Trump'ın liderliğini ve sözcülüğünü yaptığı endüstriyel ABD Milliyetçiliği, Ortadoğu’da İngilizler'e karşı başarı elde etti.
İran, yeniden ABD yörüngesine oturdu. İster kotardı deyin ister kopardı deyin; ABD, Kasım Süleymani suikastıyla Tahran yönetiminde beklediği politika değişikliğini sağladı.
Bu süreçle İran’ın, İngiltere ve Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerinde daha dikkatli olacağı anlaşılıyor.
Bu sonuca nasıl ulaştım?
Yakın dönem İngiltere - İran ilişkileri
İran’a yönelik yaptırımları artırmasının ardından protestolara hedef olan İngiltere'nin Tahran Büyükelçiliği 30 Kasım 2011’de kapatılmıştı.
İran ile diplomatik ilişkilerini yeniden başlatma kararı alan İngiltere; 12 Kasım 2013’te BDP eski milletvekili Akın Birdal’ın kızı Evren Birdal’la evli Ajay Sharma’ı, Tahran’a “yerleşik olmayan” maslahatgüzar olarak atamıştı.
Çok iyi düzeyde Türkçe konuşan, İran’ı ve bölgeyi yakından tanıyan Ajay Sharma, Tahran’a atanmadan önce İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın İran masasının başındaydı.
İngiltere, 5 Eylül’de (2016) beş yıl aradan sonra Tahran’a Büyükelçi atadığında, bu gelişme İran basınında iki ülke (İngiltere-İran) arasında yaşanan bu normalleşme adımının İran’ın küresel ilişkilerini doğrudan etkileyecek bir parametre olması şeklinde değerlendirilmişti.
İngiltere’nin İran ile ilişkilerini kısa vadeli düşmanlıklar yerine uzun vadeli çıkar ve ilişkilere göre yönlendirmeye çalıştığı söylenebilir.
Nitekim, özellikle Irak ve Suriye’de İran’ın desteklediği cephenin IŞİD terörizmi ve destekçilerine karşı üstün bir zafer ve başarı elde etmesi sonrası İngiltere’nin Amerika’ya rağmen İran ile ilişkilerini karşılıklı çıkarlar esasına göre yön vermek istemesinin bölge için olumlu bir gelişme sayılabileceği belirtilmişti.
İngiltere ve İran’ın siyasi ve ekonomik ilişkileri geliştirmek ve bölgesel ve uluslararası sorunların çözümü için ortaklık yapmasının bir zorunluluk olduğu hem İranlı hem de İngiliz yetkililer tarafından altı çizilerek vurgulanmıştı.
Her iki tarafta İngiltere ile İran arasında enerji, ulaşım, hava filosunun yenilenmesi, çevre, maden ve sanat gibi birçok iş birliği alanı olduğunu söylüyordu.
24 Ağustos 2015’te İran’daki temaslarını sürdüren İngiltere eski Dışişleri Bakanı Jack Straw, “Hiçbir ülke İngiltere kadar İran ile ticari ilişkilerin azalmasından zarar görmedi” demişti.
Hatta “ABD, İran’a yönelik yaptırımları arttırdıktan sonra İran’a ihracatı arttı. Bu arada İngiltere’nin İran’a ihracatı gözle görülür ölçüde düştü. Bu yüzden İran ile iyi ticarî ilişkilere sahip olmamız önemlidir. İran istikrarlı bir ülke. Tabii İran ile ilgili bazı konular da var. Bu konuları çözmenin en iyi yolu diyalog ve yakın olmaktır” ifadelerini kullanmıştı.
Sonrasında İngiltere-İran Ticaret Odası tarafından yapılan açıklamaya göre, iki ülke ekonomik ilişkilerinin ticari hacmi 2015’te 112.9 milyon Avroydu.
Bu rakam, 2016’da 171.5 milyon Avro’ya ulaştı. İki ülke ticaret hacmi ambargolar zamanında 2011 yılında 203.5 iken, 2012 ve 2013 yılında sırasıyla 119.6 ve 89.4 milyon Avroya inmişti.
