Küresel jeopolitik çerçeve… Türkiye’nin dünya sahnesine çıkışı

Suat Gün
Suat Gün
Küresel jeopolitik çerçeve… Türkiye’nin dünya sahnesine çıkışı
28-03-2025

KÜRESEL JEOPOLİTİK ÇERÇEVE TÜRKİYE’NİN DÜNYA SAHNESİNE ÇIKIŞI

İman varsa imkân vardır.

Mefkûremiz göklerde dalgalanan bir sancak; Allah'ın huzurunda eğiliriz biz ancak.

GİRİŞ

İki kutuplu dünya düzeninin kalıplaşmış ancak son kullanım tarihi geçmiş mantığı, felsefesi ve değerleriyle zihni ve ruhi özünü kaybetmiş Batı'ya özenti ve tapınma altındaki müstemleke tipi gazeteci-yazar, milli değerlerine yabancılaşmış Kemalist zümre tapınıcısı akademik kitle ile bir şey yapılamaz, bir yere varılamaz. Bunların yaptıkları analizlerhalamın bıyıkları olsa amcam olurdu” tarzında yavan, derinliksiz ve kimliksiz boş analizlerdir.

Sömürge kafalı bu aydınların öngörüleri, teklifleri ve çözüm yolları yol değildir, hiçbir şekilde kurtarıcı değildir. Bu mantık sebebiyle Türkiye, 100 seneden beri fetret devri yaşamaktadır, yerinde saymaktadır.

1402 Timur faciasından sonra Türkiye, 50 sene sürmeyen bir fetret yaşamış, devlet hızla toparlanarak 1453’de İstanbul’u feth ederek tarih sahnesine yeniden çıkmıştır. Hâlbuki 1908’de yapılan Yahudi destekli/yönetimli askeri darbeden sonra Türkiye, 117 seneden beri toparlanamamış çok uzun zaman geçmesine rağmen kendine gelememiştir. Bu darbe, adeta imparatorluğu dağıtmak için hareket etmiş, milletimizi tarih sahnesinden çekmiş, 100 senden beri bölünme korkusu ile yaşayan; yarı narkozlu, cılız düşünce melekeli ülke haline getirmiştir.

Milli İslami şuur, cihat ruhu terk edilmiş, manevi eğitim ortadan kalkmış, İslam dünyasının kılıcı olma şuuru kaybolmuştur. Herhangi bir insan olarak bile insanın kalbinin dayanamayacağı acıları yaşayan, gaddarca katledilen Gazze, Filistin, Lübnan, Suriye ve D. Türkistan’da işlenen zulüm ve cinayetleri çizgi film gibi izlemiş, “bana ne Filistin’den, bana ne Suriye’den” diyebilen insanlar türemiştir. Bu durum, Türkiye’nin ahlaken ve manen iflası manasına gelmektedir. Artık bu gidişe son vermenin zamanı gelmiştir.

Anayasanın felsefesinden başlayarak işe başlanmalı, hiçbir endişeye kapılmadan cesaretle her şey değiştirilmeli, bin yıldan beri milletimizin ruhunu oluşturan tarihi-milli ve İslami değerlere geri dönülmelidir.

100 seneden beri milletimiz, bilinçli bir şekilde yumuşak lokma haline getirilmeye çalışılmış eceli gelmeden ruhumuzu öldürecek zehir verilmiştir. Bu milleti hızla toparlayacak hatta insanlığı düştüğü bu felaketten kurtaracak yol milletimizin tarih boyunca izlediği yoldur.

DÜNYA TURU...

Gazze’ye 18 Mart 2025 Salı gecesi İsrail’in yaptığı saldırıdan sonra İbrahim Karagül Bey şöyle bir paylaşımda bulunmuş:

“Müslüman ülkeler, toplumlar, gruplar. Birleşmiş Milletleri şikâyet mercii görmeyi artık bıraksın.  Öyle bir yapı yok.  Öyle bir güç yok. BM’ye şikâyet etmekle bir şey yapmış olmuyorsunuz. Bu bir yanılsama, bu bir göz boyama, bu hiçbir şey yapmamanın örtülü hali. Daha güçlü cümlelere, daha güçlü eylemlere, daha güçlü silâhlara yönelin.  Kendinizi kandırmayı bırakın.”

Bu ifadenin manası nedir?

1945’de Yalta’da kurulmuş düzen ve Batının kurduğu kurumlar çökmüştür. Çürümüştür. Bizzat kendileri çürütmüştür. Kendileri bile inanmadıkları bir düzen kurmuşlardır. Polonya Başbakanı Donald Tusk, (Şubat 2018) şöyle söylüyor; “Türkiye hiçbir Avrupa ülkesini tehdit edemez! Ankara komşularının toprak bütünlüğüne saygı duymalı."

(Ekim 2019) "Göçmenlerin silahlandırılması kabul edilemez. Türkler mültecileri şantaj unsuru olarak kullanmasın."

(Mart 2025) "Avrupa'da istikrar sağlanması için Türkiye'nin daha fazla rol oynaması şart.

Böyle bir çelişki, böyle bir savrulma normal kabul edilebilir mi? Bunların ipi ile kuyuya inilebilir mi?

Batının kurduğu demokratik düzen hakkında demokrasinin beşiği sayılan İngiltere’nin başbakanı aynen şöyle söylüyor: “Winston Churchill: "Demokrasi, diğerleri hariç bütün yönetim biçimlerinin en kötüsüdür." Demek ki demokrasi idealler rejimi değilmiş. Demek ki demokrasi şişirilmiş bir balonmuş. Başka bir düşünür şöyle diyor: "İnsan hayattaki var olma amacını bulamadığı takdirde, kendini hazlarla cezalandırır.”

Batı toplumu, mutluluk için yeni hazlar ararken sapıtmıştır. Bu sistemi idealize etmenin mantığı olabilir mi?

Bu yapının insanlığa huzur getirmeyeceği, insanlığın entrika üzerinden idare edilemeyeceği anlaşılmıştır.

İZZEDDİN EL KASSAM şöyle diyor: “Müslümanlar! Cihad ettikleri dönemlerde aziz, cihadı terk ettiklerinde ise zelil olmuşlardır.’' Dikkat edilirse daha cihada başlamadık cihat için silah yapmaya başladık derhal yükselişe geçtik.”

“Kimse senin dalgalarla nasıl boğuştuğuna bakmaz. Gemiyi limana getirip getirmediğine bakar...”

Türkiye, dalgaları yıkacak yeni bir anlayışla cihad meydanında yerini almalıdır. Son 200 senenin zilletini üzerinden atmalıdır.

Bu eksende son 350 yılda olan biteni hızlı bir şekilde değerlendirerek işe başlamak gereklidir:

YALTA DÜZENİ ÇÖKERKEN...

