Uyanış gerek!..
Uyanışa vesile olmak gerek…
Uyanmadan ayağa kalkılır mı?
Ayakta kalmak için güçlü olmak gerekmez mi?
Ya güçlü olmak için..
Birlik olmak gerekmez mi?
Birlik için mâziden ders almak gerekmez mi?
Aziz Milletim!..
“Girmeden tefrîkâ bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
Tefrîkâyı yenmeliyiz.
Nasıl mı?
Tarihimize doğru bakarak. Tartışmadan. Kendi basit siyâsî mülâhazalarımıza teslim olmadan. Ders alarak, dersler çıkartarak…
Son 300 yılı düşünün.
Ne diyor N. Fazıl Merhum;
“Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hâkimiyet...
İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefâlet ve hezîmet…”
Gerisini yersiz tartışmalara neden olduğu için yazmıyorum.. “Sefâlet ve hezîmet” yetmez mi düşünüp idrak etmemiz için?
Sakarya Dönemeci…
Düşünün, İmparatorluğun bir ucu İran’da, diğer ucu, Viyana.. Bir sınır Moskova’ya dayanmış, diğeri orta Afrika’da..
Sonra olanları hiç sormayın. 1. Dünya Savaşı ile “Hasta Adam” dedikleri devletimizi âdeta işkencelerle parçaladılar. Onların buharlı büyük gemileri vardı, bizim ayaklarında çarığı bile olmayan fedâkâr Mehmedimiz… Onların son sistem silahları vardı, bizim yiğit insanımız. Onlar yedi düveldi, biz içimizden bile vuruluyorduk.
Anayurt, Anadolu dahî, Batı’nın eğit-donat uşağı palikarya Yunanistan Sakarya’ya kadar geldi. Ülkenin Başkenti İstanbul işgâl altındaydı. Ankara’da kurduğumuz Meclisden düşmanın top sesleri duyuluyordu.
Sakarya kıyılarında, 22 gün 22 gece boğaz boğaza savaşıldı.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, "Hatt-ı müdafaa yoktur; sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz.” emrini verdi.
“…
Rabbim isterse, suIar bükIüm bükIüm buruIur,
Sırtına Sakarya’nın, Türk Tarihi vuruIur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başIı kartaIı nasıI taşır kanarya?”
Merhum Başkomutan bu savaşa, “Melhame-i Kübra (hadis-i şeriflerde ifâde edilen Kıyamet öncesi büyük savaş)” (1) demişti. Hani gevurun beklediği büyük savaş var ya Armegedon. İşte o adı verdi Sakarya Savaşı’na hatıralarında…
Melhame-i Kübra idi Sakarya…
13 Eylül 1683 günü Viyana'da başlayan geri çekilme, 238 sene sonra Sakarya'da durdurulmuştu.
Sakarya diğer Türk Harpleri gibi tam bir SUBAY SAVAŞI’dır.
Ben size Sakarya’yı değil, yakın tarihe nasıl bakmamız gerektiği ile ilgili örnekler arz edeceğim.
İstiklal Harbimiz Çanakkale’de başlar. Orada yükselen ruh, İstiklâli hazırlamıştır. Komutanlar Çanakkale’nin gencecik subaylarıdır.
Tarih bilmek, tarihini bilmek…
Tarih geçmişteki olaylardan ders alınarak, gelecekteki olaylara yön vermeyi sağlar;
Tarih, kişisel deneyimi arttırır, bilgiyi çoğaltır ve bunların sonucu olarak insanı muktedir kılar;
Milli şuur, milli tarih bilgisiyle oluşur. Millet olmanın vasıflarından biri de tarih birliğidir;
Muzaffer komutan veya başarılı devlet adamı olmak engin tarih bilgisini gerektirir;
Olaylara sağlıklı teşhis, insanlığın tarihi gelişimini bilmekle mümkündür.
“Tarih milli kahramanlığın geliştirilmesi için en büyük membâdır. Milli Eğitimin başında bulunanlar, bundan hakkı ile istifade edebilirse milletin her ferdi birer kahraman olur ve o milletin sırtı asla yere gelmez.” (2)
Harp Tarihi ise, Geçmişteki harpleri tahlil ve tenkit ederek neticesi üzerine tesir etmiş olan sebep ve faktörleri araştıran, tatbik edilmiş olan prensipleri inceleyen ve bunlardan dersler çıkaran bir ilimdir. Faydalarına gelince;
Stratejik ve Taktik Esasların Geliştirilmesini Sağlar.
