Ateistlerin dikkatine!.. Ve Sağlık Bakanı Koca’dan bir talep bir de öneri!..

Ali Mevlüt Kaya
Ali Mevlüt Kaya
Ateistlerin dikkatine!.. Ve Sağlık Bakanı Koca’dan bir talep bir de öneri!..
15-06-2024

Ateistlerin dikkatine!..

“İçinden uyarıcı geçmemiş hiçbir ümmet yoktur!..”

Sümerlerle ilgili kitaplar yazmış olan Muazzez İlmiye Çığ başta olmak üzere Gönül Tekin, Celal Şengör, Ahmet Arslan ve son dönemde bunlara katılan İlber Ortaylı gibi isimler; kutsal kitapların Sümer tabletlerinden alıntı olduğunu belirterek; “Orada yazan ne varsa, bu kitapları yazanlar(!) oradan almışlar” diyerek, Muazzez İlmiye Çığ’ınKur’an, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni” kitabından örnek veriyorlar!..

Bunlar gibi sosyal medyada da birçok kişinin yanı sıra özel açılmış siteler, paylaşım ve tartışmalar yaparak, konuyu sürekli gündemde tutuyorlar!..

Buna dayanarak, “Kur’an’ı, Muhammed yazdı” ısrar ve iddiasındalar!..

Hazreti Peygamber’in, kendinden binlerce yıl önce yaşamış bir kavmi bilip yazması mümkün değilken; bu ısrarlarını sürdürüyorlar!

Samuel Noah Kramer’in, “Tarih Sümer'de Başlar” kitabını okuyan bu kafadakiler; kitapta, Sümerlerin insanlık tarihine katkıda bulundukları 39 alanı görünce, gerçekten tarihin Sümerlerle başladığını zannediyorlar ki, “Dilmum Ülkesi”nde gezinip, duruyorlar!..

Hem “Kur’an’ı Muhammed yazdı” diyorlar hem de tamamı “Sümer tabletlerinden alıntı” iddiasındalar!..

Yıllardır aranan ve ne Sümer tabletlerinde ne Tevrat’ta ne İncil’de geçmeyip, sadece Kur'an-ı Kerim'de geçen; arayanlar tarafından da “Kumların Atlantisi” olarak isimlendirilen ve Kur’an’daAhkaf” adıyla anılan, Yemen ile Umman arasında katlı evleri, muhteşem sarayları, yüksek sütunları ve meşhur İrem bağlarıyla anılan; insanların ‘İrem’ dediği şehir; Arkeolog Nicholas Clapp tarafından 1990’lı yılların başında bulundu!..

Kendilerine Hud Peygamber’in gönderildiği ve adına sure olan Ahkaf Bölgesi’nde yaşayan Ad Kavmi’nin kurduğu dünyadaki cennet İrem Şehri’nin kalıntılarında, bire bir Kur’an’da anlatıldığı gibi yüksek sütunlu şehir, yine Kur’an’ın belirttiği gibi helak edildiği anlaşılmıştır!..

Ve Allah; “Görmedin mi Rabbin ne yaptı Ad Kavmi’ne?!.

Sütunlar sahibi İrem’e?.. Ki, ülkeler içinde onun benzeri yaratılmamıştı!..

Onlar soğuk ve şiddetli bir rüzgârla yok edildiler…

Allah, o rüzgârı yedi gece, sekiz gündüz, aralıksız olarak başlarına sardı…

Böylece o halk, içi boş hurma kütükleri gibi yere serildiler!..” diyerek, o kavmin haberini, elçisine vermiştir…

Kur’an dışındaki kutsal kitaplarda bahsi geçmeyen bu şehri, vahiy olmasa Hazreti Peygamber’in bilmesi mümkün olmadığı gibi, Kur’an’ın Sümerlerden alındığının da gerçek olmadığının ispatıdır!..

Şüphesiz, Kur’an, Allah’ın vahiy yoluyla Hazreti Muhammed’e indirdiği bir kitaptır ve Hazreti Muhammed yazmamıştır; O da Kur’an’a uyup, tebliğ görevini yapmıştır!.. (*) (**)

*

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan bir talep… Bir de öneri!..

“Ey iman edenler!.. Kendinizin, anne-babanızın ve yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak, adaleti ayakta tutun… …Adil olun… Allah, yaptıklarınızdan haberdardır!..”

58 yaşındayım… 86 yaşında annem var benim… Anjiyo olmuştu kalp rahatsızlığı var… İlaç kullanıyor… Hiper tansiyonu var. Akciğerinde sorun var... Romatizma var, gözleri iyi görmüyor!.. Arada bir fenalaşır; iğne yaptırır... Bazen de serum takarlar!..

Yaşadığı ilçede, ciddi anlamda ilgilenebilecek kimse olmadığı için sabah, öğle sonu ve akşam olmak üzere günde 3 defa ararım. Bazen 5 defa da ararım ama 3 kez kesin ararım!..