Son üç asırdan beri küresel sermayeyi Yahudiler idare etmektedir, bütün insanlığı tek finans sisteminin hâkimiyeti altına aldılar. İngiliz ve Amerikan merkez bankalarını ele geçirdiler. ABD’yi kurdular. Birçok ülkenin merkez bankasını hâkimiyetleri altına aldılar, Avrupa'nın kraliyet ailelerinin zenginliklerini ve Papalık sermayesini işletmeye başladılar. Bankacılık sistemini ve bunlar arasındaki irtibatı sağlayan ŞİFTH (SWIFT) sistemini icat ettiler. Kendilerini desteklemek üzere diğer milletleri de içine aldıkları menfaat ve ideolojik temelli mason localarını kurdular. Bu yapılar üzerinden görünmeyen (Gizli Dünya Devleti) bir devlet inşa ettiler. Bütün devletleri ve devlet adamlarını yöneten bir oluşturdular. Bütün yapıların kontrolleri altına girdiği faraziyesi ile (Fransız İhtilalini yapmanın verdiği kibirle) harekete geçen Yahudiler, her şeyi, yeryüzünde her yeri yönetmeye talip olarak 1800 başlarında yenidünya düzenini ilan ettiler.

Fransız İhtilalini yaparak Tanrıya savaş açtılar, dinlere ve onların vaz ettiği ahlaki değerlere saldırdılar, komünizmi icat ettiler. Fransız ihtilal bildirgesi ile insanlığın ulus devletlere bölünmesini ve bu ulus devletlere bağlı bir hukukun oluşturulmasını teşvik ettiler, hatta bu zihniyeti uluslararası sisteme yerleştirdiler.

Paranın hâkimiyetinin yanında ideolojinin hâkimiyetini de sağlayacak şekilde gazete/ medya gibi yapıları kurdular. Yalanı kitlevi olarak kullanmaya başladılar. Ancak tam hâkimiyet olarak öngördükleri dünya düzenini gerçekleştiremediler. l. Dünya Savaşı öncesinde yeni bir dünya düzeni daha ilan ettiler, hatta bu dünya düzenine daha sonraki dönemde “Wilson Prensipleri” adını verdiler. İnsanlığın yeniden yapılanması ekseninde bütün dünyaya dayattılar. Dünyaya tam hâkimiyeti sağlamak için l. ve ll. Dünya Savaşı’nı çıkarttılar.

l. Dünya Savaşından sonra istediklerini tam manasıyla elde edemeyince ll. Dünya Savaşı’nı çıkartılar, savaş sonrasında Yalta düzeni adını verdiğimiz bir yapı kurdular. O zamanki Rusya olan SSCB ile oturup anlaştılar. Dünyayı iki kutba böldüler. Batı blokunun hâkim olduğu Amerika, İngiltere ve Avrupa, Sovyetler Birliği’nin hâkim olduğu Asya’da Komünist Çin’i kurdular. Bu iki blok arasında muvazaalı bir savaş başlattılar. Birleşmiş Milletler’ in (BM) bu günkü yapısının temelini attılar. Bu yapıda öngördükleri düzenin dışında kalan ülkelere 3. Dünya adını verdiler.

3. Dünya; ilkelliğin, geri kalmışlığın, fakirliğin bir alameti olan tasnif dışı ülkeler olarak tanıtıldı. Uluslararası sistemde yok sayıldılar, bunların halkları insan yerine konmadı. Hiçbir zeminde dikkate alınmadı.

Küresel Siyonizm yönetimindeki Batılı devletler ll. Dünya Savaşı sonunda BM’yi kurdular. Birleşmiş Milletlerin (BM) teşkilat yapısında, bir Genel Kurul bir de Güvenlik Konseyi adı verilen ikili bir idare oluşturdular. Karar alıcı ve hüküm kurucu mekanizma Genel Kurul’a değil Güvenlik Konseyi’ne verildi. Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi ülkesinin istemediği hiçbir hüküm ne kadar haklı ve gerekli olursa olsun uygulanamadı.

Hukuki düzeni oturtmak için birçok kanun ve anlaşmalar çıkartıldı, bu hüküm ve anlaşmaların birçoğu bağlayıcı nitelikte genel yasa haline getirildi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi,5 daimi üye” adını verdiğimiz ülkeler tarafından yerine getirildi. Başlangıçta bu 5 daimi ülkenin içinde Formoza Adasını temsilen Milliyetçi Çin vardı. 1970'te alınan bir karar ile Milliyetçi Çin'den (Tayvan) bu yetki alınarak Komünist Çin'e devredildi. Normal olarak bu karar ve bu değişim Birleşmiş Milletlerin kuruluş kanunlarına göre mümkün değildi. Ama küresel sermayenin akıl hocası Henry Kissinger bu işi tereyağından kıl çeker gibi yaptı. Hiç kimseye de sormadı.

Henry Kissinger’in ABD Dışişleri Bakanı olarak 1970’li yıllarda yaptığı Komünist Çin ziyaretlerinden sonra Başkan Nixon, Çin’e gitti, küresel sermayenin fonları Çin’e akıtıldı. Çin, BM’nin daimî üyesi oldu. Böylece teşkilatı kendi kafalarına ve Yahudi çıkarlarına uygun olarak yeniden şekillendirdiler.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yapısında yer almak için nüfus büyüklüğü mü, gayri safi milli hâsıla büyüklüğü mü, nükleer silâhlara sahip olmak mı, arazi büyüklüğü mü, fert başına milli gelir zenginliği mi, ne rol almıştır, bugün bile belli değildir.

Yahudilerin uluslararası ortamı tahrik ve terörize ederek çıkarttığı l. Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devleti yıkıldı, Rus imparatorluğu Yahudilerin tetiklediği devrimle komünist yönetime yani Yahudilerin eline geçti. İnsanlık tarihinde ilk defa kitlelere hâkim olma kitleleri kışkırtma ve meşru yönetimleri devirme işleri profesyonel bir mühendislik haline getirildi.

Osmanlı sonrası düzende tam da Yahudilerin istediği gibi milli İslami kimliği reddeden bir laik düzen kuruldu. Rusya'da ve Çin'de dini, Allah’ı, kitabı reddeden insanlık dışı, tarih dışı, kanlı rejimler inşa edildi.

Küresel sermayeyi elinde tutan Yahudi lobisi 1945 sonrası için yeni bir dünya düzeni daha ilan etti. Bu düzende insanlığın ahlakken iflas ettirilmesi, ulus devletlerinde bölünerek şehir devletlerine dönüştürülmesi gibi kendi hâkimiyet alanlarını genişletecek mekanizmaların yürürlüğe sokulması plânlandı.

Soğuk Savaş döneminde her iki tarafı da kontrol eden Yahudi lobisi; nükleer caydırıcılık üzerinden bütün insanlığı korkutarak küresel varlıklara el koyması, üretim araçlarını ele geçirmesi kendilerine çalışacak devlet adamlarının iş başına getirilmesi projeleri üzerine çalıştılar. Bir devlet adamının başarısı, kendi ulusunun çıkarları için çalışması ile değil küresel sermayenin emirlerini harfiyen yerine getirilmesi ile ölçüldü. Akıllıysan Amerika'da alınan kararlara (Küresel sermayenin gizlice aldığı faili meçhul, doğruluğu kendinden menkul dayatmalar/kararlar) itaat edeceksin, bu kararlar istikametinde hareket edeceksin, kendi ulusunun çıkarlarını düşünmeyeceksin, zaten kendi ulusunun çıkarları, küresel çıkarların içerisinde entegre olmuştur, akıllıysan böyle yaparsın; anlayışı, uluslararası sistemin temel direktifi, hareket noktası haline getirildi.

