Merhum BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu; Rahip Santora, Danıştay, Hrant Dink ve Zirve Katliamı sanık ve tetikçileri ile Dink cinayetini azmettiren Yasin Hayal’in BBP ve Alperen Ocakları’yla ilgisinden rahatsızdı.
Erhan Tuncel’in kendisi ile aynı karede fotoğraflanmasının tesadüf olmadığını, kendisinin ve partisinin derin bir komplo ile karşı karşıya kaldığını düşünüyordu ve bu konudaki kanaatini “Haberimiz olmadan bizim tarlayı sürmüşler... Çok sonra öğrendik...” sözüyle dile getirmişti.
Arka bahçesi sürülen tek Alperen Ocakları değildi.
Devletin arka bahçesi de paralel başka odaklarca sürülmüştü. Bu durum ancak 15 Temmuz’da net görülebildi.
Osmanlı’nın son döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında ülkede patlak veren isyanların Nakşibendi tarikatı kollarınca gerçekleştirilmesi ve bunların İngiliz istihbaratı ile ilişkileri malûm.
“31 Mart Vakıası”nın başkahramanı Derviş Vahdeti ile Cumhuriyet sonrası isyanların bu tarikatla irtibatı acaba rastlantı mı?
Cemaatlerin ve İslamcıların arka bahçesini kim sürüyor?
Vehhabiliğin doğuşunda İngiliz etkisinin Osmanlı İmparatorluğu’nun bu bölgeden tasfiyesi ile nasıl sonuçlandığını bilmeyenler konuşmasın!
İngiliz istihbaratının faaliyetinin sadece Arabistan ile sınırlı olmadığı ortada.
Hindistan Müslümanları üzerinden Orta Asya ve Osmanlı İmparatorluğu’na nüfuz edebilmek için sözde dini cemaatler, özellikle sufizm ve tarikatlarla, İslam dünyasında faaliyet göstermediler mi?
Türkiyeli Müslümanlar’ın inanmakta zorlandıkları bir diğer İngiliz Projesi de Hindistan kaynaklı Müceddidilik’tir. Türkiye’de daha çok İmam Rabbani olarak tanınan Ahmed Sirhindi; manevi makamının “İlk üç halifeden bile üstün” olduğunu iddia ettiği için hapis yattı.
Bu şahıs (Sirhindî), 1028/1619 yılında Bâbür Hükümdarı Cihangir tarafından, mânevî makamının yüksekliği ve bilhassa sülûk esnasında ilk üç halifeyi aştığına dair iddialarından dolayı sorgulanmak üzere Agra’ya getirildi.
Verdiği cevaplarla ikna olmayan Cihangir, onun tutuklatarak Gevâliyâr (Gwalior) Kalesi’ndeki hapishaneye gönderilmesini emretti.
Rabbani, yaşadığı dönemde putperest Hinduların İslam’la tanışmaları için hiçbir çalışma ve gayrete girmezken, Şiiler hakkında verdiği fetvalarla ve yazdığı eserlerle Sünni Müslümanları, Şiilere karşı kışkırtmıştı.
Müslüman’ı Müslüman’a düşman etmek konusundaki genel tavrı Hindistan’ı işgal eden İngilizler’in (British East India Company) sömürgeleştirme politikalarına hizmet etmiştir.
Yine bu ekolden gelen ve Türkiye’deki Nakşibendi şubelerinin silsilesinde yer alan Nakşi Şeyhi Halid Bağdadi’nin de hakkında İngiliz casusu olduğuna dair kuvvetli rivayetler bulunuyor. İşin ilginci de bu iddiaları gündeme getirenlerin cezalandırılması.
Türkiye’de cemaatler ve "İngiliz İslamcılığı"nın tarihi kodları…
Türkiye’de İngilizler’in sömürgesi Hindistan kökenli tarikat hiyerarşisi anlaşılmadan özellikle İngilizler’in “espiyonaj/casusluk faaliyeti” anlaşılamaz.