İran’ın nükleer programı/KOEP sonrası iki ülke ticaret hacminin artması nükleer anlaşmanın ticareti geliştirdiğini göstermesi açısından ilginç değil mi?
İran’ın nükleer anlaşması; Washington ve Avrupa Birliği ile uzlaşma arayışı yönünde açık bir girişimdi. İngiltere bölgeye geri dönüşünün ilk emaresini Türkiye ile daha sıcak diyaloglar geliştirerek gösterdi.
Sonraki aşamada 3 Kasım 1916’da işgal ettiği ve 3 Eylül 1971’de göreceli bağımsızlığına izin verdiği Katar ile İran’ın yakınlaşmasını sağladı.
Katar ile Suudi Arabistan arasında ortaya çıkan krizde İran ve Türkiye, Katar’ın yanında yer aldı. Bu üçlü (Triumvirlik) yapı, uzun bacaklıların klasik politikalarının yansımasından başka bir şey değildi.
Katar ve Türkiye’nin İran’daki Sokak hareketlerine verdikleri diplomatik tepki yine bu İngiliz politikasının sonucuydu.
Ama İngiltere’nin beslediği büyüttüğü, televizyon kanallarıyla donattığı İngiliz Şiası, Tahran yönetimini iknada yetersiz kaldı.
Zor oyunu bozdu…
Ali Şeriati, zer, zor ve tezvirin insan karekterini bozduğunu söyler. "Zer" altın, "zor" baskı, "tezvir" ise yalan-dolan ve hiledir.
Altın yani zenginlik en çok yönetici zümrede, yargıçlarda ve Devrim Muhafızları'nda toplanmış. Halkla paylaşılmadığı için yoksulluk arttı.
İran rejimi, insan hakları ihlalindeki kötü şöhretini, başka ülkelere kaptırmaya niyetli görünmüyor. Zulümle abad olunmacağını bilmesi gerekmez mi!
Hukuk halkı ezmek için var gibi. Besic, Sipahiler, Devrim Muhafızları halkın üzerinde demoklesin kılıcı misali sallanıp duruyor.
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir / tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”
Zorba zordan anlar. Zor oyunu bozar. İran’ın göreceli ve değişken ABD desteği ile geliştirdiği "Şia Kuşağı" projesi, kim ne derse desin, ne Suudi Arabistan’ın ne Mısır'ın ne de bir başka Arap ülkesinin itirazı ile değil Türkiye’nin sahaya inmesiyle rafa kaldırıldı.
Çin’in en büyük enerji tedarikçisi ve İngiltere'nin gizli partneri sıfatıyla İpek Yolu müttefiki İran, sözde ABD’nin düzenlediği nokta atışıyla uluslararası platformlarda burnuna sokulan safralarından kurtuldu. Mollalar, Trump’a ne kadar teşekkür etseler azdır.
İran sadece Kasım Süleymani ve beraberindeki Haşdi Şabi komutanlarınının kafalarını Trump’a altın tepside sunmakla kalmadı, boyun eğme, itaat ritüelini 176 kurbanla daha kanlı bir ayine dönüştürdü.
İngilizler'in pişirdiği, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping tarafından 2013 yılında ilan edilen “Bir Kuşak Bir Yol” (One Belt One Road-OBOR) projesi dahi İranlıları bu kanlı ayinden vaz geçirmedi.
İran’dan Ukrayna Kiev’e gitmek için havalanan Ukrayna Hava Yolları’na ait Boeing 737 tipi ait yolcu uçağı, içerisinde mürettebatla birlikte 176 kişinin bulunduğu yolcu uçağı, kalkıştan kısa süre sonra İran füzeleriyle Tahran’da düşürüldü.
Uçakta bulunan 176 yolcu ve müretebattan kurtulan olmadı. 176 yolcunun uyrukları şöyleydi, 82 İran, 63 Kanada, 11 Ukrayna, 10 İsveç, 4 Afganistan 3 Almanya, 3 İngiltere vatandaşı.
İngiltere'nin Tahran Büyükelçisi Rop Macaire, Emir Kebir Üniversitesi'nin önünde Ukrayna uçağının kurbanlarını anma etkinliğine katıldı.