2 Haziran’da aradığımda, kendisini iyi hissetmediğini söyleyince; ben de, “gelirim” dedim ve gittim!..

4 Haziran sabahı saat 10:00 gibi, ilçe hastanesinin aciline götürdüm…

Muayenesini yapan hekim, tahlil yaptırmamız gerektiğini söyledi… Elimize herhangi bir barkod filan verilmediği için çıkıp, görevli; sonradan da adının S.S.A. olduğunu ve polisin ‘ebe’, tanıyanların ‘başhemşire’ dediği hanımefendinin oturduğu masaya gittik.

İdrar tahlili için çıkış aldı, bardağa barkodu yapıştırıp, bana verdi…

Kan tahlili için olan barkodu bize vermeyip, kendi aldı ve biraz asabi görüntüsüyle, eliyle işaret ettiği yere doğru gidip, sola dönünce karşıdaki koltuğa oturmasını istedi annemden… Koluna girip götürdüm… İki tüp kan aldı ve ‘zemin kata inin’ dedi.

Kan ve idrar tahlilini verdikten sonra, ne zaman çıkacağını sordum: “2 saat sonra” dediler… 11:35’te telefonuma; “Tahlil sonucunuz çıkmıştır, lütfen muayene olduğunuz polikliniğe başvurunuz…” mesajı geldi ve 1 ya da 2 dakika sonra da ekranda yazdı… Kontrol için doktora gittik... Hekim, “Hani film?” dedi. “Bize film demedi kimse” dedim. Sonuçta filmi de çektirdik...

Serum verilmesine karar vermiş…

Kan alan asabi hanımefendi, elinde kağıtla konuşuyordu.

Serum harici, daha çabuk bir şey yapılma imkanı var mı” diye sordum…

Köyler(Mahalle)den gelenlere bağırıp çağırmayı, kendini büyük görmeyi o kadar içine sindirmiş ki, bağırarak bir şeyler söyledi! Ben hem hiper tansiyon hem de günde iki defa farklı, ağır antidepresyon hapı alıyorum ve kahvaltı yapmadığım için almamıştım. Kağıdı masaya vurdu!

Hastaya bakmıyorum” dedi.

Benim doktora hakaret ettiğimi söyledi… Daha sonra anladım ki, kameranın görüş alanına girmeyen ve kolon da bulunan bir yere yönünü dönüp, sırtı da bize gelecek şekilde hakarete devam edince; ilaç almadığım sorun çıkar korkusuyla, “Hakaret etme, böyle konuşma” dedim.

Devam edince de, iki defa “Polis çağır, polis çağır” diye sesimi yükselttim… Hastane polisi bir kişi geldi. Memurun yanının gidip, “Beni götür, ifademi al” diyerek, gidecektim ki, halâ bulunduğu yeri terk etmeden hakaret ediyor, “İşine bak, kes sesini!..” şeklinde bağırdım!.. Hastane içerisindeki polis odasına gittik... Polis, 2 tane güvenlik görevlisi çağırıp, beni beklemelerini söyleyerek gitti!

Beyaz Kod’ vermişler!.. Epey zaman sonra sivil polisler geldi... Ben giderken bahsi geçen personelin, arkamdan küfür ettiği söylendi!..

Bu arada, şikayetçi personel ne kendisi vermiş ne de diğer personele, annemin talebine rağmen yaklaşık 35-40 dakika serum verdirtmemiş!

Annem, hastane polisinden yardım istemiş ve daha sonra dışarı bizim yanımıza geldi… Saat: 12:15 ya da 12.20 arası, ben annemi götürmek isterken, hastane polisi yanımıza gelerek, “Teyze, nereye gidiyorsun, ben serum işini ayarladım, gel serum verecekler” diyerek, benim de dışarıda bulunduğm yerden biraz daha uzağa gitmemi isteyerek, anneme serum verilmesini sağladı!

1990’lı yıllarda yeni kurulan ve benim de çalışmaya başladığım gazetenin tanıtımı için 2 defa illeri gezdim... Daha sonra, emekli olmama yakın dönemde, gazeteyeİl İl Türkiye’ başlıklı yazı dizisi için bir defa daha ve ardından aynı isimle yayımlanan kitap için bir daha 81 ilin tamamı, 922 ilçenin 500’ünü gezdim ve hiç bir hastanede ve hiç bir personelle tartışma, karokulluk olma ya da mahkemelik işim olmadı.

