"...Tekmil ufuklar kışladı
Dört yön, onaltı rüzgar
Ve yedi iklim beş kıta
Kar altındadır..."
:
Alfabenin onuncu harfini sever hem de çok severdi...
Hep annesine gelsin, onun yanında olsun isterdi. O, 29 yaşında olduğunu söylerken, onun yanındaydı.
9'u bitirip 10 yaşına girmişti...
Komşular; aralarında bir tek ev var…
Annesinin en samimi arkadaşı… Evli, çocuğu yok… Ona teyze demek içinden hiç gelmiyor, ama adını söylese anlarlar!.. Mecbur 'Hale Teyze' demeye!
Annesinin arkadaşı Hale teyzeye aşık!..
İlk aşkı Hale için; 'Ah Hale, beni düşürdün ne hale?' dediği bir dönemde, aşağı mahalleden başka birine kendince aşık oldu ki, o zaman da 16 yaşındaydı...
Sonrası hayatı bölük pörçük...
İstanbul'da, yine adının başı onuncu harf olan Handan ile arkadaş oldu fakat beraberliği uzun sürmedi... Sürekli aynı yere götürdüğü ve sürekli muhallebi yedirdiği bahanesiyle Handan tarafından terk edildi!
Aklı, kendine göre, aşağı mahalledeki 'büyük aşk'ına takılı kaldı!..
Bütün çektiklerinin müsebbibi yine kendine göre o kızdı.
Birileriyle içtiği zamanlarda konu mutlaka gündeme gelir ve sarhoş narası şeklinde bir 'ah' çekerdi ‘of’ şeklinde ama türküde olduğu gibi ‘karşıki dağlar yıkılmazdı!..’
*
Biraz da Sami Hazinses'inki gibiydi bunun aşkı... Sami Hazinses; “İstedim vermediler, ben de ondan sonra evlenmedim” demişti yaşarken... Bu isteyemedi, kendince aşık oldu!..
Aşık olmak ‘serotonin’i yükselttiğinden mutlu olması gerekirken, bunun aşkı tam zıddı depresif etki yapmıştı!..
Bugüne kadar kumaştan başka pantolon giymedi... Pantolon ütülü, ayakkabı yumurta topuktan büyük yani yüksek topuk, sivri burun…
Yaz günlerinde gömleğin kollarını da neredeyse dirseklerine kadar sığayıp, bağrını da açması; eline sıktığı limonun suyunu saçlarına sürüp, parlatması; fiyakalı yürüyüşü yok mu; ko gitsin!..
Kendi tabiriyle ‘cillop’ ya da ‘jilet’ gibi olurdu!..
*
Ve kış, bu sene çok sert bir giriş yapmıştı...
800 Lira borcu yüzünden devamlı kaldığı ve arasının da iyi olduğu otel sahibi tarafından paranın en azından yarısını ödeyinceye kadar kaldığı odaya sokulmayıp, kapı dışarı edildiği yetmiyormuş gibi, hiç bir eşyasını hatta yeni ütülettiği kahverengi pantolonunu almasına bile izin verilmemişti... Üstelik mevsim kış ve 'netameli ay, Aralık'tı!
Son dokuz yıldır içmiyordu fakat o zamana kadar rakıyı hep sek içti!..
Mezesi de kavun ve peynir!.. Ama hayatında bir defa 'SEK Süt' içmedi...
Zeytinburnu Nuripaşa Mahallesi ve Kanarya'da gecekonduda yaşadığı dönemlerde, 'Siiiiiiiiiiiittt..!' diye bağıran, mahallenin sütçüsünden alıp içerdi her daim...
Aşık Daimi'nin, "Ne ağlarsın benim zülfü siyahım, bu da gelir bu da geçer ağlama"yı da dinler ve "deler de geçer" şeklinde eşlik ederdi kafayı çekerken...
Bir de, para varken pastanede börekle birlikte içerdi sütü...
*
61 yaşındaydı...
Ona her yer Trabzon değil, her şey otel odasıydı!.. İzmir Çeşme'nin sünger gibi kumlu plajlarında suya giremedi ama Menekşe'de kabin kiralayıp yüzdü...
Kumluca'da, Demre'de de...
Finike, Fethiye ve Dalyan da nasip olmadı...
Boy aynı fakat görüntü olarak Dalyan Rıza’nın biraz zayıfıydı…
"Adın kader olacağına, kaderin kader olsun, di mi abi" diye arabesk takıldığı gibi, arada; "Bağım mı var ekeyim, bahçem mi var dikeyim, benimki de kader mi, ben böyle kaderi s.....!.." diye günaha girmişliği de vardı!..
Bir ara Aydın'da takıldı...
Nazilli, İncirliova, Söke...
Buharkent ve Kuyucak'ı gördü ama oralarda kalmadı... 'Kuyucaklı Yusuf' ve 'Anayurt Oteli'ni bilmezdi... Bildiği, kendi kaldığı otel ve berber Yusuf ile o zamanki adıyla Birinci Lig olan bugünkü Süper Lig'de yer alan Aydınspor'un Fenerbahçe'ye İstanbul’da 6 attığı dönemdeki teknik direktörü Necdet Zorluer ile çektirdiği hatıra fotoğraf!..