Etkinliğin atılan sloganlarla rejim karşıtı gösterilere dönüştüğü ve bu sırada İngiltere'nin Tahran Büyükelçisi Macaire'in "bazı radikal ve yıkıcı eylemleri organize etmeye ve kışkırtmaya çalıştığı" öne sürüldü. Bunun üzerine, gözaltına alınan İngiliz Büyükelçi birkaç saat sonra serbest bırakıldı.
İngiltere, kayıtsız kalmadı. Ukrayna uçağında hayatını kaybedenler için Tahran'da düzenlenen anma etkinliğine katıldığı gerekçesiyle kısa bir süre gözaltına alınmasıyla gündeme gelen İngiltere'nin Tahran Büyükelçisi Rob Macaire, İran'ı terk etti.
İran rejiminin geleneğinde var! Önce Mehdi Haşimi, sonra da Kasım Süleymani’yi öldürttü!..
Biraz İran Devrim tarihi çalışalım.
Irak ve İran savaşının sürdüğü yıllarda 1986'da patlak veren ‘Irangate’ skandalı, dünya kamuoyunda büyük bir şaşkınlık yaratmıştı.
ABD yönetiminin İran’a, İsrail aracılığı ile gizlice silah satması ve sattığı silahların parası ile Nikaragua’daki contra eylemcilerine yani komünist rejime karşı faaliyet gösteren gerillalara destek sağladığı ortaya çıkmıştı.
O dönemde İran dini lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni hayattaydı ve ‘büyük şeytan’ olarak nitelediği Amerika ile görüşülmesine onay vermişti.
Daha da ilginci Siyonist rejim olarak nitelendirilen İsrail’in arabulucu olmasıydı.
İran - Irak savaşı sırasında ‘İrangate skandalı’ patlak verdiğinden bu güne, zaman zaman adı geçen iki ülkenin gizli dayanışma içinde olduğu ortaya çıktı.
İran sempatizanlarına garip görünse de, bu iki düşman ülkenin daha önce Irak ve Afganistan krizlerinde de işbirliğinde bulundukları belirtiliyor.
Avrupa basınında; ABD’nin 2001 Afganistan işgalinde, Taliban’a karşı ABD - İran arasında istihbarat paylaşımında bulunduğu, İran’ın ABD’ye askeri istihbarat hizmeti verdiği haber ve yorumları yer almıştı.
Ankara’da görüştüğüm İranlı bir dostum; Tahran meydanlarında ‘Merg berg Amrika’ sloganlarını haykırmaktan hançereleri yırtılan İran halkının, gün gelecek ikiyüzlü siyasetçilerden elbet hesap soracağını söylemişti.
İşte İrangate sürecinde Amerikalılar, İran yönetiminden küçücük bir ricada bulundular; Ayetullah Muntaziri’nin yakın ekibinden Mehdi Haşimi'nin öldürülmesi.
İranlı Mehdi Haşimi, Şah'ın devrilmesinden sonra inkılâbın evrensel boyutuyla ilgilendi ve dünyadaki İslami hareketlerle yakın bir diyalog geliştirdi.
Ayetullah Muntaziri’nin desteğini de alınca Devrim Muhafızları içinde “İslami hareketler” birliğinin başına geçti.
Bu birlik, İslam İnkılâbı'ndan sonra oluşturulan Özgürlük Hareketleri Kurumu olarak ta biliniyordu. Ortadoğu'daki ve dünyadaki İslami hareketlerle ilgili her yönlü çalışmayı yapıyordu.
Bu yapının aynı zamanda askeri bir yönü vardı. Dolayısıyla alacağı her bir karar ve atacağı her bir adım, İran’ın dış politikası ve İslam devrimin geleceğini de yakından ilgilendiriyordu.
Ancak zamanla Mehdi Haşimi sahip olduğu bu gücü, kendi başına buyruk olarak kullanmaya başladı.
İslam Cumhuriyeti"ne karşı uluslararası ve bölgesel bir kuşatmanın sürdüğü, İran-Irak savaşının da en şiddetli geçtiği bir zamanda, Mehdi Haşimi'nin İran’ı zor durumda bırakacak birtakım işlere kalkışması, İranlı yöneticilerin rahatsızlığına ve tepkisine yol açmıştı.