Harp Sanatını Öğretir. “Harp tarihi komutanların kadavrasıdır.” (3) Timur, başarısını şöyle ifade eder. “Padişahların (Komutanların) hâl ve hâreketleri, nutukları ve amelleri benim için büyük bir tecrübe kaynağı oldu.”
Süratli Karar Verme Yeteneğini Geliştirir - Anî Mukabele:
Liderlik ve Karakter Eğitimi verir.
Milli Duyguları Geliştirir. Burada ifade edilen hususlar arttırılabilir. Ancak bizce en temel olan faydaları belirttik.
Birinci Dünya Savaşı’nın Cepheleri’ni hatırlayınız. Kafkas Cephesi, Kanal Cephesi, Galiçya ve Avrupa Cephesi, Filistin Cephesi, Irak Cephesi, Çanakkale Cephesi…
Çanakkale ve İstiklal Harbi; harpte talimname usullerinin yanı sıra insan zekâsının, muhakeme kabiliyetinin, fedakârlığının ve yokluk içinde fakat inanmış bir milletin evlatlarının başarı ile sevk ve idare edildiğinde neler yapabileceğini, Türk Milleti’nin kahramanlık ve asâletini tüm dünyaya bir kez daha göstermiştir.
Muhterem Okuyucular; Geçilemeyen Çanakkale’den gemilerimiz her defasında gururla, albayrağımızı dalgalandırarak geçerken, bizler ebedi Türk Yurdu olarak kalacak Çanakkale’deki şehitlikleri gezerken; Harbin mücahitleri olan dedelerimizi, personelinin tamamının istisnasız şehit olduğu kahraman ve şehit 57’nci Alayı, bir düşman zırhlı gemisini tek başına attığı top mermisi ile batıran Koca Seyit’i Nusret Mayın Gemisi’nin fedakâr personelini, hâsılı tüm şehitlerimizi, gazilerimizi şükran ve minnet hisleriyle anıyoruz.
Ayrıca, Mustafa Kemal’in Enver Paşa ile Trablusgarp’a gitmeleri de sadece gönüllü subaylar açıklaması ile geçiştirilemez. Çünkü oraya giden subaylar, 2’nci Abdulhamid Han’ın Yıldız Teşkilatı’na müteakip kurduğu, kendisine bağlı Teşkilat-ı Mahsûsa’nın üyesi idiler ve Trablusgarp Hücresinin başındaki “Şeyh Sunusi’ye destek vermek ve Müslüman ahâliyi İtalyan kuvvetlerine karşı örgütlemek” görevi ile görevliydiler. (4)
Avrupa-ABD-Rusya Üçlüsü hasta Adam dedikleri Devlet-i Aliye’yi yıkmayı nihayet başarıyorlardı. Plan Türkleri Avrupa’dan, müteakiben Anadolu’dan atma planıydı. İstanbul işgal altındaydı. Dirayetli padişah kararını verdi. Yeniden diriliş tıpkı Söğüt gibi ve aynı ruhla ki bu ruha o zaman “Kuvayı Milliye” dendi, Anadolu’dan başlayacaktı. Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’yı (ÇAKMAK) yanına çağırdı.
Çakmak Paşa’nın ağzından: “Mütareke sonrasında (1918), bir Cuma selâmlığından sonra Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti. “Paşa” dedi. “Durumu görüyorsunuz. Bu işler anca Anadolu'da teşkilatlanarak kurtarılabilir. Bana Anadolu'da teşkilat kuracak, memleketi şu karanlık durumdan kurtarabilecek Paşaların bir listesini yapıp getirin.” Ertesi Cuma, yine selamlıktan sonra huzuruna girip hazırladığım listeyi verdim. Dikkatle okuduktan sonra, bir müddet sustu. Sonra yarı kapalı gözleriyle ağır ağır, tane tane konuşmaya başladı:
- Paşa, Mustafa Kemal Paşa hırsız mıdır?
- Haşa Padişahım.
- Bir namussuzluğu, ahlaksızlığı var mıdır?
- Haşa Padişahım.
- Beceriksiz ve kabiliyetsiz midir?
- Hayır efendim. O hepimizden bilgili, kabiliyetli ve dinamiktir.
- O halde bu listeye niçin onun adını yazmadınız?..
Hiç düşünmeden cevap verdim:
- Padişahım, Mustafa Kemal Paşa yenilik, bilhassa öteden beri Cumhuriyet taraftarıdır."
