapsınlar? O’nun, küçük makasla kol damarını keseceğini nereden bilsinler? Makas, anasının izniyle verildiği için, anası, “oğlumun hayatına kıyan ben oldum, bana hekim göndereceğinize cellât gönderin” diyerek dövünmüştür (Şehsuvaroğlu, 1949: 138).

13. Kızıltoprak, darbeciler, Yıldız Mahkemesine kadar neden cezalandırılmamıştır diye soruyor?

Sultan Hamid gibi tilki biri, Sultan Aziz gibi saf birine danışmaz. Sultan Hamid, darbe yaptılar diye hal’ heyetinden davacı olsaydı, darbeyle iş başına geldiği için kendisi de yargılanacaktı. Onun için beş sene düşündü, plan yaptı, yalancı şahit buldu, her şeyi hazırladı ve sonunda Sultan Aziz öldürüldü diye düzmece Yıldız çadır mahkemesini kurdu.

14. “Ömer Paşa, na’şı incelemeden rapora imza atmayı reddedince H. Avni tarafından rütbeleri sökülmüştür” sözü yalandır. Ömer Paşa, karakola getirilirken “Merhum Sultan Aziz’e “itale-i lisan ettiği”, yani dil uzattığı için rütbesi sökülmüştür.

O’nun, dil uzattığını gören Hüseyin Avni Paşa, “vay hınzır, söylediğin sözler nedir, senin veli-i nimetin değil miydi?, tutun şunun formasını sökün, atın hapsediye emir verdi. Hüseyin Avni Paşa sağ olsaydı, aynı şeyi delilsiz yazan Prof. Kızıltoprak için yapar ve tutun şunu, adalete teslim edin, yargılansın derdi.

15. Kızıltoprak, doktorlar, na’şı yeterli incelemeden Hüseyin Avni’nin yönlendirmesine boyun eğmişlerdir diyor.

Hüseyin Avni Paşa gibi zeki biri, Avrupa’nın eksik aradığı bir dönemde, çoğu yabancı elçiliklerin doktorlarına yönlendirme yapılamayacağını iyi bilir; buna gerek te yoktur.

Vefata yönelik tıbbî raporda imzası bulunanlar na’şı incelemiş, hatta Dr. Dikson ile Dr. Milincen biraz geç kaldıkları için tekrar muayene etmişler, na’şın her tarafına bakmışlar, iki koldaki dirsek içindeki yaralardan başka hiçbir yara izi görmemişler ve raporu imzalamışlardır.

16. Horoza Mecîdî nişanı takmak, kendi seraskerinin çok çirkin taklidini yaptırmak, Rus elçisine baba diyen birini sadrazam atamak, intihar etmek akıllı adam işi mi?

Sultan Aziz, Sultan Murat, Sultan Hamid, Sultan Reşat ve Sultan Vahdettin bileklerinin hakkıyla mı sultan oldular? '' resimler yapan Abdülmecit, Müslümanlara nasıl halife oldu?

Sn. Kızıltoprak, lütfen biraz da bunları sorgula! Yeni Şafak’ta yazdığın gibi delilsiz değil, ciddî sorgula!

17. Bilek kesildi denilerek bir algı yönetimi yapılıyor. Kesilen bilek değil, dirseğin iç yüzündeki atardamardır. Sn. Kızıltoprak, boşuna yorulma; bir adam iki kol damarını da keserek intihar edebiliyor.

Sultan Aziz gibi, kendini büyük padişah sanan evhamlılar, iki kolunu da kesebiliyor. 2015 yılında yapılan bir çalışmada, 2008-2014 tarihleri arasında Uludağ Ü, Tıp Fak., Acil Servise 41 hasta başvurmuş ve bunlardan 35’i tek el bileğini (damar), 6’sı da her iki bileğini (damar) keserek intihara teşebbüs etmiştir (bk. Ersen B. ve arkadaşları, 2015).