1980'lere geldiğinde İsrail'in genişletilmesi için bölge devletlerin zayıflatılması, bölünmesi fikri ortaya atıldı. Dünyanın en zayıf devletleri olarak nitelenen Irak, İran, Suriye, Mısır, Sudan, Arabistan Yarımadası devletleri ve Türkiye üzerinde denemeye hatta uygulamaya karar verdiler. Bunlara da “başarısız devletler” adını verdiler. Bunu gerçekleştirmek için bölgesel savaşlar tahrik edildi, iç savaşlar kışkırtıldı. Bunu yapmak üzere, bölgeyi ve devletleri istikrarsızlaştıracak birçok terör örgütü ve gayrinizami yapılar kuruldu, bu örgütler sürekli olarak finanse edildi. Önce Rusya, Afganistan’ı işgale teşvik ve tahrik edildi. Daha sonra Amerika, Afganistan’a saldırdı. Somali'de, Sudan’da iç savaşlar çıkartıldı. BAAS rejimleri ve BAAS darbeleri yapıldı.

Sözde Arap milliyetçiliği üzerinden İslami ruh, zayıflatılmaya çalışıldı. Yenidünya düzeni için ilk önce Ortadoğu'nun parçalanması, İsrail'i genişletilmesi hedef alındı. İsrail'in önündeki engellerin kaldırılması için Irak'a savaş açıldı, Irak, küresel düzene ve İsrail’e mukavemet eden bir güç olmaktan çıkartılarak devre dışı bırakıldı. İslam içi, iç savaş çıkartmak için İran'a ve Şiilere yol verildi. Ortadoğu’da ve hedef ülkelerde yayılmaları için Şiilere kontrollü alan açıldı. Şii unsurların güçleri belli bir noktayı aşması halinde bu gücü tırpanlamak için, zaman zaman kendileri müdahale ettiler ve budadılar.

Kurdukları ve işlettikleri örgütler üzerinden, bölgede yaşayan insanlara kan kusturdular. Düşman ilan ettikleri devlet adamlarını, fikir adamlarını, gazetecileri suikast politikaları ile öldürdüler. Faili meçhule kurban götürdüler, 1980’lerde Türkiye’yi düşük yoğunluklu iç harbe sürüklediler. Kurdukları düzene itiraz eden bu düzenin yapısını ortaya koyan herkes düşman ilan edildi ve bir şekilde ortadan kaldırıldı. Bütün bunları perde gerisinden ABD ve İngiltere’yi kullanan küresel sermaye yönetti.

KÜRESEL SERMAYENİN (YAHUDİ) YENİDEN YAPILANMASI...

1970’lerden itibaren Küresel Sermaye devletler üstü yapısı ile kârlılığını ve genişlemesini büyütmeye karar verdi. Büyük ölçüde sermayeyi Çin'e kaydırdı. Küresel sermaye yeni yapısıyla Amerika'da üstlenen, gövdesi İngiltere Londra’dan geçen bir hat üzerinden sarmal bir kuşak yaparak Pekin’e Hong Kong’a uzandı. Devletler üstü, devletlerarası boğa yılanı tipi bir devlet düzeni kurdular. Bu yapıda görünürde bir devlet yok bir teşkilat yok ancak bütün devletlerin borçlu olduğu, bütün devletlerin denetlendiği devletler üstü bir yapı var. Yakın zamanda Anadolu Ajansı’nın (AA) yayınladığı bir İnfografik tabloda görüleceği üzere Küresel Sermaye (Yahudilerin hâkim olduğu ve yönettiği sermaye) insanlığı toplam GSMH gücünün 3 mislini aşan boyutta borçlandırılmıştır. (2024 yılında dünyanın toplam GSMH’ı 110 trilyon $’dır. Bunların alacağı 318 trilyon dolardır.)

Yahudi sermayesi, insanlığı teslimiyete zorlamak ve yumuşak lokma haline getirmek için çabalarını hızlandırdı. Aşağıdaki tabloda görüleceği üzere insanlığı varlığının üç misli seviyede borçlandırarak eksik tüketim üzerinden istedikleri ekonomileri çökerttiler veya başarısızlığa sürükleyerek çökertiyorlar. Özelleştirme, verimlilik adı altında bütün dünyada devlet düzeninin temeli olan kamu mallarını yağma ettiler. İnsanlığı fakirliğe ve mülksüzleşmeye sürüklemek için birçok yasa ve kanun çıkarttırdılar. Bu kanunlar iklim değişikliğinden, ineklerin atmosferi kirlettiğine kadar bilimsel değeri ve aslı astarı olmayan birçok saçma sapan fikirlere kadar her şeyi kapsadı. Bilimi çarpıttılar, yeni hastalıklar icat ettiler, tedavi etmeyen ilaçlar, bütün insanlığa zarar veren virüsler, pandemiler geliştirdiler.

Bu yöntemlerle hem ekonomik hem de askeri alanda Avrupa, Amerika'nın esareti altına alındı. Avrupa’nın silâhlı kuvvetler kurması engellendi, ll. Dünya Savaşı sonrasında Yahudilerin yönettiği ABD, Avrupa'nın tam hâkimi oldu. Bu hâkimiyet perde arkasından küresel sermaye tarafından yönetildiği hissettirilmeyen yapılar kurdular. Birbirine ortak şirketler kuruldu bunlar arasındaki bağlantılarda sahibinin kim olduğu silikleştirilerek başarıldı. (Saklı seçilmişler teorisi) Hemen hemen Avrupa'daki bütün dev sanayi kuruluşları, bu sermayenin kontrolü altına girdi. Benzer şey uzak doğuda da oldu. Çin’e yerleşen küresel sermaye çok para kazanmak ve insanlığı Çin üzerinden sömürmek için; Çin’i Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) aldı, serbest ticaret yapmasına imkân sağladı, Çin’i borçlandırdı. Çin'in elindeki sermaye birikimini Amerikan Devlet tahvillerini satın almaya yönelterek, hatta mecbur tutarak çift taraflı mengeneye aldı. Aynı zamanda II. Dünya Savaşı sonunda Amerika askerinin girdiği Japonya, Kore, Filipinler gibi ülkelerde askeri üsler kurarak, bu ülkeleri neredeyse 100 seneden beri işgal altında tuttu. Bu ülkelerle Çin arasında muhtelif ihtilaflar çıkartarak işgal ettikleri devletlerin himayelerinden kaçmasını önlediler. Zaman zaman Pasifik bölgesinde Amerika’daki küresel sermayenin kontrolü altında muvazaalı kavgalar yarattılar. Her yıl Davos’ta toplantılar yaparak dünya liderlerine emirler ve direktifler yağdırdılar. İsrail'in genişlemesi için, 1980'lerde İDOD YUNON plânı denen bir plân hazırladılar. Bu plâna göre İsrail büyüyecek, bütün Ortadoğu’ya hâkim olacak, bu hâkimiyetten sonra küresel sermaye Kudüs’e taşınacak, Kutsal Kudüs merkezli olarak dünyayı idare edecekler ve bütün dünyayı kontrol altına almayı gerçekleştirecekler.