Padişah elindeki kâğıdı atar gibi masanın üzerine bıraktı... Ayağa kalkıp pencereye döndü. Limanda demirli İtilâf Devletleri (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan) gemilerini göstererek: “Paşa, Paşa... Bu gemileri görmek kanıma dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun... Kendine selamla birlikte tebliğ ediniz, haftaya Cuma günü Mustafa Kemal Paşa'yı göreceğim.” (5)
Ve…… Anadolu’daki “YENİDEN DİRİLİŞ HAREKÂTI” görevi M. Kemal Paşa’ya verildi. Çünkü O Anafartalar Kahramanı ve müteâkip defalar ödül ve nişanlarla taltif edilmiş bir generaldi.
Gazi Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki şu ifadesini çok şey anlatmıyor mu?
“Karşılıklı düşmanla siperler arasındaki mesafemiz 8 metre. Yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına düşüyor. İkincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyân-ı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz, öleni görüyor, üç dakikaya kendi öleceğini biliyor, hiç ama hiç, ufak bir tereddüt göstermiyor, sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayân-ı hayret ve tebrik-i misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.’’
Şair de diyor ki;
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” (6)
Unutmayalım, “Kendi tarihlerine direnenler, başkalarının tarihlerini dilenirler.”
Askeri açıdan tarihle ilgili önemli bir ifade de şöyledir: “Tarihi bilmeyen coğrafyayı değerlendiremez. Coğrafyayı bilmeyen tarihi anlayamaz; her ikisini bilmeyen ise asla strateji belirleyemez.” (7)
Onlar İstanbullu şehirli, Kosovalı Arnavut, Balıkesirli tahtacı Yörük, Bitlisli Kürt, Tuncelili Zaza, Artvinli Laz’dılar. Ama dedelerini tanıyorlardı, aynı ninnilerle büyüdüklerini biliyorlardı, düşmanlarının kim olduğunun daima bilincindeydiler. Bunları okullarda da öğrenmediler. Onlar iman sahibi ve ferasetliydiler. Bakmayın “çarıklı erkân-ı harp” diye anıldıklarına. Çarıklı ve poturluydular ama şimdiki biz okullular gibi kafaları karışık, gönülleri bulanık, imanları mütereddit, vatana bağlılıkları menfaate dayalı değildi.
Ruhları şad olsun, mekânları cennet olsun. Bize Allah Onların her halinden hisse kapmayı nasip etsin.
Atatürk’ün Edebiyat Öğretmeni ile hikâyesini bilirsiniz. Güzel şiir yazdığı için Harp Okulu’nda öğretmeni tarafından azarlanır.
Neden mi?
Şiire meyledip, Askerlik istidâdı azalmasın diye…
Kınalı Hasan’ı bilmeyen yoktur değil mi?
Ya Yarbay Hasan!... hani cephede köpeği Canberk ile defnedilen şehid Yarbay Hasan Bey..
Şerife Bacı ve sırtında üstündeki örtü cephanelere örtüldüğü için donan oğlu…
Sakarya, İstiklâl Harbimiz ve bu gün Milletimizin yiğitliğinin kökleri iyi bilinmelidir.
Tüm bu taarruz ve işgâllere karşı dâima hazır olunmalıdır. Nasıl peki?
Abdülhak Molla’nın (1786–1854) şu sözü işin özüdür.
“Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh
Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh”
Yâni “Bütün devletlerin kurtuluşu şu sözdedir ki, barış ve huzur istiyorsan savaşa hazır ol.”
Harbe hazırlık, öncelikle; Milli Birlik, güçlü ekonomi, yerli üretim, modern donanımlı ve iyi eğitimli inanmış ordularla olur. Hamâset tek başına Balkan Harpleri’nde olduğu gibi hezîmetten başka bir şey değildir.
Milli Birliğin temelinde ise; Milletin yazılı olmayan ideolojisi vardır. Millî ideolojiyi, mefkûreyi besleyen temel kaynaklar ise, Yüce Dinimiz İslâm ve Töremizdir. Tarih, sosyal genetik, coğrafya vb. ise töreyi besleyen yadsınamaz değerlerdir elbette.
Strateji Uzmanları bir çarpan olarak MİLLİ KARARLILIK KATSAYISI’ndan bahseder. Yukarıdaki Maddî Güç Unsurlarını bir çarpanla çarparlar.
MİLLİ KARARLILIK KATSAYISI…
Bu katsayı şimdilerde Çanakkale Ruhu diye özetlenen bir katsayıdır.
Özetle Sakarya Savaşı’na değinmeliyiz.