2020 yılında Güney Kore’de yapılan bir araştırma 17 intihar vakasından 12’si sol kol, 3’ü sağ kol, 2’si de her iki kolunu (damar) kesmiş olup, intihar edenlerin %53’ü psikolojik rahatsızdır (Kim, J. H ve arkadaşları, 2021).

Sultan Aziz ve oğlunun da, psikolojik rahatsız olduğu anlaşılmaktadır (bk. Süheyl Ünver, Ocak 1966).

18. Sn. Kızıltoprak, Hüseyin Avni Paşa’yı Çerkez Hasan’a, Rusya şehit ettirmiştir. Buna göre safını belirle!

19. Yaralı kuşlar için tedavi yöntemleri geliştiren, hastaneler kuran Türk milleti, beşikteki bebekle beraber 18 şehzadeyi bir anda katleden sultanlar çıkardı.

Sn. Kızıltoprak, ne şefkat anlayışından bahsediyorsun? İbretnümâ adlı hatıratı oku da, Ulu Hakan cennetmekân Sultan Abdülhamid Han Hazretlerinin şefkatini gör! Adam bayılıncaya kadar husyelerini sıkmak mı dersin, koltuk altlarına kızgın yumurta koymak mı dersin, çıplak sırtını yanan sobaya döndürüp, adamın yağları eriyip çıldırana kadar bekletmek mi dersin? Daha ne işkenceler (!)

20. Fahri Bey, doktor çağırmak için karakola gitti, ama geri döndüğünde Sultan Aziz, emaneti teslim etmişti.

21. Bahri Hoca, benden bu kadar. Sn. Kızıltoprak’ın, “Sultan Aziz’in hazin sonu, bazı tarihçiler ve İttihatçı geleneğe sahip politikacılar tarafından intihar diye ısrarla savunulmuştur” iddiasını lütfen bir de siz cevaplayın!

Şu kadar derim ki, ittihatçı gelenekten gelmeyen, tarihçi olmayan ve beş gün boyunca Sultan Aziz’in yanından hiç ayrılmayan Fahri Bey, bayılana kadar defalarca işkence görmüş ve yine de, “Benim veli-i nimetim namuslu bir padişah idi, kendi kendini telef etti” demiştir (İbretnümâ, 1989: 32). Ne işkenceler! İnanmayan İbretnümâ’yı okur.

Birkaç defa Yıldız sarayına çağrılan Pertevniyal Sultan, Sultan Hamid’e: “Evlâdım kendi kendini itlaf etti; Fahri Bey bu hususta masumdur” der, fakat Sultan Hamid, “Valide Sultan Fahri Beyi seviyor da kurtarmak istiyor diye bir dedikodu çıkarır” (İbretnümâ, 1989: 58)

Sorguda Sultan Hamid ile Fahri Bey arasında; “Söyle, muhbirlik etmiş olursun. O vakit ben de seni affederim. Hatta bu gece evine gönderirim. Paşanın arabasıyla gidersiniz, seni evine bırakır, yine eskisi gibi gezer yürürsün”. Öteden Mahmut Nedim Paşa, “evet efendim, ne âlâ olur, geçerken bırakıveririm”.

Bunun üzerine bendeniz cevaben, “bu işin hakikatini bilen çok olduğu gibi bilmeyenler de çoktur. Hakikatini bilenler, hem kendine, hem diğerlerine (Mithat Paşa vd.) iftira edip, bu kadar can yaktı diyerek yüzüme tükürürler; (Sn. Kızıltoprak gibi) bilmeyenler ise, vay hain, veli-i nimetine ne hainlikte bulunmuş diyerek yüzüme tükürürler. Ben bu halde gezmektense şu kalıbın mahvına hazırım. Ben Allahtan korkarım, diğerlerinin eliyle telef oldu diyemem” diyalogu olur (İbretnümâ, 1989: 26).

Sn. Kızıltoprak, “27 Mayıs 1960 darbesinde olduğu gibi o günlerde de yüksek eğitimdeki öğrenciler sokağa çıkarak padişah ve hükümet aleyhinde gösteriler yaptılar” der.