2000'li yıllara geldiğinde küresel sermaye yeni bir dünya düzeni daha ilan etti. Bu düzene göre Ortadoğu yeniden tanzim edilecek, İslam içi savaşlar çıkartılacak, bölge terör örgütleri üzerinden terbiye edilecek, İsrail’in önü açılacaktı; Irak'a savaş açtılar, Irak'ı denklem dışına çıkarttılar, devletin iskeletini kırdılar, Suriye'de iç savaşı kışkırtıp, Esad’ı devlet terörüne yönelttiler, Suriye'nin mukavemet gücünü yok ettiler. Şu anda da Suriye’yi her gün bombalayarak, parça parça işgal ederek bölgeye İsrail'in iradesinin hâkim olması için durmaksızın çaba gösteriyorlar. 2000'li yıllara geldiğinde yenidünya düzeninin hangi esaslar altında yürütüleceği noktasında Amerikan ulus devleti ile küreselciler arasında çatışma çıkmaya başladı.

Küreselciler düşman güçlerin yumuşatılması, kaynakların kısıtlanması, halkların sefilliğe sürüklenerek kontrol altına alınmasını, yani boğa yılanı usulü boğarak, sıkarak öldürmeyi amaçlayan bir politikayı uygulamak isterken, Amerikan ulus devleti, Amerika'nın çıkarlarını öncelemeye başladı. Arada çatışma başladı, halen gelinen noktada ABD ulus devlet politikacıları, İsrail lobisini nasıl yönetecekleri ve ne yapacaklarına dair net bir plânlarının olmadığını gösteriyor.

Küresel sermaye kaynaklarının büyük çoğunluğunu Çin'e aktararak yani yumurtaları tek sepete koymayarak kendileri açısından ne kadar güvenli ortam yarattıkları görülmektedir. (Günümüzde Küresel Sermaye ABD, Çin ve İngiltere merkezli olarak 3 yığınak noktasından idare edilmektedir.) Zaten bu plân Henry Kissinger’in plânıydı geçmiş dönemde başarıyla uygulanmıştı.

KÜRESELCİLERİN TANRIYA İTİRAZ ETMELERİ...

2000 yıllarından sonra küresel sermaye o kadar azdı ki; Tanrının gücüne de itiraz etmeye başladılar. "İnsanın cinsiyeti yoktur. İnsan cinsiyetini kendi seçer" gibi bir zırvayı savunmaya başladılar: LGBT, uyuşturucu, ailenin bozulması, insanlığın fuhuş ve ahlaksızlığa sürüklenmesi projeleri üzerinde çalıştılar, bu projeleri fonlamaya başladılar. Film endüstrisi, sosyal medya üzerinden yalana dayalı bir sistem kurarak milyonlarca insanın hayatı ile oynadılar. Cinsiyet değiştirme operasyonları ile on binlerce insanı intihara ve psikolojik bunalıma sürüklediler. Halen insanlığı tehdit eden en büyük ahlaksızlık bu yönde sürdürülmektedir. Bu gidişata Amerika içerisindeki ulus devlet formatındaki unsurlar itiraz etti. Trump'ın iktidara gelmesi ile birlikte Amerika, kendi kurduğu düzene de itiraz etmeye başladı.

İsrail'in 16 ay boyunca Gazze’ye yaptığı hunharca alçakça ve gaddarca saldırılar sonrasında kendi kurdukları Birleşmiş Milletler düzeni iflas etti. İsrailli katillerin yargılanması gündeme geldi. Bunun üzerine dediler ki; biz, bu düzeni başka milletlere karşı kurmuştuk, hâlbuki siz bizi yargılamaya kalkıyorsunuz! "Bu düzen bizi yargılayamaz" dediler, olanlara itiraz ettiler. Sıra Avrupa'nın cezalandırılmasına gelmişti. Bunun için Trump, yeni bir ABD yaratmak hevesiyle ortaya çıktı, "Kanada, Amerikan toprağıdır. Grönland bize aittir. Panamayı alacağız" gibi İngiltere’yi kızdıracak bir takım projeleri savunmaya başladı. İngiltere halen bu gidişatın manasını ve derinliğini çözmeye çalışmaktadır. Yeni dünya düzencilerinin maksadını, yeni hedeflerini, kaos plânlarının ne olduğunu ilerleyen zaman içinde göreceğiz.

NADİR TOPRAK ELEMENTLERİ VE TEKNOLOJİ TRANSFERİ MESELESİ...

Nadir toprak elementleri, çip üretimi, yapay zeka, enerji jeopolitiği, günümüzün çatışmalarını açıklayan en önemli sebeplerdir. Küresel sermaye, siyaset mühendisliği ve demokrasi üzerinden istedikleri kişileri fonlayarak istemediklerini gözden düşürerek, hedef ülkeleri istedikleri zaman ele geçirmekte ustalaşmıştır. Ukrayna'da Zelenski, Arjantin'de Javier Milei isimli Yahudi soylu iki soytarıyı iktidara getirdiler. Avrupa’daki bütün ırkçı partilerin başında Yahudiler yer almaktadır. Adeta insanlığın kaderi ile oynanmaktadırlar. Günümüzde Amerika'da ulus devletçileri insanlığı yanıltarak küresel düzeni sarsıntıya uğratacak kararlar almaya, NATO’dan çıkmayı hedef alan söylemlerde bulunarak küresel düzeni sarsacak hamleler yapıyorlar.

Trump, "Avrupa savunmasını kendi yapsın, masrafları karşılasın" diyerek, Ukrayna’yı Rusya'ya teslim edecek bir kepazeliğe karar verdi. Esasen Amerika'nın tarihe çıkışının başlangıcı olan 1800'lü yıllardan itibaren Rusya ile hiçbir zaman düşman olmamıştır. İki Dünya savaşında da müttefiktir. Daha sonra yani Soğuk Savaş döneminde de muvazaalı bir çatışma süreci yaşanmıştır.

Trump'ın getirdiği vergiler Çin'e karşı uygulayacağı ticaret kısıtlamaları, küresel sermayeyi rahatsız edecektir. Çünkü Çin’deki sermaye Yahudi’ye aittir. ABD’deki küreselcilerin parasıdır. Bu sorun açılabilir mi, aşılamaz mı, Amerikan elitlerinin nasıl bu işin altından kalkacaklarını zaman gösterecektir.

Gelelim Ortadoğu meselesine; son Gazze Savaşı'ndan bu tarafa, İsrail adeta kudurmuşçasına Lübnan'a Suriye'ye ve Yemen'e saldırmaktadır. Küresel sermaye, Amerika ve İngiltere’yi sahaya sürerek Babülmendep Boğazı’nın açılması için saldırmaya tahrik etmekte, İsrail'in bölgesel hâkimiyetini temin etmek için bu ülkeleri kullanmaktadır. Bu boğazın kapanması, Avrupa ticaretini sekteye uğratmaktadır. Bu yolla İsrail'in güvenliği ile Avrupa'nın çıkarları arasında paralellik kurmuş oluyorlar. Böylece bilinçli olarak İsrail yanlısı kararlar almaya zorlanıyorlar.

Bütün dünyada Müslümanların terörist olarak algılanması, bir İsrail Siyonist projesidir. İslam’ın aleyhindeki karalama kampanyaları Küresel Sermayenin marifetidir, Doğu Türkistan'da soydaşlarımıza yapılan kötü muamelenin ve asimilasyon politikasının temel tahrik edici unsuru küresel sermayedir.