Sakarya Savaşı, Büyük Taarruz’dan daha zorlu ve kritik bir savaştır.
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ (23 AĞUSTOS-13 EYLÜL 1921) (8)
Sakarya Meydan Muharebesi Türk Milleti için bir ölüm kalım savaşı olmuştur. Bu muharebe ile Türk Ordularının taktik geri çekilme manevrası sona ermiş; STRATEJİK SAVUNMA KONSEPTİ kabul edilmiştir.
Yunanlılar, Kütahya-Eskişehir Muharebelerini kazandıktan sonra, Yunanlıların bu başarılarından bahseden İngiliz Başbakanı Lloyd George: “Milli Türk Kuvvetlerini yenmiş bulunan Yunanistan`ın Sevr Antlaşması esaslarıyla yetinemeyeceği” şeklinde ileri sürdüğü büyük vaatlerle Yunanistan’ı barışa değil taarruza teşvik etmiştir.
Yunan Genelkurmayı, Kütahya-Eskişehir Muharebelerinden (10-24 Temmuz 1921) sonra, Sakarya’nın doğusuna çekilen Türk Ordusu’na son darbeyi indirmek amacıyla hazırlıklarını tamamlayıp harekete geçmiştir. Bu arada Türk Ordusu da kesin sonuçlu bir meydan savaşı için tüm birliklerini başarılı bir geri çekilme planıyla Sakarya’nın doğusuna çekerek 100 km. genişliğindeki bir cephe hattında toplamıştır.
Yunanlıların bu düşünce ve faaliyetleri karşısında Mustafa Kemal Paşa, 5 Ağustos 1921’de TBMM Hükümeti tarafından kabul edilen 144 sayılı kanunla ve geniş yetkilerle üç ay süre ile Türk Ordusunun sorumluluğunu üstüne alarak Başkomutanlık görevine getirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa, bu yetkilere dayanarak 7-8 Ağustos 1921'de "Tekâlif-i Milliye Emirleri"ni yayınlayarak orduyu personel, silah ve araç-gereç bakımından güçlendirmeye çalışmıştır.
Sakarya Meydan Muharebesi Türk Ordusu için bir yokluk ve yoksulluk savaşı olmuştur. Kütahya-Eskişehir Muharebelerinden sonra, insan gücünün 1/2'ini, silah gücünün de 1/10'unu kaybetmiş olan Batı Cephesi Komutanlığı, birliklerine 18 Temmuz 1921 tarihinde Sakarya Nehri’nin gerisine çekilme emrini vermiştir.
Başkomutan; Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı; Fevzi Paşa'dır ve Başkomutanlık karargâhı Ankara'dadır.
Batı Cephesi Komutanlığı, Yunan taarruzuna karşı, kuvvetlerini Sakarya Nehri doğusunda yedi grup (kolordu) halinde konuşlandırmıştır. Batı Cephesi Komutanı Tümgeneral İsmet (İnönü)'dir ve Karargâh Merkezi Ankara-Polatlı arasında yer alan Alagöz’dedir.
Yunan kuvvetleri 16 tümenden oluşan beş kolordu ve bir süvari tugayından kurulmuştur. Bu kolordulardan üçü Anadolu'da bulunmaktadır.
13 Ağustos'ta ileri harekâta geçen Yunan Ordusu sıklet merkezi Sakarya mevziinin güney kanadına yönelmiş olarak ve kuşatıcı bir tertiple taarruza geçmiştir. Yaklaşık olarak 100 km.lik bir cephede başlayan bu kanlı boğuşma, tarihin önemli meydan muharebelerindendir.
Düşmanın üstün kuvvet ve silahlarla yaptığı taarruzlarda Sakarya mevziinde yer yer çekilmeler olmuştur. Muharebeler o kadar kanlı oluyordu ki bazı alaylar mevcutlarının büyük kısmını ve subaylarını kaybediyordu.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Batı Cephesi birliklerine şu meşhur emrini yayınladı: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz...”
Gerçekten de geri çekilmek zorunda kalan bir birlik, ilk tutunabildiği yerde duruyor, yeniden boğuşuyor ve mevzii savunmak çabası içinde son nefesini veriyordu. Açılan her gediği kapatmak için 70 km.yi bulan cebri yürüyüşlerle, birlik kaydırmaları yapılıyor, her gelen birlik ertesi sabah çelikten bir kale hâlinde düşman karşısına çıkıyor, vuruşuyor, şehit oluyor, fakat vatan savunuluyordu.