Burada iki ayrı olay var: 1-27 Mayısta ortaokul bitirme sınavlarına giriyordum ve biraz hatırlarım. 2-Mithat Paşa’nın hatıralarına göre: Medrese öğrencilerinin çoğu Rumeli kökenliydi. O yıllarda Rumeli’de Bulgarlar binlerce Müslümanı kesmişti, isyancı talebelerden bazılarının arasında katledilenlerin evlâdı, kardeşi, yakın akrabası vardı ve bu yüzden galeyan sokağa taşmıştı (Sürgeç, 2012: 105). Görüldüğü gibi, bu iki olay aynı değildir. 27 Mayıstaki öğrenci olayları siyasîdir ve yalanlarla doludur.

Sonuç:

Açıklamaya çalıştığım gibi, Prof. Kızıltoprak, hiçbir kaynağı olmayan, sırf kendi indi görüşlerini dile getirmiştir.

Sultan Aziz, namuslu ve vatanını seven biridir, ama Osmanlı sultanı olmaya layık olmadığı anlaşılmaktadır. Âli Paşa ve Fuat Paşa gibi değerli yöneticiler gidince, devlet adeta çöktü.

Sultan Aziz, duygusal ve evhamlı biridir. Anasının emrinde ülkeyi felâkete sürükledi. Diğerlerini saymazsak bile ekte görüldüğü gibi 15 sene içinde 15 vezir değiştirdi. Sultan Hamid ise zeki ve kurnazdı, ama onun kurnazlığı da dış güçlere değil, sadece milletine yetiyordu.

İsmail Müştak’ın sözleriyle noktalayalım:

“Amcası tahttan indirilip Feriye sarayına götürüldüğü zaman bunu izzeti nefsine yediremeyip, kolunun damarlarını kesmek suretiyle intihar etmişti. Oğlu Yusuf İzzeddin Efendi, muvazene-i dimağıyesi sarsılmış bir prensti. Onda da bir fikri sabit vardı. İttihatçılar, beni saltanattan mahrum etmeğe karar verdiler; beni hapsedecekler; saltanata Vahdettin Efendiyi getirecekler; der dururdu.

Günün birinde o akıbete uğramak ona ağır geliyordu. Nihayet o da babası gibi yaptı ve makasla (usturayla) konunun damarlarını keserek mevhum düşmanlarına cansız cesedini bıraktı” (Mayakon, 1940: 64-65). “Hülâsa ediyorum: Sultan Hamid, dindarlığı bir hilâfet üniforması diye her lâzım oldukça, fakat lüzumu kadar sırtında taşırdı. Müslümandı, dindar görünürdü. Müslümanlığı samimi, dindarlığı siyasî idi” (Mayakon, 1940: 71). Cümlesinin ruhları şâd olsun.

.

Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com

-Feriye Sarayı planı; SULTAN AZİZ'İN ÖLDÜĞÜ YERİ GÖSTERİR PLAN

Kaynaklar

Mabeyinci Fahri Bey, 1989: İbretnümâ, Yay. Haz. Bekir Sıtkı Baykal, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu-Ankara.

Mahmut Celalettin Paşa (1983): Mirat-i Hakikat- İstanbul.

Mayakon, İsmail Müştak (1940): Yıldızda Neler Gördüm? Sertel Matbaası, İstanbul.

Mismer, Charles (1975): İslâm Dünyâsından Hâtıralar, Bedir Yayınevi, İstanbul.

Sürgeç, Bilal (2012): Medreseden Seraskerliğe Gâzî Hüseyin Avni Paşa, Hamideli Derneği, Semih Ofset- Ankara.

Şehsuvaroğlu, Halûk Y. (1949): Sultan Aziz: Husisî, siyasî hayatı, devri ve ölümü, Naşiri: İ. Hilmi Çığıraçan, Hilmi Kitabevi -İstanbul.

Topraklı, Ramazan (21.05.2020): “Sultan Abdülaziz’e ait olduğu söylenen iki zabit arasındaki resim kime ait?”, dikgazete.