Öte yandan; Bahçelievler-Yenibosna’da oturmam nedeniyle, eşimin hamileliğinin 5 buçuk aylık dönemdeki kontrollerini, evime yakın olan Hayrunnisa Hastanesi’nde yaptırdım… Son gidişimizde, bir sıkıntı olduğu ve çocuğun engelli ihtimali olma durumu nedeniyle Cerrahpaşa’ya gitmemizi tavsiye ettiler! Orada görüştüğümüz hekim, çocuğun doğsa bile yaşamayacağını söyleyerek, kürtaj yaptırmamız için Esenler’de bir özel hastane ismi verdi!..

Oradan ayrıldık ve Bakırköy Yenimahalle Kadın Doğum Hastanesi’ne gittik... Kontrol ettiler ve zehirlenme olabileceği öngörüsüyle eşimi hastaneya yatırdılar…

4 Ocak 2004 yılında, 6 aylık; pramatüre ve 1 kilo 125 gram, aynı zamanda ‘osteogenesis imperfekta’ olarak çocuk dünyaya geldi. Çocuğumdan dolayı, sürekli hastanelere gittim ve gitmekteyim! Hatta ilk zaman hastaneden taburcu edildikten sonra gelişim göstermeyen çocuğun kuveze alınması gerektiği, alınması için de, kontrol yapan hekimin özel muayenehanesine gitmezsek, yatma imkanı olmadığı, anlayacağımız dille anlatıldı!..

Gazeteden birilerini aratmadan, siyasetten bir talepte bulunmadan, hekimin Gaziosmanpaşa’daki özel muayenehansine bir cuma günü gittik, ücretini ödedik ve pazartesi, çocuğu kuveze aldılar!..

Böyle bir zamanda bile sorun çıkarmayan ben; gece-gündüz hastanelerde olmama rağmen ne Türkiye’yi dolaşırken ne de çocuğumun tedavisi için uğraşırken karakolluk, ifadelik ve mahkemelik bir durum yaşamadım!

Ta ki, 4 Haziran 2024 Salı gününe kadar…

İfade için gittiğimiz karakolda, bizi bekleme salonunda 90 dakika bekletmeleri, bekleme salonunda ifade alma dayatması, (izlenmediği halde) ifade alan memurun başhekimle videoyu izlediğini, benim saldırdığımı, küfrettiğimi, hatta vurduğumu; annemin şikayetçi olmaması için sözlü şiddete maruz kaldığını, söylediklerimin bir kısmının yazdırılmadığını, bir kısmının eksik yazıldığını ifade özgürlüğünün ancak onun istediği şekilde ifade vermek olduğunu, … bize dayatmaya çalışan polis memuru için size söyleyeceğim bir şey yok! Başhekim ve polisin davaya dahil edilmesi için hukuki bütün yolları sonuna kadar zorlayacağım!..

Kısacası; Yatağan’da görevli Uzman Çavuş Ali Aladağlı’ya, Muğla’da 14 Mart 2022 yılında kumpas kuran Doktor Tahir Tarımer olayının bir benzeri bize yaşatılmak istenmiştir!..

Sayın Bakan, yazının başlığındaki talebim şudur: Bu tür davaların birçoğu “personelin şikayetinden vazgeçmesi” nedeniyle genellikle kamu davasına dönüşürken, bazen de savcılık tarafından takipsizlik verilmektedir!

Ben, davaya takipsizlik verilmesini ve personelinizin şikayetinden vaz geçmesini istemiyorum!.. Personelinizin şikayetinden vazgeçmemesi için ne gerekiyorsa yapılmasını talep ediyorum!..

Benim hayatımı da yaksa, ben bu davayı sonuna kadar sürdüreceğim!.. Suçluysam, verilecek bütün cezalar başım gözüm üstüne!..

Malcolm X’in; Ben gerçeğin peşindeyim; kimin söylediği önemli değil. Ben adaletin peşindeyim; kim için ve kime karşı olduğu önemli değil dediği gibi; ben sadece kendim için değil, sağlık personeline karşı işlenen suçlarda cezalar yarı oranında artırılmasına rağmen, her gün gazetelerin üçüncü sayfasında bu konuda bir haber çıkmaktadır! Hapis yatmayı göze alan bu insanların tamamının suçlu olduğunu söylemek yanlış olur! Dolayısıyla, sağlık personeline diğer memurlardan farklı ceza iltiması sağlanmasına rağmen olaylar durmuyorsa, burada bir yanlışlık olduğu ve bazı sağlık personelinin sütten çıkmış ak kaşık olmadığı da aşikârdır!

Bu konuda, herkes için adalet mücadelesinde gelebilecek bütün zorluklara hazır olarak davamın devam ettirilmesini talep ediyorum!..