Dolayısıyla yabancı istihbarat servislerinin espiyonaj faaliyetlerine karşı koyma çalışmaları/ Kontrespiyonaj’da -Karşı İstihbarat ve İstihbarata Karşı Koyma- başarılı olunamaz.
Günümüzde “Erenköy Cemaati” veya “Altınolukçular” olarak tanınan tarikatın silsilesinde yer alan Erbilli Esat Efendi’nin İngilizlerle teması, bu nedenle ibret verici.
Erbilli Esat Efendi’nin İngilizlerle irtibatını İngiliz Muhipleri Cemiyeti kurucusu ve İngiliz ajanı, 1880 İstanbul doğumlu Sait Molla sağlıyordu ve onunla İstanbul bürokrasisinden tanışıyordu.
Sait Molla; Anadolu Kazaskeri Mustafa Neşet Molla’nın oğlu, II. Abdülhamit devri şeyhülislâmı Cemalettin Efendi’nin yeğeni olduğundan saray çevresinde oldukça geniş bir tanıdık arkadaş grubu vardı.
Osmanlı devlet adamı, Şûra-i Devlet üyesi, Adalet Bakanlığı Müsteşarlığında bulunmuştu. Erbilli Esat Efendi, 1914’te Şeyhülislam emrinde tekkeleri yöneten, denetleyen Meclis-i Meşa-yıh [Şeyhler Meclisi] üyeliğine atandı ve kısa süre sonra reisliğe getirildiğinde Sait Molla, Mahkeme-i Evkaf Kadı Muavinliği’nden Anadolu Kazaskerliği Müşavirliği’ne tayin edilmişti.
Tanışıyorlar ve görüşüyorlardı.
Bazı kaynaklarda Erbilli Şeyh Esat’ın İngiliz Muhibleri Cemiyeti üyesi olduğu belirtilir. Ancak kurucu üyeliği konusunda net bir bilgi yoktur.
Cemiyette görev alan ve cemiyetle irtibatlı birçok dostu olduğu da gerçektir. Müritleri içerisinde bazılarının adı geçen cemiyetle aktif ilişki içinde olmaları onu da Cumhuriyet karşıtı hedefe dönüştürmüş olmalı.
Örneğin; Menemen eski Belediye Başkanı Şeyh Sükûti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesiydi. Nakşibendi tarikatı lideri Erbilli Şeyh Esat’ın müridiydi. Şeyh Sükûti de Türkiye’den kaçtı. Manisa Mutasarrıfı Hüsnüyadis ile 1925 yılında Yunanistan’da yolları kesişti.
Yunan işgal döneminin Menemen Belediye Başkanı Şeyh Sükuti ise Menemen’e 1901 yılında başçavuş olarak gelmiş. Kendisini “Sükuti”, “Şamlı Sükuti” ve “Süleyman Sırrı” olarak tanıtmıştı. Doğum yeri Erzurum olarak bilinmesine rağmen, Suriye’ Cebeil-i Düruz doğumluydu.
İngiliz Muhipleri Cemiyet üyesi ve İstanbul Erenköy Şevki Paşa Köşkü’nde ikamet eden Nakşibendi tarikatı lideri Erbilli Şeyh Esat’ın müridiydi.
Şeyh Esat, “Menemen olaylarının tertipçisi” olarak idama mahkûm edilir ama yaşı 65’ten büyük olduğundan Erbilli Esat’ın cezası 24 yıla indirilir. Şeyh Esat, üre hastasıydı, hastaneye kaldırılmıştı. Cezası onaylanmadan önce 3-4 Mart 1931 gecesi hastanede vefat etti. Yani asılmadı.
(Ve küçük bir not: Pek bilinmez ama Erbilli Esad Efendi aynı zamanda bugünlerde hastanede tedavi altındaki ünlü şovmen Mehmet Ali Erbil’in de baba tarafından dedesi olur.)