İslam dünyasına karşı yapılan terör saldırıları, küresel Yahudi sermayesinin projesidir. YENİ ZELANDA KATLİAMI, AVUSTRALYA'DA MAHMUT ESAD COŞAN'IN ÖLDÜRÜLMESİ, İngiliz istihbaratı ile birlikte çalışan Yahudi-Mossad projeleridir.

İsrail'in Güney Suriye'deki bir takım toprakları işgal etmesi, Dürzileri ve Nusayrileri kışkırtarak Suriye'yi bölme çabaları, SDG ve PYD üzerinden Türkiye'ye yönelik kışkırtıcı politikaları artık kabul edilebilir olmaktan çıkmıştır. Bu önümüzdeki dönemde Türk-İsrail, Türk-Amerikan, Türk-Küresel sermaye çatışmasına sebep olacaktır. Türkiye'nin silâh sanayine ağırlık vererek, nükleer silâh dâhil bunların atma vasıtalarını acele yapması, güvenliğini teminat altına alması gerekmektedir, Türkiye'de maalesef İsrail ile birlikte çalışan iç düşman olarak adlandırabileceğimiz, Selanik göçmeni gizli bir Yahudi zümre mevcuttur. Bunlar Kemalizm ideolojisi koruması altında, laiklik zırhını kuşanarak İslam düşmanlığı yaparak Türkiye'nin gücünü kırmaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri, dünya düzenini değiştiren revizyonist bir politikayı benimserken Türkiye'nin de bir takım revizyonist çalışmalar içerisine girmesinin zamanı gelmiştir. ABD ve İngiltere’den resmen Ege Adalarının Türkiye sahillerine yakın olanın tamamının bırakılması, Batı Trakya’nın Türkiye'ye iade edilmesi, Güney Bulgaristan'ın Burgaz, Kırcaali bölgesinin Türkiye'ye verilmesini, bu şeridin Makedonya'ya kadar uzatılması düşünülmeli ve istenmelidir.

Yunanistan’ın Ege Denizi’nin tam ortasından geçen ve Türkiye tarafındaki adaları üzerindeki hakkı verilmelidir. Türkiye, Avrupa’nın güvenliğine katkıda bulunacaksa bu talep cesaretle istenmelidir. Kaldı ki ll. Dünya Savaşı öncesi Stalin, buraların Türkiye’ye verilmesini bizzat Winston Churchill’e teklif etmiş ve istemiştir. Bunun için sıkışık durumdaki Rusya ikna edilebilir, Türkiye’nin taleplerine yol verebilir. Kaldı ki bu günkü Bulgar yönetimi, Rusya’ya karşı hasmane bir tavır alarak Yahudi yanlısı bir mevki almıştır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin İsrail'e karşı hazırlaması için; Suriye'nin Türkiye kontörüne verilmesi ve Türk ordusunun Güney Suriye'ye kadar üsler kurarak yerleşmesi gerekmektedir. Türkiye’nin sert gücünün artırılması için birçok İslam devletinin ordu mensupları ve subaylarının Türkiye'de yetiştirilmesi zaruret haline gelmiştir. Bu nedenle Türkiye, kısa zamanda milli ideolojisini tarihi devamlılığı esas alan yöne çevirmesinin zamanı gelmiştir. Mevcut ideoloji, küçülme ve yerinde sayma ideolojisidir, fetret ideolojisidir.

DIŞ POLİTİKADA İMKÂNLAR-FIRSATLAR AÇISINDAN BİR UFUK TURU...

"Dış politika kararları, rasyonel temellere dayanır ve temel amacı ulusal çıkarı maksimize etmektir", denir, bu mantık, İngiliz devlet mantığıdır ve tamamen Yahudi zihniyetine dayanır. Bu mantıkla insanlık yönetilemez. Bu ticaret mantığıdır, infak etmedikten sonra hiçbir varlık hayır getirmez. Dış politikanın hedefi çıkar değil hayır işlemek olmalıdır.

Sonuç noktasında bir fikir vermek üzere Türkiye üzerine yapılan konuşma ve söylemlere de bir göz atmamız gerekmektedir.

Fransa'nın Siyonist dergisi Le Point, Yeni Dünya Düzenini kuracak 4 ülkenin Türkiye, ABD, Çin ve Rusya olduğunu kapak yaptı. ABD ve Çin Siyonist sermayenin kontrolü altında, Rusya ve Türkiye nispeten bağımsız durumdadır.

ABD ve müttefik Haçlı Avrupa işgalci ordusu birlikte Irak ve Afganistan işgallerinde yıllarca Uluslararası İslami Direniş Gruplarından çok kötü dayak yiyip, trilyonlarca dolar harcayarak on binlerce asker kaybettiler, çekildiler.

Sonuçta dünyanın büyük bir şaşkınlıkla izlediği pespaye, rezil, kepaze ve oldukça çirkin görüntüler eşliğinde Irak ve Afganistan'da mağlup olup çekildiler, çıktılar.

- ABD ve Avrupa, Rusya ile savaştaki Ukrayna'ya destek olmak için milyarlarca dolar ve avro harcayıp nerdeyse tüm silâh/mühimmat stoklarını eritmelerine rağmen tek başına bir Rusya'ya diz çöktüremediler.

Özellikle Fransa, Almanya ve İngiltere gibi baş Avrupa ülkeleri de dâhil Avrupa'da hiçbir ülkenin savaşacak ordusu olmadığı gerçeği gün gibi ortaya çıktı.

- Çin ise tam bir kapalı kutu! Özellikle ciddi bir ekonomik kriz ve kaosun pençesinde olduğu bilinen Çin'in uluslararası herhangi bir sorunda ne düşündüğünün, hangi tarafı desteklediğinin, ne tür bir çözüm teklifi olduğunun hiçbir önemi ve değeri yoktur. Çin, Küresel Yahudi sermayesinin esareti altındadır. D. Türkistan’daki bu zulmü Küresel Yahudi sermayesi desteklemektedir. Buradaki kardeşlerimize yapılan zulmün kökü gene Yahudi’ye çıkmaktadır. Aynı durum Hindistan için de geçerlidir.

Çin, Dünya Siyonizminin ABD'deki küresel sermaye şirketleri üzerinden aktardığı sermaye ve teknoloji ile suni olarak şişirilmiş patlaması an meselesi olan bir balondur.

Rusya'nın da Ukrayna savaşında ortaya çıktı ki; öyle abartılacak ve korkulacak, savaş kabiliyeti ve potansiyeli yüksek bir askeri gücü yok.

Rusya'nın, Türklerle akraba olan Kırım Tatarlarına zulmetmesi nedeniyle, Türkiye'nin Kırım'ı Ukrayna toprağı olarak tanıdığı bu noktada Rusya ile ters düştüğü görülmelidir.

Hiçbir ülkenin AB'yi muhatap alınması gereken bir güç/yapı olarak görmesi mümkün değildir. AB, her yönden çöküşe başlamıştır. Metruk bina gibidir her an yıkılabilir kofluktadır.

İngiliz gazetesi The Telegraph: “Türk askerleri çoğu Avrupa devletinin askerlerinden daha fazla savaş tecrübesiyle avantajlı konumda." “Türk ordusu, NATO görevlerinde yer alan diğer Avrupa ülkelerinin sahip olmadığı özerk hareket etme tecrübesine de sahip.” “Türkiye, askeri sayısal üstünlüğünün yanı sıra savunma sanayisi ile dünya lideri konumunda.” “Türkiye olmadan Avrupa güvenliğini tesis etmek düşünülemez.”