Mehdi Haşimi 'Büyük Şeytan' Amerika ile flört eden mevcut idareyi beğenmiyor ve toplumda hâkimiyet kurmaya çalışıyordu.
Daha sonra Devrim Muhafızları'nın tüzüğü değişince “İslami Hareketler Birliği” de ilga edildi.
Ama Mehdi Haşimi, elindeki bazı silah ve teçhizatı saklamış ve Ayetullah Muntaziri’nin de emriyle ülkede resmi olmayan bir statüde çalışmalarını sürdürmeye başlamıştı.
Mehdi Haşimi, bu arada Devrim Muhafızları ile Komiteler arasında ihtilaf çıkarmaya çalışıyor; Ayetullah Hameney’in aleyhine bildiriler dağıtıyor, Ayetullah Muntazirî’yi de etkilemeye çalışıyor ve onu yönlendiriyordu.
Bu olaylarda Ayetullah Muntaziri’nin damadı Seyyid Hadi Haşimi de büyük bir rol oynuyor ve Ayetullah Muntaziri’nin Mehdi Haşimi’ye güvenmesini sağlıyordu. Mehdi Haşimi, Ayetullah Muntaziri adına ve ondan aldığı emirlerle hareket ediyordu.
1986 yılında Tahran’da bir evde çok sayıda silah, teçhizat, devlet senetleri ve uydurma hükümler bulununca yeni gelişmelere kapı aralandı. Zira bu ev ve içindekiler Mehdi Haşimi’ye aitti.
Ayetullah Humeyni’nin emriyle bu evin sorumlusu yakalandı ve ev tahliye edildi. Ayetullah Muntazirî, bu olayı duyunca rahatsız oldu ve hemen evin sorumlusunun serbest bırakılmasını istedi. Üstelik bu evden kendisinin haberdar olduğunu söyledi.
Humeyni; Ayetullah Muntaziri’ye de bir mektup yazarak onu uyardı. Mehdi Haşimi’nin cinayet zanlısı olduğunu hatırlattı.
Muntazıri, Humeyni’nin davranışına karşı kendisine sert bir mektup yazdı. Bu mektubunda Mehdi Haşimi’nin tüm faaliyetlerinden de haberdar olduğunu söyledi.
Muntazıri bizzat Mehdi Haşimi’yi istihbarat teşkilatına teslim etmeyince harekete geçildi ve Mehdi Haşimi tutuklanarak gözaltına alındı. Mehdi Haşimi yargılandı ve 1987 yılında asılarak idam edildi. (*)
Devrim sonrası Amerika’ya sunulan ilk kurban Mehdi Haşimi olmuştu.
Mehdi Haşimi’nin hamisi Ayetullah Muntaziri…
İran'daki 1979 İslam Devrimi'nin mimarlarından Muntazari, mevcut yönetimi "diktatörlük" olarak nitelemiş, yönetimin yapılan devlet başkanlığı seçiminin ardından başlayan sokak gösterileri karşısındaki tutumunu şiddetle eleştirerek, "Bu tutum İran'daki rejimin çökmesine neden olabilir" ifadesini kullanmıştı.
Ayetullah Muntazeri, yıllarca yönetimi, İslam adına diktatörlük uygulamakla suçlamış ve eleştirilerine Hazirandaki tartışmalı seçimlerden sonra da devam etmişti.
Bu tutumu Muntazeri'yi muhalefetin gözünde adeta kahraman yapmıştı. Dini statüsünden dolayı Muntazeri'nin eleştirileri de daha etkili oluyordu.
Muntazeri, bir zamanlar İslam devriminin kurucusu Ayetullah Humeyni'nin halefi olarak gösteriliyordu, ancak Humeyni'nin 1989'da ölümünden birkaç yıl önce önce ikisinin arası bozulmuştu.
Ayetullah Muntazeri, 1997'de, Humeyni'nin yerine geçen Ayetullah Ali Hamaney'in bu görev için yetersiz olduğunu söylemesi üzerine Kum'da ev hepsine alınmış, bu ceza 2003'te kaldırılmıştı.