Nakşi Şeyhi Erbilli Esad, “İngilizler tekkelere karışmıyor” demişti!
Ölümünden önce Erbilli Nakşi Şeyhi Esat “Hilafet komitesiyle alakasına dair bir itiraf hazırladığını, bu münasebet ile İngiliz casus Lawrens ile münasebetleri bulunduğuna” ilişkin açıklamasını Askeri Mahkeme Başkanı General Mustafa Muğlalı ile paylaşmıştı.
Askeri Mahkeme Başkanı General Mustafa Muğlalı, Şeyh Esat’ın yurt dışı bağlantısı ile ilgili olarak şunları söylemişti: “Şeyh Esat, hilafet komitesiyle alakasına dair bir itirafname hazırlıyordu.
Bu münasebetle İngiliz casusu Lawrence ile münasebette bulunduğunu da doğrulamaktaydı. Fakat hastalığı bunu yazıp bitirmesine mani oldu.”
Menemen hadisesinde yargılandığı sırada Erbil’de bulunduğu dönemde İngilizlerle irtibatı sorulmuş, İngilizlerin tekkelere karışmadığını, yalnız kendi menfaatini (esas) aldıklarını söylemişti.
Bu konuda Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu’nun, merhumu aklamak için Sultan Abdulhamid’in, Erbil’e Irak’a İngilizler’in petrol oyunuyla mücadele etmek üzere gönderdiği gibi mesnetsiz yorumları söz konusu.
Nitekim, “1926’daki Doğu İsyanı’nda İngiliz parmağının olduğunu bilen mahkeme reisi Muğlalı Paşa, aynı irtibatı, Es’ad-ı Erbilî Hazretleriyle irtibatlayıp kurgulamaya/bulmaya çalışıyor.
Ve mahkeme reisi İngiliz işgali altında Kuzey Irak’ta 25 sene önce sürgün bulunuyordun; onlardan bir şekilde etkilendin, İngiliz ayarlı hale geldin ve oradan aldığın ayarla Menemen İsyanını çıkardın” tezini ileri sürmek istiyor.
Ancak Meclis zabıtlarına göre; “Es’ad Efendi’nin verdiği cevaplar, bu tezin tam tersini gösteriyor. Bu durumda Es’ad Efendi’nin (ks) İngilizlerle irtibat değil, çatışma halinde olduğu ortaya çıkıyor.
Çünkü Es’ad Efendi, o bölgeye sürgün kılıfı altında, İngiliz karşıtı bir görevi ifa etmek üzere gönderilmiştir.” yorumu da adı geçene ait.
Müslüman olmayan Danimarkalı Parapsikolog Carl Vett’i Avrupa’ya “Kelami Dergâhı”nın halifesi olarak atayan Erbilli Esat Efendi’nin yolundan gidenler günümüzde Türkiye’nin para trafiğini kontrol ettikleri gibi, özel okulları, dergileri, turizm şirketleri aracılığıyla da bürokraside çok önemli konumdalar.
Nerede olduklarını, kimler olduklarını bilenler biliyor!
Ya Rabbi!..
Sen bu milleti ve devleti, İngiliz muhiplerinin ve envai çeşit dalalet erbabının şerrinden muhafaza buyur!
Modern Türkiye’nin İslamcıları ve İngiltere!
“Ümmet sevdalısı bir düşünür… -Ak Saçlı Bilge- Alınıp satılamayan, hüviyeti mezata konulamayan adam!” klişesiyle Atasoy Müftüoğlu’nu İslamcı kuşak çok yakından tanır.
“Bireysel dindarlığa ikna edildik. Milli dindarlığa ikna edildik. Ulus dindarlığına ikna edildik.” çıkışı meşhurdur.
Oğlu Yusuf Said Müftüoğlu’nun da “MGK bildirgesinin benim zaviyemden özeti: "Ein volk, ein Reich, ein Führer…” Trajik olan, Kürt sorununda 'Führer'liğin TSK'ya geçmiş olması…” diye çıkışı da babasından geri kalmaz.