Bu vesileyle, hekimleri olayın içine katmadan; bana ve başkalarına uygulanırken şahit olduğum; bordo, yeşil, mavi, lacivert, kahverengi, kırmızı önlüklülerle, temizlik görevlilerinin, kantincilerin, güvenlikçilerin hasta ve hasta yakınlarına; “Geri dur, yaklaşma, kapının dışında bekle, girme dedik, o çizgiyi geçme, sağır mısın, bağırmadan konuş, haddini bil, oradan söyle, ben insanlık yapıp, 4 ay sonrasına ultrasyon tarihi veriyorum sana, masaya yaklaşma dedim; çık dışarı, sen kiminle konuştuğunu bilmiyorsun galiba, mal mal bakma dayı, ne dedin sen, defol git o zaman” türü, insanlara “insanlık dışı” muamele (Okuyan-yazan biri olarak hayatta en nefret ettiğim şey bu  ve kendilerini dünyanın en üstün insanları görenlerdir) yapan ve kendilerini “tanrı-tanrıça” ilan etmiş kişilerin zulmünün durmasına bu davayla vesile olabilirsem, hayatımın onur kaynağı olacak!..

(Olay mahkemeye intikal ettiği için, sıkıntı olmaması açısından yer ve isimleri yazmadım... Talep olursa, bahtiyarakcicek@hotmail.com adresinden her türlü bilgi almak mümkün…)

Önerim de şudur:

Ekonominin her şeyin önüne geçtiği günümüzde, hastanelerde yaşanan kavgaların, vergi dairelerinde yaşanması gerekirken, maalesef hastanelerde yaşanmaktadır!.. Ben mesleğimden dolayı bütün haberleri takip etmekteyim… Yanılmıyorsam; vergi daireleri ile ilgili en son olay 90’ların sonu ya da 2000’lerin başlarıdır… Büyük ihtimalle Ankara idi… Kendisinden rüşvet isteyen bir vergi memurunu esnaf, tabancayla vurmuştu!..

Aradan 20 yıldan fazla zaman geçti ve ben bu konuda benzer başka bir haber görmedim. Hastaneler ve sağlık personeliyle ilgili ise “asayiş haberi” çıkmayan gün yok!..

Bence sağlık personeline halkla ilişkiler eğitimi verilmelidir!

Hastane müdürü bir arkadaşımdan dinlediğim bir olayla yazımı bitireyim…

50’li yaşların üstünde bir hastaya, elinde paspas olan ve sürekli yerleri paspaslayan biri; “Dikilme, o tarafa geç, paspasın önüne niye geçiyorsun, burada durma!..” gibi sözlerle bağırmış ve hakaret etmiş!

Hastanın itirazına da paspaslı kişi; “Ben sağlık personeliyim, itiraz edemezsin” filan diyerek, olayı büyütmüş.

Hasta, muayeneden vazgeçip, kişinin kim olduğunu öğrenme peşine düşmüş ve öğrenmiş. “Şikayet edecek” birini sormuş... “Niye şikayet edeceksin?” tepkisine ve farklı yerlere yönlendirilmesine karşı vazgeçmemiş, hastane müdürü arkadaşa ulaşmış!

Hastane müdürü, ‘Hasta haklıydı’ dedi.

Hastanın bir şekilde gönlünü alıp, gitmiş o elindeki paspaslı temizlik görevlisine; “Sen sağlık personeli değilsin!.. Hasta nerede durursa dursun, müdahale senin işin değil; bizim personelimiz gerekeni yapar! Sen temizlikçisin; buranın temizliğinden sorumlusun. Bir daha şikayet gelirse, burada olmazsın demiş!..

Olayın özeti budur!..

Çalışmalarınızda başarılar diliyorum…

.

Ali Mevlüt Kaya, dikGAZETE.com

(*) https://sorularlarisale.com/video/irem-sehri

(**)

Ali Mevlüt Kaya
Ali Mevlüt Kaya

Ali Mevlüt Kaya kimdir?

Kitap editörlüğü yaptı…

1993’te gazeteciliğe başladı… Gazetenin birkaç bölümünde çalıştı…

Kültür-sanat sayfasında kitap tanıtımı ve kitap eksenli yazılar yazdı.

Beklenen Vakit, Anadolu’da Vakit, Akit, Yeni Akit ve Milat gazetelerine promosyon kitap yazdı.

Gazetenin Marmara ekini hazırladı.

İl İl Türkiye’ yazı dizisi ve kitap çalışması için illeri gezdi, görüşmelerde bulundu, fotoğrafladı. 

Kitapça dergisini çıkardı ve genel yayın yönetmenliğini yaptı.

İzdiham’a haftada bir defa olmak üzere uzun süre yazdı.

Yeni Pazar ve Freud Üniversitesi’ninProfesyonel Gazetecilik Eğitimi’ni tamamlayarak belge aldı.

Anadolu Üniversitesi’nin düzenlediği ‘Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Sertifika Programı’ sınavını kazanarak, sertifika aldı.

Kendi adı ve müstear isimle biri şiir olmak üzere değişik konularda kitapları yayımlandı.

2014 yılında emekli oldu…

Kitap okuyor!...

.

dikGAZETE.com

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?