Düşman, Türk kuvvetlerini 23-30 Ağustos günleri arasında bütün zorlamalarına rağmen kuşatıp imha edemeyince kuvvetlerinin büyük kısmıyla Türk cephesini merkezden Haymana istikametinde yarmak istemiştir. 6 Eylül'e kadar da bunun için uğraşmış fakat etten bir Türk duvarına çarpmıştır. Bundan sonra bulunduğu hatlarda savunarak kalmaya karar vermiş ancak, 10 Eylül'de başlatılan genel karşı taarruzla buna da mani olunmuştur.
Yunan kuvvetleri için yapılacak tek şey kalmıştır. Kaçmak, Onlar da öyle yapmıştır. 13 Eylül'e kadar Sakarya Nehri’nin doğusunda tek Yunan askeri kalmamıştır. 22 gün geceli gündüzlü süren Sakarya Meydan Muharebesi Türk'ün zaferi ile sonuçlanmıştır.
Askerî Sonuçlar:
Sakarya Zaferi’yle inisiyatif Türk Ordusu’na geçmiştir. Sakarya Muharebeleri, Türk Ordusu’nun moralini ne kadar yükseltmiş ise, Yunan Ordusunun moralini de o derece kırmıştır.
Önce Sakarya doğusu, sonra da Afyon-Eskişehir hattına kadar olan vatan parçası Yunanlılardan temizlenmiştir.
Sakarya Meydan Muharebesi sonucu, askeri harekât yön değiştirmiştir. Sakarya Muharebesi sonuna kadar stratejik savunma yapılırken, Sakarya’dan sonra stratejik taarruza dönüş olmuştur. Muharebe sonunda Yunan Ordusu stratejik saldırı yapma gücünü yitirmiştir.
Sakarya Zaferi, Büyük Taarruz (26 Ağustos 1922) ve Başkomutanlık Muharebesi (30 Ağustos 1922) için gerekli olan hazırlıkların yapılmasına zaman kazandırmıştır.
Sakarya Savaşı, derinlikte savunma sorumluluğunu alan Başkomutan Mustafa kemâl Paşa’nın başarılı sevk idâresinin sonucu zaferle sonuçlanmıştır.
Ege Bölgemizde, düşman gerisinde yıpratma, ikmal yollarını kesme gibi gerilla ve GNH faaliyetleri icrâ eden bölge halkı da unutulmamalıdır.
Sakarya Meydan Muharebesi sonunda:
Türk Ordusu’nun zâyiatı; 5713 şehit, 18.480 yaralı, 828 esir ve 14.268 kayıp olmak üzere toplam 39.289’dur. Bizim kayıp sayımızı vicdânlara arz ediyorum.
Yunan Ordusu’nun zâyiatı ise; 3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.007’dir.
Özetle ve tekrarlarsak;
Sakarya Meydan Muharebesi’nde çok fazla subay kaybı olduğu için bu Muharebeye “Subay Muharebesi” adı da verilmiştir. ATATÜRK'de bu muharebe için "Sakarya Melhame-i Kübrası" yani kan gölü, kan deryası demiştir.
Siyasî Sonuçlar:
Sakarya Zaferi’nden kısa bir süre sonra, 13 Ekim 1921 günü Sovyetler’in aracılığıyla Ankara Hükümeti ile Güney Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması imzalanmıştır. Böylece Türkiye’nin doğu sınırı kesinlikle güvenlik altına alınmıştır.
Fransa, Sakarya Zaferi’nden sonra bekle-gör tutumunu bırakarak İtilâf Devletleri’nden kopmuş ve TBMM Hükümeti ile 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu antlaşma ile Fransa tarafından TBMM Hükümeti ve Hatay-İskenderun dışında bugünkü güney sınırımız tanınmıştır. Güney Cephesi güvenlik altına alındığından oradaki Türk birlikleri de Batı Cephesi’ne kaydırılmıştır.
Batı Anadolu`daki Yunan egemenliğini hiç bir zaman kabullenemeyen İtalyanlar ise, Sakarya Zaferi’nden sonra Güney Ege ve Akdeniz bölgelerinde tutunamayacaklarını anlamışlar ve 1921 yılı sonuna kadar işgal ettikleri yerleri boşaltmışlardır.
Sakarya Zaferi İngiltere’yi de Ankara’yı tanımaya zorlamış ve 23 Ekim 1921 günü "Tutsakların Serbest Bırakılması Antlaşması" yapılmıştır.
İtilaf Devletleri’yle yapılan bu siyasi anlaşmalar Sevr Antlaşması'nın geçerliliğini yitirmesi sonucunu doğurmuştur.