Atasoy Müftüoğlu’nun “Vakti Kuşanmak” kitabı bir zamanlar en çok satanlar listesindeydi. Diğer kitapları da öyle. Kadir Mısıroğlu, Sadık Albayrak gibi o da Trabzonlu. 1942 Trabzon, Çaykara doğumlu.
1980’den itibaren İngiltere, İran, Pakistan, Hindistan, Almanya, İsviçre ve Fransa’da çeşitli uluslararası konferans, seminer, sohbet ve etkinliklere katıldı.
Türkiye’de özellikle 1980 sonrası İslamcı düşüncenin şekillenmesinde emeği büyük. Vahiy merkezli bir din anlayışının temellendirilmesinde gayretleri var. Kitaplarından bazılarını okudum ve birkaç kez konuşmalarını dinleme fırsatı buldum.
Özgün muharrirlerden mütefekkir seviyesinde olabilen birkaç kişiden biri. İslamcılığın duayeni.
İslamcı Atasoy Müftüoğlu’nun İngiliz istihbaratıyla ne işi olabilir?
Allah var! Böyle bir şey demek mümkün değil. Zaten bu ilişki varsa bir zamanlar arkadaşı Fikret Ertan sayesindedir. Çünkü onunla aynı büroyu kullanacak kadar yakındı.
Çünkü Fikret Ertan'la Eskişehir’de Odunpazarı Arifiye Mahallesinde Reşadiye Camisi karşında Zeyrek İşhanı'nın üçüncü katında, tek odayı müşterek kullanıyorlardı.
1948 Eskişehir doğumlu, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden sonra İngiltere'ye giden ve Middlesex Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde okuyan, 1986’da Zaman Gazetesi'nin kurucuları arasında yer alan, bu gazetede uzun yıllar dış haberler müdürü, Ankara haber müdürü olarak çalışan 3 Şubat 2015’te geçirdiği kalp krizi sonucu ölen Fikret Ertan’ın İngilizlerle olası irtibatta katkısı belki vardır?
Atasoy Müftüoğlu’nun oğlu Yusuf Said Müftüoğlu kimdir?
Yusuf Said Müftüoğlu, 69 ülkede 106 ofisi ve 2 bin 500’ün üzerinde çalışanı ile marka pazarlama, kurumsal ilişkiler, lobicilik ve kamu ilişkileri, gıda, beslenme, sağlık ve teknoloji alanlarında dünyanın en büyük iletişim networklerinden birisi Bersay İletişim Ajansı’nda işe başladı.
Ajansta, kıdemli danışman olarak çalıştı. Ajansın kurucusu Ali Saydam. Şimdilerde Yeni Şafak’ta yazıyor.
Müftüoğlu, London School Of Economics and Political Science’de medya ve iletişim alanında lisansüstü eğitimi aldıktan sonra 2010’da Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde danışman olarak göreve başladı.
Müftüoğlu, twitter’daki hesabında, Kieran Doherty (Hapishanedeki açlık grevinde ölen İRA üyesi) takma adını kullandı.
Yusuf Said Müftüoğlu’nun İngiliz Dış İstihbarat Başkanıyla ilişkisi nasıl ortaya çıktı?
Eğer okursanız, 27 Ağustos 2016 Cumartesi tarihli Yeni Söz gazetesinde Can Kemal Özer’in “MI6 Başkanıyla Çalışan Türk!” başlıklı yazısında ilginç bilgiler mevcut.
Yazıya konu olan Yusuf Said Müftüoğlu, cumhurbaşkanlığı döneminde Abdullah Gül'ün danışmanıydı. Kamuoyunun yakından tanıdığı “Atasoy Müftüoğlu'nun da mahdumu” olduğu bilgisi veriliyordu.
Yazıdan öğrendiğimize göre, kendisi London School of Economics and Political Science mezunuydu.