Şayet Türkiye, bu sorumlulukta yer alacaksa Balkanlardan bir pay almaya ve sınır değişikliği yapılmasına hakkı vardır.

Geçmişte Fransa’nın “dissuasion concertée” (ortak caydırıcılık) fikri, özellikle Almanya’da fazla yankı bulmamıştı. Ancak bu kez, NATO’nun hala varlığını sürdürmesine ve ABD'nin Avrupa'da 100.000 asker ile 100 taktik nükleer silâha sahip olmasına rağmen, Alman lider Friedrich Merz, bu fikre sıcak bakıyor gibi görünüyor. Bu silâhlar Türkiye, Almanya, İtalya, Hollanda ve Belçika’da konuşlandırılmış durumda. ABD, askerlerini veya taktik nükleer silâhlarını çekerse, Fransız (ve muhtemelen İngiliz) nükleer silâhlarının tüm Avrupa'ya entegre edilmesi daha geçerli ihtimal haline gelebilir.

Ukrayna savaşında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Rusya’nın Ukrayna’da taktik nükleer silâh kullanması durumunda Fransa’nın nükleer bir misillemede bulunmayacağını açıkça belirtmişti. Böylece Rusya’nın nükleer silâh kullanmaya tevessül etmesini önleyeceğini düşünmektedir.

Zelenskiy, Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşması'nı onaylamaya hazır olduklarını belirtti. Uluslararası sistemde sıkışıklık yeni çıkar alanları açarak stratejik kazanımlara imkân sağlayabilir.

Böyle bir anlaşmaya varılırsa, Avrupa’nın savunmasını 25’ten fazla küçük ölçekli askeri güce bölmeye devam etmenin pek de mantıklı bir açıklaması kalmayacaktır. Günümüzde Avrupa’daki NATO üyesi devletler zaten yıllık 480 milyar dolar savunma harcaması yapıyor ki bu, Rusya’nın savunma harcamasından (120 milyar dolar) çok daha fazladır. Bugün AB savunmasının karşı karşıya olduğu temel zorluk, bir “Avrupa bombası"nın eksikliği değil, kaynakların ortak kullanımı, paylaşımı ve uzmanlaşma konularında koordinasyon eksikliğidir. Orduların dağınık kumanda altında olması ve eğitim seviyelerinin savaşacak durumda bulunmamasıdır. Kitle imha silâhlarına yatırım yapmak yerine, AB savunmasını daha verimli hale getirmek ve Rusya’yı daha geniş bir ortak güvenlik organizasyonuna entegre etmek öncelik olmalı.

Emekli Yunan Korgeneral Nikos Tamouridis:

- Medeni Avrupa intihar ediyor! Eski kıtanın büyük güçleri bir kez daha devekuşu misali başlarını kuma gömüyor. Sözde güvenlikleri için günahkâr Türkiye'yi Avrupa çerçevesine alarak büyük bir hata yapıyorlar.

- Türkiye'nin Mavi Vatan vizyonu, Ege ve Doğu Akdeniz’in yarısını, Trakya ve Kıbrıs’ın tamamını işgal etmeyi öngörüyor.

- İşte bu yüzden Türk ilerleyişi derhal durdurulmalıdır!

İşte bu sebeple Türkiye, Ege Denizindeki haklarını İngiltere’den istemeli ve almalıdır. Yunanistan da biliyor ki bu adalar kendilerine haksız yere verilmiştir.

İsrail | Mossad | Yair Ravid-Ravitz:

- Türkler, birliklerini Suriye’nin güneyinde konuşlandıracak.

- İsrail; tetikte olmalı ve gerekli güçleri hazırlayıp vakti geldiğinde dünyanın en büyük ordularından biri olan Türk ordusunun karşına çıkmaya hazır olmalı.

İsrail'in korkak, kaçak, çapulcu, vandal ve pısırık askerlerinin haline bakınız... Bu İsrail mi, Hamas ile tekrar savaşacak?

Filistin halkına ikinci Nekbe projelerinin hiçbiri kabul edilemez. Filistin'in tapusu Filistinlilerin elindedir.

Terör örgütü PKK’nın silâh bırakma kararı, beklendiği gibi en çok İsrail’i rahatsız etti. İsrail medyası, muhtemel ateşkesin Suriye’nin güç dinamiklerini değiştireceğini ve İsrail’in ülkedeki varlığına tehdit oluşturacağını yazdı. İsrail yönetimi ise Suriye’yi bölmek için çalışmalara başladı.

ABD’de yayın yapan Wall Street Journal (WSJ) gazetesi de İsrail’in güneyde Dürzi toplulukları Şam yönetimine karşı kışkırtmak için bir milyar dolarlık finansman ayırdığına dair bir haber yayınladı.

Haaretz Gazetesinde yayınlanan bir analizde, "Ateşkes Suriye'nin güç dinamiklerini değiştirebilir ve İsrail'in ülkedeki varlığına meydan okuyabilir" değerlendirmesine yer verildi. Suriye hava sahasının Baas rejimi döneminde Rusya ile koordineli olarak İsrail'e açık tutulduğu hatırlatılan analizde, "Türkiye'nin Moskova'nın yerine denetlemesi halinde Suriye hava sahası İsrail'e yakında kapatılabilir" ifadesi kullanıldı.

İşte tam bu noktada Türkiye, Moskova ile temasa geçerek Suriye hava sahasını devralmalıdır.

İsrail otonom bölgelere ilaveten Suriye’nin güneyinde, yani Sünni Arapların yaşadığı Dera ve Kuneytra ile Dürzilerin yaşadığı Süveyda vilayetlerinin silahsızlandırılmış bölgeler olmasını istiyor. Özetle; İsrail, zayıf bir Suriye istiyor. İsrail, Suriye’de istikrar istemiyor.

İsrail, Suriye’de zayıf bir Beşşar Esed rejiminden memnundu. Bu sebeple rejimin devrilmesi İsrail’i ciddi anlamda endişelendirmiş durumda. İsrail’in Suriye’ye yönelik düzenlediği 600’ün üzerinde hava saldırısında ülkenin neredeyse tüm stratejik silâh sistemleri imha edildi. İsrail, bu gelişmelerin akabinde Golan Tepelerinde ilerleyerek tampon bölgeyi kâmilen ele geçirdi ve bazı noktalarda tampon bölgeyi de aştı. İsrail'in en önemli ilerleyişiyse Suriye-Lübnan sınırındaki Hebron Dağı'na yerleşmesi oldu.

Bu ilerleyiş kabul edilemez.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yisrael Katz da Suriye’nin güney bölgelerinin silahsızlandırılmasını ve yeni yönetime bağlı askeri güçlerin bölgeye girişini engelleyecekleri tehditlerini savurmuştu.

İsrail Savunma Bakanı,Şara her sabah gözlerini açtığında, İsrail ordusunun kendisini Hermon dağından izlediğini görecek” demiş: Şam’dan İsrail’e bakan sadece Şara değil! O nasıl olacak?