Ancak Muntazeri muhalefetine devam ederek, 1979 İslam devriminden sonra gelmesi beklenen özgürlüğün hiçbir zaman gelmediğini söylemişti.
Ev hapsine alınmasından sonra resmi medya Muntazeri'den söz ederken dini unvanlarını kullanmamaya başladı.
Muntazeri hakkında konuşmak uygun bulunmadı, kendisine ders kitaplarında yapılan göndermeler ve sokaklara verilen isimleri kaldırıldı. 19 Aralık 2009’da öldü. (**)
Ayetullah Humeyni, Muntazeri için "Özüm onda saklıdır." demişti.
Ancak 1988 yılında Halkın Mücahitleri örgütüne ve diğer muhaliflere uygulanan politikayı ve insan hakları, kadın hakları, zincirleme tutuklamalar ve baskı önlemleri gibi mevzularda tenkitlerde bulunduğu için Ayetullah Humeyni'yle ters düşmüştü.
İran'da devrimden sonra insan hakları konusunda ikitidarı tenkit ederek şu sözleri söylemişti:
“Güce, zulme, halkın kullandığı oylarını gizlice değiştirmeye, öldürmeye, kapatmaya, tutuklamaya ve Stalinist ve Ortaçağ işkence yöntemleri kullanmaya, baskı uygulamaya, gazetelerin sansürüne, kitle iletişim araçlarının önüne kesmeye, toplumun aydınlanmış ve seçkin kesimini yalan yanlış gerekçelerle hapse atmaya ve hapishanede onları sahte itiraflara zorlamaya dayanan bir rejim lanetlidir ve gayrimeşrudur.”
Kum kentindeki evinde, dini liderlik makamını eleştirmiş ve şöyle demişti:
"Doğruyu söylemeyi dini görevim sayıyorum... Kur'an'dan, yönetme hakkının halka ait olduğu sonucu çıkar. Dini lider, kanun önünde herhangi biridir; kanunun üzerinde olamaz.
Uzmanlığı dışında kalan işlere, örneğin ekonomiye ve dış politikaya karışamaz...
İslam toplumunda bugünkü şartlarda idareciler dışında kimsenin bir söz hakkı olmamasına, devrimin çocuklarının hapse tıkılmalarına çok üzülüyorum."
Bahailerin tutuklanmasıyla ilgili olarak “Bahailerin İranlı olduklarını, dolayısıyla vatandaşlık haklarından yararlanmaları gerektiğini” ifade etmişti.
“Bahailerin kutsal bir kitapları olmadığı için 1979 Anayasası’nda Hristiyanlar, Museviler ve Zerdüştler gibi dini azınlık sayılmadıklarını” söyleyen Montazeri, “Ancak Bahailer bu ülkeden oldukları için, bu ülkede doğmaktan gelen haklara ve vatandaşlıktan doğan haklara sahiptirler ve dolayısıyla İslam’ın Kur’an’da ve hadislerde vurguladığı onurlu yaşama hakkından yararlanmaları gerekir” şeklinde görüşlerini açıklamıştı.
Türkiye, safa yatıyor ama salak değil!..
Türk istihbarat birimleri, İran yönetiminde kim varsa cemeziyelevvelini bilir. Kimin eli, kimin cebinde bilir.
Örnek mi istiyorsunuz?
Şimdiki İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 34 yıl önce, 30 Ağustos 1986'da Paris’te lüks bir otel odasında İsrail Başbakanı'nın danışmanı Amiram Nir ile gizli bir görüşme gerçekleştirir.
Ruhani, o dönemde İran'da mollalara karşıtlığıyla bilinen Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani'nin sağ kolu konumunda ve Parlamento başkan yardımcısı ve İran Ulusal Güvenlik Komitesinin üyesidir.
İranlı ve İsrailli yetkililerin Paris'te meraklı gözlerden uzak temasta bulundukları tarihte, İran-Irak savaşı devam etmektedir. 1979 devrimiyle koptuğu sanılan iplere rağmen ABD, ambargoyu delip el altından Tahran'a silah satmaktadır.
