Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ) Uluslararası Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Halit Çınarka, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tüberkülozun çoğunlukla hava yoluyla bulaşan bakteriyel bir hastalık olduğunu, bununla ilgili farkındalık oluşturmak ve toplumu bilgilendirmek amacıyla 1947'den bu yana ocak ayının ilk haftasının "Verem Eğitim ve Propaganda Haftası" olarak çeşitli etkinliklerle değerlendirildiğini söyledi.
Hastalığın tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu, bulaşıcı hastalık olması nedeniyle önemli bir halk sağlığı sorunu olarak etkisini hala devam ettirdiğini dile getiren Çınarka, "Dünyada hala yıllık 10 milyon civarında yeni tüberküloz hastası saptanmakta olup, bu hastaların 1,5 milyon kadarı hastalık nedeniyle ölmektedir. Ülkemizde ise tüberkülozun bildirimi zorunlu olup, uygulanan başarılı takip-tedavi uygulamaları ile son yıllarda yıllık 20 bin civarı olan hasta sayısı, 12 binlere kadar düşmüştür." diye konuştu.
"Tüberkülin Cilt Testi yapılarak anlaşılmakta"
Halit Çınarka, tüberkülozda enfeksiyon ve hastalığın farklı kavramlar olduğunu, tüberküloz enfeksiyonunun herhangi bir hastalık bulgusu olmaksızın, canlı tüberküloz basilini bir kişinin vücudunda taşıması anlamına geldiğini, enfeksiyonun varlığının Tüberkülin Cilt Testi yapılarak, testin pozitif bulunmasıyla anlaşıldığını anlattı.
Tüberküloz hastalığında ise tüberküloz basilinin, organ ya da organlarda aktif bir şekilde yayılarak hastalığa ait belirti ve bulguların ortaya çıkmasına neden olduğunu ifade eden Çınarka, şu bilgileri verdi:
"Tüberküloz en çok akciğerleri tutmakta olup, lenf bezleri, böbrek, mide, bağırsak, beyin, omurga gibi pek çok doku ve organı tutup hastalık yapabilir. Öksürük, ateş, balgam, kan tükürme, göğüs ağrısı, halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı gibi belirtileri olan kişilerde hastalıktan şüphelenilir. Çekilen akciğer grafisi lezyonları göstermede yardımcıdır, ancak kesin teşhis laboratuvar ortamında basilin gösterilmesiyle konur. İki haftayı geçen tüm öksürüklerde bir sağlık merkezine başvurulması önem arz eder. Diyabet, kronik böbrek yetmezliği, bağışıklığı baskılayan hastalık ve tedaviler, silikozis, mide-bağırsak ameliyatı geçirmek, beslenme bozuklukları ve HIV enfeksiyonu gibi durumlar enfekte bireylerde, hastalığın gelişimine yatkınlık sağlar."
"Yayılmada en önemli faktör tedavisiz kalmış kişiler"
Hastalığın yayılmasında en önemli faktörün tedavisiz kalmış bireyler olduğunu vurgulayan Çınarka, "Tedavi edilmediği takdirde bir hasta yılda 20 kadar bireyi hasta edebilir. Bu nedenle tüberkülozu kontrol altına alabilmenin en iyi yolu, hasta bireylerin hızlı teşhisi ve tedavi edilmesidir." dedi.