Haham Eliyahu Kin:

- "3. Dünya Savaşı, kurtuluşun başlangıcı olacak. Bu savaşların sebebi, Tanrı'nın Yahudi olmayan herkesle bitmemiş bir hesabının olması.

- "Tanrı intikam alacak. Mesih geldiğinde tüm Yahudi olmayanlar ve Yahudilere acı çektirenler cezalandırılacak."

- "Romalılar birçok ülkeye yayıldıkları için yok olmadılar, bugün kimler? Avrupa ve ABD sadece ekonomileri batmayacak çok sayıda insan yok olacak. 2. Dünya Savaşı 3. Dünya Savaşı yanında çocuk oyuncağı kalacak. Tanrı döktükleri kanı unuttu mu sanıyorsunuz?!"

Bu ifadeler gösteriyor ki; İsrail, Türkiye’ye karşı büyük bir savaşa hazırlanıyor: İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'e yakınlığıyla tanınan ve Kudüs İşleri Bakanı Amihai Eliyahu'nun babası Ortodoks Haham Shmuel Eliyahu, Kahramanmaraş'ta meydana gelen depremin "ilahi temizlik" olduğunu ileri sürüp şöyle söylemişti: Eliyahu, "Bizi mümkün olan her alanda karalayan Türkiye ile hangi hesapların görülmesi gerektiğini bilmiyoruz.  Ancak, Tanrı bize vahyediyor ve tüm düşmanlarımızı yargılayacağını söylüyorsa, etrafımızda neler olup bittiğine bakmamız ve anlamamız yeterlidir. Olan her şey, dünyayı temizlemek ve daha iyi hale getirmek için oluyor."

Eliyahu, Gazze'deki herkesi öldürmenin Yahudilik inancına uygun olduğunu savunarak; "Yasalara göre tek bir ruh bile yaşamamalı çünkü bu Mitzvah (İsrail'i düşmanlarından kurtarmak ve işgal topraklarına yerleşmek) savaşıdır. Siz onları öldürmezseniz, onlar sizi öldürecek" dedi.

Gazze'deki bebeklerin durumunun sorulması üzerine Haham Mali, "Aynı şey, bugün bir bebek, yarın bir savaşçı. Bugünün teröristleri, daha önce yaşamalarına izin verdiğiniz çocuklardır. Teröristleri yaratanlar aslında kadınlardır." diyerek, İsrail askerlerini Gazze'de çocuk ve kadınları öldürmeye teşvik etti.

Bu ifadeleri, ormandaki canavarlar bile söylemez, üstelik bunlar sözde din adamı?

İsrail bölgemizdeki zulmün ve fesadın asıl kaynağıdır. Aslında bu söyledikleri sözlerin tamamı Allah ve hak düşmanı olarak bizzat kendilerini tarif ediyor, sözlerinin ne manaya geldiğinin farkında değil!

Yenilecekler ve silinecekler.

İsrail, Ortadoğu’da fesat çıkarmaya bütün gücü ile devam ediyor; şu an odaklandıkları asıl mesele Suriye’nin bölünmesi:

Lübnan’da ise; iki Şeyh el Akıl vardır. Ancak Lübnan’daki Dürzilerin asıl lideri Velid Canbolat’tır. Canbolat ise İsrail karşıtı çok sert ve net bir tutum aldı.

Dürzilerin Suriye’de ise üç Şeyh el Akılları bulunmaktadır. Bunlar Şeyh Haceri, Şeyh Hannavi ve Şeyh Cerabua’dır.

Şeyh Haceri, İsrail ve PKK/YPG terör örgütü ile bağlantı halinde, Süveyda için otonom bölge talebinde bulunurken; Şeyh Hannavi ise siyasetten uzak durmakla birlikte Suriye’nin bütünlüğünden yana ve İsrail’e mesafelidir. Şeyh Cerabua ise Şam ile çalışmaktan yanadır ve özellikle şehirli Dürziler üzerinde etkilidir. Suriye’deki durum karmaşık ve Türkiye’nin yakından müdahalesini gerektirecek sıkıntılarla doludur.

Türkiye’nin İsrail’i Güney Suriye’de karşılayacak hazırlıklar içinde olması, çıkartacakları savaşa şimdiden hazırlanması zaruri güvenlik sorunu haline gelmiştir.

Trump hiç kimseye sormadan Gazze’nin boşaltılması ve halkın sürgün edilmesi plânını ortaya attı. Filistinli liderlerle danışmadan ya da Arap veya Türk uzmanlardan görüş almadan hareket etmesi ciddi yanlışa sebep olacaktır.

Filistin halkı, yüzyılı aşkın süredir maruz kaldığı baskılara ek olarak kendi kaderini başkalarının belirlemesini kabul edecek değildir.

Trump'ın plânı, İsrail'in cezai sorumluluktan tamamen muaf tutulmasını sağlıyor. Dikkat çeken diğer bir nokta ise İsrail'in yeniden inşa sürecine katkıda bulunma veya tazminat ödeme yükümlülüğünün hiç gündeme getirilmemesi. İsrailli liderler, soykırım ve ilgili suçlardan sorumlu tutulmazken, suçun mağdurları, faillerin işlediği suçların bedelini ödemek zorunda bırakılıyor. Böylece Filistin halkına yüzyılı aşkın süredir dayatılan adaletsizlik daha da derinleşiyor.

Türkiye, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere tüm uluslararası platformlarda Filistinlilerin sesi olmaya çalıştı, 9 ülkenin daha Filistin'i tanımasına vesile oldu. Soykırım davasına müdahil olma kararı aldı. İsrail ile ticari ilişkileri tamamen durdurarak 9,5 milyar dolar ticaret hacminden vazgeçti. Bundan sonraki süreçte BM Güvenlik Konseyi’nde bir Müslüman ülkenin yer alması yönündeki çalışmalara hız vermek gereklidir.

SAVUNMA SANAYİİ...

Soğuk Savaş sonrasında hızla askeri küçülmeyle savunma harcamalarını kısmaya giden ve sosyal refah devleti anlayışını benimseyen Avrupa ülkeleri için 2008'de başlayıp 2022'de zirveye çıkan Rusya'nın agresif dış ve güvenlik politikası şok etkisi yaratmıştır.

Trump kararlarıyla Avrupa güvenliğinde Amerikan hâkimiyetinin azalışı ve Türkiye'nin vazgeçilemez bir savunma ortağı kabul edilmesine sebep olmaktadır. Bütün dünya, Soğuk Savaş döneminden bu yana ABD silâh endüstrisinin tahakkümü altındadır.

ABD'nin dünya silâh ihracatındaki payı 2020-2024 döneminde yüzde 43'e yükselmiş ve yüzde 21 oranında artış göstermiştir. ABD'den sonra gelen en büyük silâh ihracatçısı 8 ülkenin toplam payı ancak ABD'ye yetişebilmektedir. Söz konusu dönemde ABD'nin 107 farklı ülkeye silâh satması, Amerikan müttefik ağının yayıldığı coğrafya açısından önemlidir, ABD dış politikasına olan bağımlılığı perçinlemektedir. ABD'nin Avrupa güvenlik mimarisinde artan rolünü gösteren başka bir veri, 2020-2024 dönemi arasında önceki 4 yıllık döneme göre NATO mensubu Avrupa ülkelerinin silâh ithalatının yüzde 64'ünün ABD'den gerçekleşmiş olmasıdır.