Topraklı, Ramazan (ISHE 2021): “Sultan Abdülaziz’in Ölümü ve Feriye Sarayındaki Öldüğü Yerin Tespiti Hak.”, 7. Uluslararası Tarih Eğitimi Sempozyumu, GOPÜ, Tokat.

Yıldırım, İbrahim (30.10.2021), “Lord Salisbury’nin II. Abdülhamid Hân’a Mektubu”, bayrampasagundem.com

Yıldırım, İbrahim (28.01.2022), “Sultan Abdülaziz Prenses Tevhide Hanımla Neden Evlenmedi”, bayrampasagundem.com

Ramazan Topraklı
Ramazan Topraklı

Ramazan Topraklı kimdir?

1944 Isparta Gelendos İlçesi Kötürnek doğumlu. 1968 İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi Mezunu.

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Prof.Dr.Kamil Ufuk BİLGİN 2 yıl önce
Prof.Kızıltoprak'ın Sultan AZİZ hk.yazıp iddia ettiklerini, R.Topraklı, çeşitli kaynaklar da göstererek çürütmüştür. Bilimsel gerçekleri dikkat almadan, atraksiyonlu tarih yazıları yazmamak gerekir...????
Ramazan Topraklı 2 yıl önce
Sn. Yamtarzade, lütfen cümlenizi tamamlayınız.
Yamtarzade 2 yıl önce
Her iki yazıyı da okudum. Sayın Prof. Süleyman Kızıltoprak Bey, değerli ve üretken bir yazardır. Ramazan Topraklı Bey’i de yakinen tanır ve kıymetli ısrarlı konuyu irdeleyen bir aydınımız olarak tanırım.
Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, 1940’lı yıllarda “Belleten” dergisinde, Abdülaziz’in öldürüldüğünü yazarken, 1967 de yazdığı “Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi” adlı muhteşem eserinde, “Beş yıl öncesine kadar, Abdülazi
Halil Korkmaz 2 yıl önce

Bir insanın dünyayı, insanları, okuduklarını anlayabilmesi için dahi, iyi seçilmiş en az 500 kitap okuması gerekir.
Tabi bunun yanında, doğayı, çevreyi, canlı ve bitki türlerini de yaşayarak ve kendi gözlemleriyle tanıması lazım.
Aksi halde o insan, cahil olduğunun dahi ayırdına varamaz, muhakeme yeteneği gelişmez, bir fikir, görüş sahibi olamaz.
Son yirmi yılda, ders kitapları dışında hiç kitap okumdan ve hiç üniversite, amfi, Prof, Doç. Yüzü görmeden üç üniversite bitiren tanıdıklarım var.
Bir fikri, görüşü, söylenecek kendi sözü olmayan insan ise, ancak bir kitlenin, grubun, inancın, sloganların arkasına sığınıyor.
İşte bunlar Abdülhamidçi, Kemalist, dinci, Nurcu, Süleymancı, Türkeşçi, Reisçi vs olarak ortaya çıkıyorlar ve böylelikle de dokunulmazlık kazanıyorlar.
Gustave Le Bon: “Bir kitleye dahil olanın ahmağı ile arifi arasındaki fark olmaz” diyor.
Son yirmi yılda seri olarak kurulan tıp fakültelerimizin sekiz on tanesinden bir tane bile Dr, Doç, Prof yüzü, dersi görmeden binlerce hekimin mezun olduğu, atandığı resmi raporlarda mevcuttur.
Niyazi Berkes: “Dine dayalı medrese eğitim sisteminden ötürü Osmanlı’yı cehalet yıktı. Zira Osmanlı’nın cahili ile alimi arasında fark kalmamıştı” der.
Günümüzde, eğitim sistemimiz Osmanlı’nın da gerisindedir maalesef.

İktidar medyasının bu tür yayınları okuyan, düşünen, bir fikri, görüşü olalara değil, okuduğunu anlamayacak düzeydeki kendi kitlesine yöneliktir ve bunları ciddiye almak onlara en büyük ödüldür.