1683'de Viyana önlerinde başlayan Türk bozgunu, Haçlı düşüncesini ve gücünü Sakarya'da kırmıştır. Türk Ordusu’nun Sakarya Meydan Muharebesi’ni kazanması, Yunan dış politikalarında da köklü değişikliklere neden olmuştur.
Sakarya’dan sonra, Yunanlıların “Ankara’nın alınması” ve “Büyük Bizans’ın kurulması” gibi düşleri Sakarya’nın bulanık sularına gömülecektir. Hatta Batı Anadolu’daki isteklerini bile unutmuş görünüp, bu kez yerli RumIarın kuracağı bağımsız bir “İyonya Devleti” görüşüne ağırlık verecekler, Avrupa’da da bu görüşe destek sağlamak isteyeceklerdir.
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ'NE KATILAN TÜRK VE YUNAN KUVVETLERİ ÇİZELGESİ
Sakarya Meydan Muharebesi Hakkında
Tarihin genişliğine ve derinliğine boyutları içinde ölçüldüğü zaman Sakarya Meydan Muharebesi'nin değeri çok daha büyük bir açıklıkla ortaya çıkar. “Viyana'da başlayan çekilme Sakarya'da durdurulmuştur.”
Duraklayıp yıkılmaya doğru hızla giden Osmanlı İmparatorluğu'nun külleri içerisinden yepyeni, dipdiri bir Türk Devleti’nin, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğmasını sağlayan, İtilaf güçlerinde bir daha saldırma cüret ve cesareti bırakmayan Sakarya Meydan Muharebesi, türlü yönleriyle ve çok önemli sonuçlarıyla tarihte yeni bir çığırın da müjdecisidir.
Mustafa Kemal Paşa, 19 Eylül 1921’de, kesin sonucun belli olduğu günlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden Sakarya Muharebesi'nin cereyan tarzını bütün ayrıntılarıyla anlattıktan sonra, bu savaşın niteliği ve Türk Ordusu’nun komutan, subay ve erleri hakkındaki görüşlerini şöyle anlatıyordu:
“...Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusu’nun Sakarya’da kazanmış olduğu meydan Muharebesi, pek büyük bir Meydan Muharebesidir. Savaş tarihinde, benzeri belki olmayan bir meydan savaşıdır. Bundan dolayı ordumuzun savaş tarihine bir örnek bahşeden bu zaferi kazanmış olması itibarıyla, yüce heyetinizi tebrik ederim.”
Bu parlak zaferin yapıcısı olan kimseleri, yüksek huzurunuzda ve bu kürsüden büyük hürmet ve takdirlerle anmayı bir vicdan borcu sayarım. Genelkurmay Başkanımız Fevzi Paşa Hazretlerinin bu meydan savaşında yaptığı hizmet, pek büyük bir övgüye layıktır. Pek değerli, erdemli ve kıymetli olan bu büyük adam, savaş meydanlarının hemen her noktasında, gece ve gündüz hazır bulunmuş ve pek isabetli ve değerli tedbirlerini yerinde, gerekenlere bildirmiş ve daima gönül ferahlatan, moral yükseltici öğütler vermiştir. Kendisinin olağanüstü hizmetleri takdirlere ve alkışlara layıktır.
Diğer grup ve kolordu ve tümen ve alay komutanların her biri, diğeriyle yarışırcasına, fedakârlık ve beceriklilik göstermişlerdir.
Subaylarımızın kahramanlıkları hakkında söyleyecek söz bulamam; yalnız ifadede isabet edebilmek için diyebilirim ki bu savaş, subay savaşı olmuştur. Bu nedenle subay arkadaşlarımın, en ufak rütbelisinden en büyük rütbelisine kadar değer ve fedakârlıklarını bütün kalp ve vicdanımla ve takdirlerle anarım.
Erlerimizi, her türlü övgüye layık görürüm. Zaten bu milletin evladı, başka türlü düşünülemez. Bu milletin evlatlarının fedakârlıkları, kahramanlıkları için birim bulunamaz. Erlerimiz hakkında yeni bir şey ilave etmek isterim: Kahraman Türk askeri, Anadolu savaşlarının anlamını öğrenmiş, yeni bir ülkü ile savaşmıştır. Böyle evlatlara ve böyle evlatlardan oluşmuş ordulara sahip bir millet, elbette hakkını ve istiklalini bütün anlamıyla korumayı başaracaktır. Böyle bir milleti bağımsızlıktan yoksun bırakmaya kalkışmak hayal ile uğraşmaktır…"
Başkomutan Mustafa Kemal (ATATÜRK),Sakarya Meydan Muharebesini Nutuk'ta Şöyle Anlatır: “... 12 Ağustos 1921 günü, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleriyle birlikte Polatlı'ya cephe karargâhına gittim.
