Devlet, Batılı anlamda kurumsallaştıkça, halk ötelendi.
Bazı şeylerin nüfusla beraber zorunlu hâle geldiğini düşünmeyin.
Çocukluğunuzun Anadolu’sunu düşünün. “Dâr’a çekmek!” tâbiri sizde ne çağrıştırıyor?
İnsanların yardımlaştığı, iç içe yaşadığı, komşusu açken yatmadığı, her türlü toplu ihtiyaç için bir araya gelindiği, düğününde derneğinde, cenazesinde beraber olan insanlar…
Rahmetli Babaanneciğimin 75 yaşında üç köy ilerdeki cenazeye yürüyerek gittiğini biliyorum.
Tüm bu sosyal iç içelik ne sağlıyordu?
Otokontrol.
Bir yanda Dinimizin bağlayıcılığı, diğer yanda örf, töre ve geleneğimizin kuşatıcılığı, ciddi bir toplumsal hafıza…
Hâsılı kimse kolay kolay ne ikbâl ne de itibâr devşiremezdi.
Dilimizde bir kelime var.
Ekâbir…
Karşılığı mı?
Önce gerçek anlamı..
Ekâbir: Büyükler, devlet büyükleri, ileri gelenler… Gerçek mânâda ekâbirler el ve bâş üstüne..
Bir de ekâbirleşenler var.
Artık maâlesef bu gereksiz kişiler, asıllarından daha çok olduğundan ‘ekâbir' terimi bu liyâkatsiz adamlar için kullanılır oldu.
Sinsi, kendisini toplumun üzerinde gören, kendince tuttuğu fiziksel, makam, siyasi, düşünce, konu, içerik gibi alanları olan tipler.
Asıl, bunları besleyen etrafında bir kısmı gerçek sâfiyâne saygılı, bir kısmı kendileri gibi basit menfaat peşinde insanların oluşu, sosyal bir sorun ve içinde bulundukları zümreye sâdece yük.
Mevcut halleri ile çalışmıyor, katkı sağlamıyorlar.
Asıl sorun bu.
Bu ekâbir takımını esâsında şöyle görebilsek..
Bir sel düşünün…
Dışarıdan bakılınca seli damlacıklar da çoğaltıyor, içindeki çer-çöp de.
Ama sel, çer-çöpü taşımak zorunda, temizlemek zorunda..
Ekâbirlerin bir kısmı siyâsette, vaktiyle bir yer tutmuş, liyâkatine bakmaksızın hâlâ bu statüsünü çevresine dayatmaya devam edenler…
Gerçek siyasi ya da makam sahipleriyle geçmişe dönük dostluğu olup, bunu kullanmaya devam eden ekâbirler..
Geçmişte, bir siyaset, cemaat ve düşünce hâreketi içinde bulunmuş, sürekli bu eski ilişkilere vurgu yaparak kendisini kutsallaştıranlar.
Mâlum, 12 Eylül öncesi sancılı dönemde siyasi hâreketlerin can vermiş insanları var.
Bu insanlarla hasbelkâder bir yerlerde bulunmuş olmasını dâhi itibâr devşirmek için kullananlar.
Türkiye, çok zor dönemler geçirdi.
Bu dönemlerde halkımız âdeta “Gülen adam!” gibi, “Ağlayan adam!” gibi meşhûr ve bunlara benzeyen adamlara prim verdi; baştâcı yaptı.
Hâlâ bu tarz yapıların içinde yer tutmuş, yazar-çizer kalıntılar var.
Bunların toplumu ötekileştirmeyen, faydalı olmak için mücâdele verenlerine kimse söz söyleyemez, ama bir şekilde cemiyette yer tutup, bunu korumak için kendi içinden beslendiği camiaya dâhî tepeden bakan arsızlar var.
Zaman akıyor.
Bilim ve teknolojiyi kavrayıp çok çalışmaktan, dedemin tabiri ile “hem önden giden hem de manda öküzü misali yürümeyen” ekâbirlerden kendimizi ve Azîz Milletimizi kurtarmak zorundayız.
Topluma zor zamanlarda öncülük yapmış, münevver ve yiğit büyüklerimiz yolumuzu aydınlatacaktır elbet. Ancak, unutmayalım ki, gelecek Dinimizin rehberliği ve yönlendirmesi, töre ve edebimizin kuşatıcılığı ile çağın her mânâda icâblarını uygun hâl tarzları üreterek ve fedâkarlıkla, çok çalışarak şekillenecektir.
HAMÂSET, GÜNÜMÜZLE BESLENMEZSE SÂDECE TUZAKTIR!..
Unutmayalım ki ilim ve fenne bigâne kalanlar onun ateşinde yanacaktır.
Tarihe bakın, Malazgirt’teki ruhu konuştuğumuz kadar, dönemin Türk Atlarını, silâhlarını, özelliklerini, hafif zırhlarını yani teknolojik üstünlüğümüzü de Alparslan Ata’mızın üstün liderlik vasıfları ile anmalıyız.
Tıpkı Fâtih Ata’mızın topları gibi..
Yeni nesle ulaşmalıyız.
Yeni nesille, yazılım, teknoloji, bilişim, üretimde daha çok sür’at ve entegrasyonu çözmeliyiz.
“Endüstri 4.0”, “5.0”ı konuşmalıyız.
Tüm bunlar için toplum, safralarından kurtulmalıdır.
Bakın CHP’li İstanbul Belediyesi, “Alevilik” diye yeni bir din çıkarttı. Bölücülüğün azâmetine, fitnenin büyüklüğüne ve sinsiliğine bakın…
Demek ki, toplumun tüm kesimlerinde ötekileştiren, kolay bölüp menfaat temin etmek isteyen dahası işbirlikçi hain kişiler var. Hiç birine fırsat vermemeliyiz.
İnsanımızı düşünce, idrâk ve Milli Mefkûresinden uzaklaştırmaya çalışanlar nerede olursa olsun Azîz Milletimizin düşmanlarıdır. Yersiz yalakalıkla bu tarz adamları ve karanlık zihin dünyalarını pohpohlayanlarda bilsinler ki onların suç ortaklarıdırlar.
Merhum N. Fazıl’ın ifâdesi ile “Ham yobaz, Kaba softa!” zannetmeyin ki sâdece bir kesimde.
Hayır!..
Toplumumuzun her kesiminde varlar.
Sinsiler…
Âdeta fırsat kolluyorlar.
Milli Birlik ve berâberlik ile bu basit, sığ, liyâkatsiz adamları aşmaktan başka çaremiz yoktur!
Çünkü bunların hemen arkasında pusuda bekleyen dalga ihânet ve işbirlikçi dalgadır.
Bu tefekkür günlerinin bereketle geçmesi temennî ve duâsı ile..
.
Emekli Yarbay Halil Mert, dikGAZETE.com
-Strateji ve Yönetim Uzmanı-