ABD’nin, İran'a silah satışı, İrangate skandalının patlak vermesinin hemen sonrasında Ruhani, bazı görüşmelerde bulunmak için Tahran adına Paris’te, ABD'li ajanlarla buluşur.
Söylentiye göre, otel odasında karşısına çıkan kişi ABD’li değil, İsrailli bir ajandır. Ruhani'nin bundan haberi yoktur ve o, konuştuğu ajanı Amerikalı sanmaktadır.
Görüşme sırasında, Humeyni aleyhinde olumsuz ifadeleri dahi olmuştur. Yerseniz!.. İran'a düşmanlık İsrail'e, İsrail'e düşmanlık İran'a askerliktir!
Türkiye ile İran, ilişkilerinde düşman kardeşler gibi. Birbirlerini siyasi/kültürel/tarihi açıdan çok iyi tanıdıklarından, nihai noktada bağların kopmamasına çok dikkat ediliyor.
Türkiye, İran’ın batı dünyası ile yaşadığı sorunların çözümü noktasında, zaman zaman iyi niyet elçiliğine soyundu.
İran’ın, kurucu dini lideri Ayetullah Humeyni’nin 'büyük şeytan' nitelemesine rağmen ABD ile diplomatik görüşmeler yapabileceği ve anlaşma masasına oturabileceği, her daim mümkün bir seçenek olarak Türkiye Dışişleri'nin önünde duruyordu.
Hariciyemiz, yaşanan tüm olumsuzlulara rağmen bu seçeneği devre dışı değerlendirmedi. Çünkü bizzat Ayetullah Humeyni’nin sağlığında, İran ve Irak arasında acımasız savaşın sürdüğü yıllarda kamuoyunda "İrangate" olarak bilinen skandal patlak vermişti.
Acem ülkesinin şahları değişse de Acemin takiyyesi değişmediğinden, Türkiye’nin bu anlaşmadan habersiz olduğunu ve Türkiye’nin yalnız kaldığını iddia etmek kusura bakmayın ama biraz safdillik olur.
Türkiye Diplomasisi, hiçbir zaman için sürekli dostluklar sürekli düşmanlıklar üzerinden dış politik tercihlerde bulunmanın ne kadar zarar verici olduğunu bilecek kadar bir geleneğe sahip.
NATO üyeliği çerçevesinde sürdürülen askeri ilişkiler dolayısıyla stratejik müttefik ABD ile sıcak temas kaybedilmez.
Bu arada Rusya ile yapılan ekonomik anlaşmalarla, Türkiye’nin hiçbir ülkeye, Attila İlhan’ın ‘Ben sana mecburum’ şiirinin dizelerinde seslendiği gibi mecbur olmadığı mesajı da inceden inceye verilir. (***)
Son söz; İrangate sonrası Tahran bir süre Washington’a sadık kaldı. Ama İngilizler, İran’dan vazgeçmediğinden baştan çıkarıcı tekliflerle Tahran sokaklarında göründüler.
İngiltere gölgesindeki Obama ekibinin palazlandırdığı İran'ı yola getirmek, Trump'ın liderliğini ve sözcülüğünü yaptığı endüstriyel ABD Milliyetçiliğine düştü.
Nokta atışla Kasım Süleymani ve beyin ekibi ortadan kaldırıldı. Arkasından Ukrayna yolcu uçağı patlatıldı. Mehdi Haşimi'den sonra Kasım Süleymani ile de mollaların iktidarlarını sürdürmeleri bir kez daha sağlandı.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete
(*) https://www.timeturk.com/tr/makale/omur-celikdonmez/turkiye-nin-mehdi-hasimi-si-fethullah-gulen-mi.html
(**) https://www.dw.com/tr/iranl%C4%B1-muhalif-dini-lider-muntazeri-%C3%B6ld%C3%BC/a-5040836
(***) https://www.timeturk.com/tr/makale/omur-celikdonmez/abd-iran-anlasmasinda-turkiye-hazirlikliydi-suudiler-saskin.html
C. Ali Yürekli 5 yıl önce
Necdet Çelikdönmez 5 yıl önce
Mit 5 yıl önce
Vesile 5 yıl önce
Türkoğlu Türk 5 yıl önce
Kemalist 5 yıl önce