Doç. Dr. Çınarka, tanısı konan bireylerin tedavisinin devlet tarafından Verem Savaş Dispanserlerinde ücretsiz verilen ilaçlarla sağlandığını, genel durumu aşırı bozuk olmayan, karaciğer ve böbrek yetmezliği, diyabet gibi ek hastalıkları bulunmayan kişilerin tedavisinin ayaktan yapıldığını ifade ederek, şunları kaydetti:
"Tedavi başlandıktan 3 hafta sonra hastalığın bulaştırıcı özelliğinin kalmadığı varsayılır. Tüberküloz teşhisi konan yeni olgulara 6 ay kadar süren ilaç tedavisi yapılmakta ve tedavi başarı oranı oldukça yüksek olmaktadır. Tedavinin düzensiz ya da yetersiz alınması gibi durumlarda basil verilen ilaçlara direnç geliştirebilmekte, bu da tedavi başarısını zorlaştırmakta ve tedavi süresini oldukça uzatmaktadır. Ülkemiz, tüberkülozun teşhis ve tedavisi için tüm olanaklara sahiptir. Sonuç olarak, hava yolu ile bulaşan bir hastalık olan tüberküloz önlenebilir, tedavi edilebilir bir hastalık olup tedavisi ülkemizde ücretsiz olarak yapılmaktadır. Önemli olan erken teşhis ve tedaviyle hastalığı yenmek ve bulaşı önlemektir."
"Hastaların yüzde 66,4'ü, akciğer tüberkülozu"
SBÜ Öğretim Üyesi ve Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Oğuzhan Okutan da "Tüberküloz, dünya genelinde ölümün en önemli 10 nedeninden biridir ve tek bir bulaşıcı enfeksiyöz etkenin neden olduğu en sık görülen hastalıktır. Milyonlarca insan, hala tüberküloz ile hastalanmaya devam etmektedir. Dünya nüfusunun yüzde 23'ü olan yaklaşık 1,7 milyar insanda, klinik olarak aktif hastalığın olmadığı immün yanıt durumu olan latent tüberküloz enfeksiyonu olduğu tahmin edilmektedir ve bunların ömürleri boyunca aktif tüberküloz hastalığı geliştirme riski bulunmaktadır." diye konuştu.
Prof. Dr. Okutan, Tüberküloz Daire Başkanlığı verilerine göre, Türkiye'de 2016'da toplam hasta sayısının 12 bin 417 olduğunu, hastalık insidansının yüz binde 15,3 olarak hesaplandığını aktararak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hastaların yüzde 66,4'ü, akciğer tüberkülozu hastasıdır. Yıllara göre ülkemizdeki tüberküloz olgu hızları incelendiğinde, 2005'te insidansın 29,8 ve toplam olgu sayısının 20 bin 535 olduğu ve 2016'a kadar yıllar içerisinde hem olgu sayısının hem de insidansın azaldığı görülmektedir. Ülkemizde özellikle büyük şehirlerde tüberküloz olguları içerisinde yabancı ülke vatandaşı olan olgu sayısında bir artış olduğu (2016'da 904 hasta ve toplam hastaların yüzde 7,3'ü) ve bu hastaların tedaviyi terk oranlarının yüzde 11,1 gibi yüksek bir seviyede olduğu tespit edilmiştir. Yabancı ülke doğumlu hastaların ülkelerine göre dağılımına bakıldığında, yüzde 56,2'si Suriye, yüzde 7'si Afganistan, yüzde 6,7'si Azerbeycan ve yüzde 3,2'si Bulgaristan doğumlu olduğu görülmektedir."
Oğuzhan Okutan, Türkiye'de 2006'da uygulanmaya başlanan Doğrudan Gözetimli Tedavi Stratejisi kapsamında 2005'ten itibaren dispanserlere kayıtlı her bir hastanın verisinin bireysel olarak toplanmaya ve analiz edilerek raporlanmaya başlandığına işaret ederek, ülkede 2010'da her ilde en az bir adet olmak üzere her 500 bin nüfusa bir dispanser olacak şekilde yeniden yapılandırma çalışması başlatıldığını kaydetti.
Genel olarak bakıldığında Türkiye'de tüberküloz hastalığı ile ilgili mevcut durumun dünya ortalamasından çok daha iyi durumda olduğunun, yıllar içerisinde hasta sayısının azaldığının görüldüğünü dile getiren Okutan, hastaların yaş ortalamasının, hedeflendiği şekilde yıllar içerisinde arttığının görüldüğünü de sözlerine ekledi.
Kaynak: AA
dikGAZETE.com