Türk savunma sanayisinin ithalatçı yapıdan ihracatçı konuma gelmesini, bu süreci doğuran bir husus olarak ifade etmek gerekir. Bu manada 2020-2024 yılları arasında Türkiye'nin gerçekleştirdiği silâh ithalatı önceki 4 yıllık döneme göre yüzde 33 azalma gösterirken, söz konusu dönemlerde yapılan silâh ihracatı yüzde 103 oranında artış göstermiştir. Türkiye, dışa bağımlılığı hızla azaltarak, stratejik silâh üretimine geçmesi gereklidir.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Pakistan ve Katar'ın son 4 senede Türkiye'den en fazla silâh tedarik eden ülkeler olduğu görülmektedir.

TRUMP’IN ABD DIŞ POLİTİKASINA GETİRDİĞİ REVİZYONİST ESASLAR...

Trump yönetiminin dış politika kararlarının, onu destekleyen şirketler ve çıkar gruplarının menfaatleriyle güçlü paralellik taşıdığı görülüyor. Bu politikayı Yahudi sermayesinin hangi kanadı destekliyor; bu, istihbarat kurumlarının araştırma konusudur. Trump'ın Kanada, Grönland ve Ukrayna politikalarının gerçekleşme imkânları ve uluslararası sisteme yükleyeceği stres önümüzdeki dönemde ortaya çıkacaktır.

Günümüzde nadir toprak elementleri, hayati derecede önem kazanmıştır. Yeni teknolojiler, enerji üretim sistemindeki yenilikler, bu elementleri küresel rekabette olmazsa olmaz güç çarpanı haline getirmiştir. Çin, nadir toprak elementlerin piyasasına yüzde 90 oranında sahip olmuştur. Bu dönüşümü, bu kaçışı; ABD’de üslenmiş küresel Yahudi firmaları, fabrikalarını daha fazla kâr elde etmek hırsı ile Çin’e taşıyarak gerçekleştirmişlerdir. Trump'ın dış politikasında nadir toprak elementlerinin rolü bu nedenle önemlidir.

Kanada, Grönland ve Ukrayna'nın ortak noktası, nadir toprak elementleri bakımından zengin olmalarıdır. Nadir toprak elementleri, savunma sanayisinden yüksek teknolojiye, yenilenebilir enerji sistemlerinden elektronik cihaz üretimine kadar geniş yelpazede kritik öneme sahip olup, küresel rekabette stratejik kaynak olarak öne çıkmaktadır. Nadir toprak elementleri olmaksızın Musk'ın şirketlerinin küresel ölçekte Çinli rakipleri karşısında tutunabilmesi neredeyse imkânsız hale geliyor.

DeepSeek uygulamasının düşük maliyetli çip ve yapay zekâ altyapısıyla piyasaya hızlı bir giriş yapması, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında süregelen teknoloji rekabetini yeniden alevlendirdi.

Ancak her bir transistörün mikroskobik boyutlarda yer aldığı bu karmaşık yapının üretilmesi, hataya yer vermeyen hassas süreçler ve milyarlarca dolarlık araştırma ve geliştirme (AR-GE) yatırımları gerektirir. Bu nedenle çip üretimi, yalnızca teknik açıdan değil aynı zamanda finansal ve lojistik açıdan da en zorlu endüstrilerden biri olarak kabul edilir.

Tayvan merkezli Taiwan Semiconductor (TSMC) küresel çip pazarında yüzde 54 payla lider konumdadır. Bu şirketi Nvidia ve Intel gibi Amerikan devleri, iki Güney Koreli ve bir Japon şirket takip ederken; Çin'de ise Huawei, Baidu ve Alibaba gibi şirketle de yapay zekâ çiplerine yoğun yatırım yapıyor.

Ayrıca Biden yönetimi, ülkeleri Tier 1, Tier 2 ve Tier 3 olarak kategorize ederek, farklı seviyelerde çip kısıtlamaları getiren belgeyi imzaladı. Bu belgeye göre ABD, Kanada, Avustralya, Japonya, Güney Kore'den oluşan Tier 1 ülkeleri en az kısıtlamaya tabi iken, Türkiye, Hindistan, Brezilya gibi Tier 2 ülkeleriyse ABD politikalarına uyum seviyesine göre ithalat engelleriyle karşılaşabilir. Bu kategorideki ülkelerin Çin ile ticari alışverişinin en aza indirmesi veya Yahudi sermayesinin yönettiği şirketlere yönelmesi hedefleniyor olabilir. Başta Çin ve Rusya olmak üzere Tier 3 ülkeleriyse gelişmiş çiplere erişimi büyük ölçüde kısıtlanan ülkeler.

Agresif strateji, yapay zekâ ve çip rekabetinin yalnızca teknik değil, aynı zamanda algı yönetimi ve propaganda savaşıyla da şekillendiğini gösteriyor. Sosyal medya, internet işletim sistemleri, yapay zekâ üretimi küresel askeri rekabeti yeni boyutlara taşımaktadır. Bütün bu alanlarda bağımsız politikalar geliştirmeye, ortaklıklar yaparak insanlığın öncüsü olma yolunda çalışmaya mecburuz.

SONUÇ...

Milletimiz asırlardan beri yöneticilik tecrübesiyle, ahlakıyla nam salmıştır. 350 seneden beri Yahudi’nin Avrupa ve Amerika’daki kurduğu ve yenidünya düzeni olarak ileriye sürdüğü sistem çürümüştür, çökmüştür. Bunun yerine bütün insanlığa huzur getirecek bir düzen kurmak, İ‘LÂ-yi KELİMETULLAH aşkı ile ayağa kalkmak, silkelenip kendimize gelmek, cihan hâkimiyeti için bir plân yapmak mecburiyet haline gelmiştir.

Bizim insanlığa bakışımız, Hz. Ali Efendimizin buyurduğu gibidir: Diğer insanları ya dinde kardeşimiz ya da yaratılışta eşitimiz olarak görüyoruz.

İnsanlık/Dünya; Napolyon’un dediği gibi ancak İstanbul'dan yönetilebilir. Milletimiz bunu yapmaya talip olmalı özüne dönmelidir.

Cihat, insanı şereflendirir, Allah ve kul nezdinde itibarını artırır. Unutmayalım ki; Allah, yeryüzünü has kullarına tahsis etmiştir.

.

Suat Gün, dikGAZETE.com

Suat Gün
Suat Gün

Malatya Battalgazi’de doğdu.

Atatürk İlk Okulu’nu ve Kubilay Orta Okulu’nu Malatya’da bitirdi.

1970’de Kuleli Askeri Lisesi’ne girdi, 1976’da Kara Harp Okulu’nu, 1977’de Topçu ve Füze Okulu’nu bitirdi ve orduya katıldı. İstifa ederek ordudan ayrıldı.

1987’de İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Aynı fakültenin Uluslararası İlişkiler Bölümünde “Uluslararası Politika” alanında yüksek lisans yaptı.

Ordudan ayrıldıktan sonra 2002 yılına kadar ticaretle uğraştı.

İlk yazılarına 1987 yılında Türk Yurdu ve Malatya’nın Sesi Dergisi’nde başladı.

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?