*
11 Aralık, gece ve her tarafta kar...
“Baharı bekleyen kumrular gibi, sen de beni bekle sakın unutma” şarkısının müziği geliyordu sanki uzaklardan…
Oysa Bahar hep içindeydi ve sevdiği kızın adı Bahar'dı... Kıştan bahara çıkarsa, Bahar'a da çıkardı…
16 yaşında aşık olduğu kızın çehresini canlandırmaya çalışarak, sigaradan bir efkâr çekti...
Ayak başparmağında donma var gibi hissetti... 'Ben bu hale düşecek adam mıydım a..... koyayım?!' diye isyan etti için için... "Bu havada insan dışarı konulur mu" diye kızdı!
Gırgır'ın kahramanlarından "Utanmaz Adam", otel sahibinden dürüsttü aklınca… Hatta "Zalim Şevki ve de Kelek Osman" bile onun kadar kelek atmazdı!
"Resepsiyonunun da, senin de...." diyerek otel sahibinin nesi varsa kalayladı!..
*
Yeniden yumuldu ve sigarayı emzikteki çocuklar gibi sıkıp, asit kuyularından daha yakıcı; ‘derin devlet’ten daha derin çekti içine!..
Bu önü-arkası açık yerde, altına serdiği kartonun üstünde gözleri kapanırsa, uyurdu ve uyursa öleceğini biliyordu!.
Camiye gidip yatmak aklına gelse de, cami kapılarının kilitli olduğunu görmüştü Küçükpazar'da yine böyle 1 Lira'sız olduğu ve otele alınmadığında!..
Esasında en iyisi bir hastanenin 'Acil'ine gitmekti ama bugüne kadar genel sağlık sigortasından faydalanmak için ödenecek aylığı ödememişti.
Kendisi bir yana, emekliliği hak etmiş, yaş bekleyenlerden de bu parayı almalarına akıl sır erdiremiyordu!
Yaşını bekleyen kişi, para yatırmayınca hastaneye gidemiyordu! Sorumlu bakana bu işin mucidini nerede bulacağını sormalıydı ağzını burnunu kırmak için!..
*
Pantolonunun ütüsü bozulmasın diye uzun süre dizlerini bükmedi…
Göz kapaklarına hakim olmalıydı…
Uyursa, donarak öleceğini bildiğini ikinci kez hatırladı…
Süzgün süzgün baktı…
Geceydi ama göz alabildiğince denizdi gördüğü ve güneş vurmuş yüzüne...
Işıklar kırılıyor suda...
Marmara değil, Akdeniz değil; Ege mi acaba?!
Evet, 61 yaşındaydı fakat tersinden okursa 16...
Aşık olduğu yaş...
İçinden bir umut YHT gibi hızlı geçti...
Denize ve aşka yeniden yelken açmak...
Ama bu kışı aşmak!..
*
Birden ürperdi!..
Gecede siyahlar içinde bir afet...
"Merhaba yakışıklı" dedi.
"Merhaba güzelim" diyebildi fısıldayarak.
"Gidelim mi?"
Denizi gösteriyordu kafasıyla...
Saçlar siyah içinde siyah...
Gözlere baktı...
Zeytin karası... Havran zeytini gibi iri...
Bahara çıkacak ve Bahar'a gidecekti!...
Siyahlı afet; "Hadi" dedi sert bir sesle: "Gidiyoruz..."
Elini ona uzatacağında, afetin elini gördü. 'Giden Gelmez Dağları'nın karı kadar beyazdı eli; elbise ve tenine inat...
Şimdi de; Ayfonkarahisar yolunda trafik kazasında ölen Kerim Tekin'in, 'Kar beyazdır ölüm' şarkısının melodisini dinliyor gibiydi...
İçi de yanıyordu...
"Aşgın beni deleyledi yakdı yakdı kül eyledi, elaleme gul eyledi" diye yakardı 'Bozkırın tezenesi' Neşet Ertaş ama bu yakış öyle değildi...
Birden canı öyle su çekti ki...
Ne Ferdi Tayfur'un bir tas su içtiği çeşme, ne İzmir Çeşme, ne de oteldeki çeşme ateşini söndüremezdi!..
En iyisi gördüğü uçsuz bucaksız denizdi.
Gözleri denize dalgın, 'götür' diye içinden mırıldandığı anda; yine içinden bir pamuk topunun dikenlere sürterek götürülüşü ve her dikende bir parçasının kalışı gibi, acıyor ve bir şeyler kopuyordu kendinden…
"Gidelim" dedi afet!
O an dünya ile arasına bir berzah çekiliyordu kıyamete kadar sürecek!..
.
Ali Mevlüt Kaya, dikGAZETE.com
Twitter: @alimevlutkaya