London School of Economics and Political Science ya da kısaca “LSE” olarak da bilinen London School of Economics, 1895 yılında Fabian Derneği üyeleri olan İngiliz Sosyalist ekonomistler (karı koca) Beatrice ve Sidney Webb tarafından Londra'da kuruldu.
Okul, bugün Londra Üniversitesi'ne bağlı kolejlerden. Bayan Martha Beatrice’ın Sömürge Bakanlığında çalışmışlığı var.
Can Kemal Özer, Yusuf Said Müftüoğlu’nun “2016’da 1 Kasım 2009 - 1 Kasım 2014 arasında İngiliz Dış istihbarat kurumu MI6 (Secret Intelligence Service)'in başkanlığı yapmış olan Sir Robert John Sawers ile birlikte çalıştığını” gündeme taşıdı.
MI6'in eski başkanı John Sawers’ın İngiliz The Global Network of Macro Advisory Partners (Makro Danışmanlık Ortaklığı) adlı enstitünün başkanı olduğunu, bu düşünce kuruluşunun (think tank) Türkiye ve Orta Afrika hariç neredeyse dünyanın her yerinde faaliyet yaptığını belirtmişti.
Yusuf Said Müftüoğlu'nun yanı sıra BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan, Hilary Clinton'un âşık olduğu söylenen İngiltere eski Dış İşleri Bakanı David Miliband, İranlı Prof Seyyid Hüseyin Nasr'ın oğlu Vali Nasr, J.P. Morgan and Morgan Stanley'den David Claydon, Mona Sutphen, Vikram Mehta, William j. Burns, Mala Gaonkar, Vikram Mehta, Nader Mousavızadeh, John Sawers gibi isimler de bu kuruluştalar.
Can Kemal Özer; İnsanların merak ettiği şey şu, MI6 Başkanının yönettiği bir kurumda Atasoy Müftüoğlu'nun oğlunun ne işi var? Seyyid Hüseyin Nasr'ın oğlunun ne işi var?
Herkes buna şaşırıyor ya, aksine ben şaşırmıyorum. Neden şaşırmadığımı düzenli okurlarımız bilecektir. David Rockefeller diyor ki: “Oltadaki balığa yem gerekmez!” Şeytan daha ne desin?” sorularını yönetmişti.
Yusuf Said Müftüoğlu da Can Kemal Özer’e cevabında; Londra'daki bu Macro Advisory Partners Şirketinin bir danışmanlık şirketi olduğunu, Müşterilerine stratejik danışmanlık hizmetleri sunduğunu kendisinin Türkiye’de olanı biteni güvenilen açık kaynaklardan - gazetelerden, medya organlarından - alıp bir araya getirerek kendi yorumlarıyla yazdığını, gizli saklı mahrem bir şey yazmadığını belirtmişti.
İngiliz İstihbarat sisteminin nasıl çalıştığını bilenler için bu cevapların inandırıcılığı tartışılır.
AK Parti “Muhafazakâr Demokrat”tı Babacan’ın partisi “Liberal Demokrat” olacak!
Milli Görüş tabanı üzerine bina edilen AK Parti’nin seçmen kitlesinin bölünerek beş partiye hayat vereceğini açıklamıştım.
Ancak bu partilerin birbirleriyle ilişkileri ve karşı söylemlerine bakılırsa Thomas Hobbes’un “Bellum omnium contra omnes/Herkesin herkese karşı savaşı" sözü doğru gibi.
“Et tekraru ahsen velev kane yüz seksen” Tekrar iyidir, yüz seksen kere de olsa gerçeğinden hareketle bıkmadan usanmadan yine belirteyim.
Önümüzdeki süreçte Türkiye'de muhafazakâr demokratların iktidarda kalması toplumsal dinamikler açısından mümkün olmadığı gibi Avrupa ve Avrasya hattında sert esen değişim rüzgârı nedeniyle de imkan dışı.
Bu nedenle muhafazakâr demokrat AK Parti örneğinde olduğu bu tandansta bir siyasi organizasyon projesinin şansı neredeyse yok gibi.