Düşman ordusunun cephemize yüklenerek sol kanadımızdan kuşatacağı yargısına varmıştık. Bu görüşe dayanarak tam bir cesaretle gerekli tedbirleri aldırdım ve yapılacak hazırlıkları yaptırdım. Olaylar görüşümüzü doğruladı. Düşman ordusu, 23 Ağustos 1921’de ciddi olarak cephemize doğru ilerlemeye başladı ve taarruza geçti. Birçok kanlı, bunalımlı safhalar ve dalgalar oldu. Düşman ordusunun üstün grupları, savunma hattımızın birçok parçalarını kırdılar. Bu ilerleyen düşman birliklerinin karşısına kuvvetlerimizi yetiştirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik cephe üzerinde oluyordu. Sol kanadımız, Ankara’nın elli kilometre güneyine kadar çekilmişti. Ordumuzun yönü batıya iken güneye döndü. Arkası Ankara’ya iken kuzeye çevrildi. Cephenin yönü değiştirilmiş oldu. Bunda hiçbir sakınca görmedik. Savunma hatlarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her kısmın yerine en yakın bir yerde hemen yeni bir savunma hattı kuruluyordu. Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğü ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektiği teorisini çürütmek için memleket savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum. Dedim ki: “Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tâbi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur.”
Sakarya ve İstiklâl Harbi’nden sonra, 1974 Kıbrıs Barış Hârekâtı’na kadar Türk Ordusu’nun Kore Muharebeleri dışında kendisi varlık gösterdiği bir Millî saha yoktur. Emperyalistler, Kıbrıs Barış Hârekâtı’nı da beklemiyorlardı.
O zamanda Tıpkı şimdi Ermenistan’ın yaptığı gibi Rumlar sürekli adaya taşınıyor, demografik yapı bozulmuş, yerli Türkler binbir işkence ve katliamla göçe zorlanıyorlardı. 20 yıla yakın bu devâm etti.
Türkiye’den bir hârekât beklenmiyordu.
Ama Türk Milleti, Kıbrıs’a havadan ve denizden çıkıverdi.
Kıbrıs sonrası, ülkemizi ablukaya aldılar, ambargolar uyguladılar. Bu sıkıştırma ilk yerli ve milli çalışmaların da başlamasına vesile oldu. NATO ve Batı bize güvenmiyor ve bizi sâdece, Doğu sınırlarını tutacak lejyon birliği olarak görüyordu.
12 Eylül Öncesi, iç kavgalar, 12 Eylül 1980 Sonrası bölücü terör ile ülkemizi âdeta yıkılma, parçalanma sürecine getirdiler. Sonra 28 Şubatlı baskı yılları…
15 Temmuz Süreci’ni yaşatan büyük ihânet FETÖ…
Milletimiz bunları yendi ve terörü sınırları dışına çıkarttı.
İngilizler El-Bab ve Afrin Hârekâtı’nı yapan ordumuz için; “Türkler 100 yılda savaşmayı unutmuşlardır diyorduk, ama tam tersi Türkler savaşmayı özlemiş.” dediler. Ruslar ilk Mehmetçik şehid olduğunda “Eyvah, Türkler, kanının düştüğü yerde kalır.” dediler. Evet, Türk Milleti, genetik kodlarına dönmeye başladığının mesajını veriyordu.
Karabağ…
İlk savaş (1988–1994) tam bir hezîmet olmuştu.
Tıpkı 1. Dünya Savaşı’ndaki gibi Ruslar, Fransızlar ve Batı, Ermenilerin yanında Azerbaycan Türkü’nü vuruyordu. Maâlesef devrin Türkiye idârecilerinde Kafkas İslâm Orduları’nı yoklukta dahî kurabilen irâde ve İmân, vatanseverlik ve ferâset yoktu. Orada onbinlerce insanımız şehid edildi, milyonlarca insanımız topraklarından kovuldu.
Bu gün Türk Silahlı Kuvvetleri, 15 Temmuz tahribâtına rağmen, çevre coğrafyada eğitim, planlama, yardım vd. konularda etkindir. Aynı şekilde, Millî, yerli harp silah araçlarımız ise, dünya çapında tüm dikkatleri TSK’nin ve başarısı ile Azerbaycan Türk Ordusu’nun kısaca Türk Milleti’nin üzerine çekti.