Ulusalcı, sosyal demokrat, laik bir çizgideki iktidar değişikliği kapıda. Babacan ve ekibine kala kala liberal demokratlık kalıyor.
Ali Babacan’ın resmi olarak AK Parti’den istifa etmesinden önce hazırlıkları yapılan yeni partinin, 23 Nisan 2019 Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlandığı gün, öğleden sonra İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi "Fenerbahçeli" Sir Dominick Chilcott; İstanbul Yolu üzeri 17. Km’de Şehit Osman Avcı Mahallesi, 2672 Cadde No:1, 06820 Etimesgut/Ankara adresinde bulunan bir iş yerine, makam aracı ve şoförüyle birlikte ziyaret gerçekleştirdiğinde, start aldığı söylenebilir. (Bkz: "23 Nisan'da Ali Babacan'a İngiliz çengeli!" başlıklı yazı..)
Ali Babacan mı Ahmet Davutoğlu mu?
Hatırlanırsa AK Parti, 2001 krizi sonrasında yeni kurulmasına rağmen ekonomik reform paketleriyle seçmenin gönlünde yer etmiş ve iktidara yürümüştü.
Ali Babacan’ın siyasi söylemlerle uğraşacak ne vakti var ne de ideolojik birikimi.
En belirgin vasfı ekonomist olması.
Mesleği gereği farklı illerde mahkemelere giren Avukat bir dostum, “Esnafın Ali Babacan’ın parti kurma haberlerini ilgiyle izlediğini ve durumun 2002 seçimleri öncesinde Recep Tayyip Erdoğan’ın yaşadığı sürece benzetildiğini” anlatmıştı.
“-Ya Davutoğlu?” diye sorduğumda “Ekonomik kriz nedeniyle esnafın gündeminde Ali Babacan ve partisinin yer aldığını, Davutoğlu’nun ekonomist bir yönünün bulunmadığını, dış politika uzmanlığının da Suriye’de iflas ettiğini bu nedenle pek gündemde olmadığını” söylemişti.
Tarikatların, cemaatlerin ve radikal İslamcıların yeni kurulacak partiye montajı mümkün mü?
Çok da zor değil.
Öncelikle parayı veren düdüğü çalar.
Kadroları veren oylarını alır.
Londra merkezli araştırma şirketlerinin Türkiye ofisleri, zaten bu konuyla ilgili harıl harıl çalışıyor.
Kime, hangi derneğe, hangi vakfa neyin pay edileceğinin fizibilitesini yapıyorlar.
Bazı dergâh ve zaviyelerde, dernek ve vakıflarda, kurslarda, yurtlardaki hazırlıkları, ancak fildişi kulesinin rehavetine kapılan mutlu azınlık görmüyor.
İslamcıların büyük kısmı, çoktan monte edildiler. Haberleri yok.
AK Parti’den ümidini kesen iflas etmiş müteahhitler, ikbal ve istikbal arayan emekli bürokratlar, ekonomik krizden bunalan esnaf ve orta direk halk kesimi, polisiye tedbirlerden yaka silken ve şartlar olgunlaştığı için “kral çıplak” demeye hazırlanan sözde entelektüeller bu süreci ateşleyecek gibi.
Ben neredeyim?
Kadim devlet kime icazet verdi, kimin yolunu açtı daha belli değil. Evdeki hesabın çarşıya uymadığı anlık gelişmeler yaşanabilir.
Üçler, Yediler, Kırklar, erler demine destur alanlar, Washington’da, Londra’da, Berlin’de, Tel Aviv’de ve hatta Moskova’da pişirilmiş aşa soğuk su katabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sezai Karakoç’tan alıntılayıp dediği gibi, “Kaderin üstünde bir kader vardır” ve o kaderi birlikte yaşamaya hazır olun!
Ben işte tam da buradayım.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete
idris 5 yıl önce
Karmate 5 yıl önce
Molla 5 yıl önce
5 yıl önce