Geline bu noktada tüm başarılarımızın ve gayretlerimizin arkasında asıl karar verici Siyasi İrâde var.
Görülen o ki, şu zamana kadar, “Siz adam olmazsınız!” diyen düşmanlarımızın etkisi ile “Biz adam olmayız, biz Batı karşısında ancak onların müsâade ettiği kadar durabiliriz.” diyen Batıcı, işbirlikçi kadrolara rağmen, Azîz Türk Milleti, coğrafyasında etkinleşmektedir.
Sakarya, Büyük Dönemeç..
Büyük Taarruz ve Anadolu’nun işgalden kurtarılması.
Boğazlara Ordumuzun Montrö ile çıkartılması
Hatay’ın anayurda katılması.
Kıbrıs Barış Hârekâtı…
Karabağ Savaşı…
Âdetâ ardı ardına çıktığımız basamaklar gibi…
Birinci Dünya Savaşı’nın cephelerindeyiz yeniden.
Ama bu kez, geri döndük. Hem de iki devlet olarak. Bu devletlerin sayısı artacak. Hiç tereddütsüz, Pakistan’ı sayın, Ukrayna’yı sayın, Katar, Türk Cumhuriyetleri, Macaristan, Somali, Libya…
Daha iyi, daha güçlü günler göreceğiz. İnşâAllah…
Büyük ve Münevver Milletim…
“Bayrak inmez, ezân dinmez!” dedin. Bak, Karabağ’dan Libya’ya, Kazakistan’dan, Fas’a kardeşlerin aynı narayı atıyor.
“Turan” dedin. Pakistan’dan Macaristan’a kardeşlerin “Haydi!” diyor.
“Muhammed SAV’in Ordusu” dedin. Hilâl taşıyan tüm ordular, sana da orduna da kucak açtı.
Ferâsetli Milletim…
Şimdi sözde okumuş, münevver geçinen, çok bildikleri ile fitneye sebep olan oğullarına sahip çıkma zamanı.
Kafası karışık her evlâdın istikbâline çelmedir.
Fedâkâr Milletim…
Emperyalizm, insanlığa binbir tuzak kuruyor. En son salgın hastalık bunun en acımasızlarından biridir. Dünya ekonomileri ciddi sıkıntı yaşıyor. Sabırla çok çalışıp aşmaktan başka çaremiz yoktur.
Kahraman Milletim.
Taaa 1947’de N. Fazıl ne demişti?
“Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes
Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es…”
İşte ruh, cesâret ve sorumluluk alabilme budur.
Şimdi birlik zamanı…
Şimdi, omuz omuza, Ordularımızın yanında durma, Mehmedlerimizle olma zamanı..
Şimdi, Devletimize destek olma, hükümet ve istikrârımıza zarar gelebilecek her türlü fitnenin karşısında durma zamanı.
Şimdi, bize duâ eden, Cumhurbaşkanımızı Ümmet-i Muhammed’in de lideri gören Mazlum insanımızın duâlarına lâyık olma zamanı…
Şimdi, içimizde çıkartmaya çalıştıkları, her türlü bölücülüğe, fitneye hep birlikte karşı durma zamanı. Hepimiz, aynı tarihin, inancın, töre ve terbiyenin, toprakların, ortak mâzinin ve istikbâl hedeflerinin sahibi değil miyiz?
.
Emekli Yarbay Halil MERT, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı-
*
(1) https://sorularlaislamiyet.com/hadislerde-gecen-melhame-i-kubra-hakkinda-bilgi-verir-misiniz-0
(2) ATATÜRKÇÜLÜK Birinci Kitap, ATATÜRK’ün Görüş ve Direktifleri Gnkur. Yayını Ankara- 1983, S.358.
(3) HOWARD, M., Harp Akademileri Komutanlığı, Harp Tarihi Kavramları ve İnceleme Esasları, 2004
(4) Kayabaşı, Selman, Teşkilat, İstanbul, 2008
(5) Vakkasoğlu,Vehbi, Son Bozgun 1’nci cilt, İstanbul, 1990
(6) Kuntay, Mithat Cemal.
(7) Harp Akademileri Komutanlığı, Harp Tarihi Kavramları ve İnceleme Esasları, 2004
(8) https://bolge9.tarimorman.gov.tr/Menu/95/Sakarya-Meydan-Muharebesi-Ve-Onemi