İstanbul
TRT Spor yorumcusu Cem Dizdar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türk futbolunun kötü bir durumda olduğunu ve ülke insanının buna itiraz etmemesini anlayamadığını belirtti.
Yanlış gördüğü durumları kolay kolay kabul edemeyen bir yapıya sahip olduğunu anlatan Dizdar, "Doğru bulmadığım bir şeye 'doğrudur' diyemem. En fazla bir şey söylemem. Bu ülkenin oyununda olan biten şey bana çok acı veriyor. Ülkede itiraz etme hor görülen bir şey olmuş. İtiraz etmeyi hor görmeye başlayınca insanlar, bu sistemin içinden nemalananlara gün doğuyor. İnsanlar takım tutma motivasyonuyla yanlışlara sahip çıkıyor." ifadelerini kullandı.
Türk takımlarının transferde yaşlı oyunculara yönelmesinin doğru olmadığını anlatan Dizdar, şöyle devam etti:
"İngiltere Premier Ligi bir oyuncu alırken, biz iki buçuk oyuncu almışız. Yapılabilir bir şey mi? Bizde her şey normal karşılanıyor. Herkes biz güçleneceğiz iddiasında. Hesapsız kitapsız işler bunlar. Yaşını başını almış 30 yaş üstü dünya kadar oyuncuyu buraya toplayıp getiriyorsun. Bunu ne denetleyen var ne bu konuda fiili düşünsel bir çalışma var. Yaşları düşürme, maliyetleri düşürme üzerine plansız programsız yapılan işler. Yıkıcı bir rekabet ortamı. Herkes şampiyon olmak istiyor sözde. Herkes Avrupa kupalarına gitmek istiyor sözde. Şuradan Kapıkule'den çıktıktan sonra çantayı açmadan herkes geri dönüyor. Yani her giden bir maçtan sonra bizim lige dönüyor. Gereksiz bir maliyet. İnsanlar oynanan oyundan memnun değil. Çünkü hocalar ve oyun gelişmiş değil. Oyunun bir yöntemi yok. Dünyadaki futbola bir katkımız yok. Fiziksel ve zihinsel bir katkımız yok. Üç beş tane genç çocuğumuzu biz burada görmeden onlar aldılar, ondan başka bir şeyimiz yok. Elimizde ne var, Galatasaray'ın UEFA ve Süper Kupası var. Bir Dünya Kupası üçüncülüğü var ama yeri göğü inletiyoruz futbol futbol diye. Bütün bu gürültünün karşılığı bu mudur yani. Oyuncun yok sürekli dışardan oyuncu getiriyorsun."
Türkiye'de çok yeni ve iyi statlar olmasına rağmen zeminlerin çok kötü olduğunu dile getiren Dizdar, "Bir ara 4 kulübün borcunun 15 milyarın üzerinde olduğu söyleniyordu şimdi son döviz kuruyla bu artışlarla o borçlar nereye çıktı onu bilmiyorum ama şöyle bir şey de söyleniyor. 'Sattığın kadar alacaksın, biz bu sene kar açıkladık' diyor. Kulübün 2,5-3 milyar borcu var, kar açıklıyor. Bu hesaplar nasıl yapılıyor, kim buna izin veriyor, ülkenin çoluğu çocuğu oynayacak alan bulamıyor, zemin bulamıyor, zaman bulamıyor. Zaman da verilmiyor. Bu oyunu geliştirmek bu halde güç o zaman napıyorsun sadece bir televizyon gösterisi olarak sürekli dışardan oyuncu getiriyorsun. O da yaşını başını almış adı sanı bilinen oyuncular, esasen biz biraz hatıra satın alıyoruz. İnsanların geçmişlerini satın alıyoruz." diye konuştu.
Kulüplerin, ısrarla aynı şeyleri denediğini ve yanıldığını aktaran Dizdar, şunları kaydetti:
"Futbolcularımız çok beceriksiz değil. Bir alt ligden giden Zeki Çelik, Çağlar Söyüncü bir dönem bizim buraya uğramış gitmiş Merih Demiral bize çok şey anlatıyor olması gerekir. Doğru okul, ekol ve öğretmenlerin elinde herkesin çocuğu kadar bizimkiler de yükselir. Premier Lig'de ilk 11'e girmek az bir şey değildir. Bunlar önemli işlerdir ancak biz bir türlü işin doğru yanını tutamıyoruz. Tutmak istemiyoruz. İşin doğrusu bu, çalışmıyoruz yani çok açık. Öğretmenlerimiz ehil değiller, çok açık ki öğrencilerimizi yani futbolcularımızı sağlıklı ortamlara eğitemiyoruz. Onları maç edenden futbol oynayana bir türlü sıçratamıyoruz."
"UEFA'nın sertliğini biz de içerde uygulayabilmeliyiz"
Cem Dizdar, kısıtlama ve cezalar konusunda UEFA gibi davranılması gerektiğini dile getirdi.
Türkiye'nin Almanya ile eşit nüfusta bir ülke olduğuna değinen Dizdar, "Sporcu sayısında, davranma biçimlerinde hemen hemen her şeyde çok arkalarındayız. Oysaki buralardan başlayarak yani oyundan başlayarak kendi hayatımızı düzene sokabiliriz. Birbirimizi anlayabiliriz, dinleyebiliriz çünkü oyun hayatı över. Biz oyundan da münakaşa çıkarıyoruz. Hiçbir konu bulamazsak hakeme sarıyoruz, hakemi parmağımıza doluyoruz, bu da her şeyin önünü tıkıyor. O zaman öz eleştiri yapamıyoruz. Maçı kaybeden teknik adam arada bir 'sorumlusu benim' diyor ama o sorumluluğun karşılığı nedir bunu açıklamıyor. Bir tür geçiştirme tutumlarıyla günü atlatıyoruz. Ne yazık ki devamı da gelmiyor." değerlendirmesinde bulundu.
Alt liglerdeki uygulamaların üst liglere yansımadığının altını çizen Dizdar, şunları kaydetti:
"UEFA'nın sertliğini biz de içerde uygulayabilmeliyiz. Futbolun bir tane statüsü var. Gelir gider tablosu, harcama limitleri. Bunlar sürekli anlaşılamaz şekilde delindikçe oyunu disiplin içinde tutmak mümkün olmuyor. Futbol Federasyonu verdiği bir kararı 3 gün sonra pekala değiştirebiliyor. '14 yabancı kuralı' diyor, 'bu sene erteledik' diyor. 'Bu sene erteledik' demek ne demek? Bir dahaki sene de bekleyin devam edeceğiz, belki de sınırsız yabancı diyeceğiz. Yani kuralları koyma ve kurallarda sabitlenme konusundaki tutarsızlığımız oyunumuzun gelişimini de engelliyor. Sorunu altı üstü bir tane VAR pozisyonuna indirgemek işin en kolayı. Oysaki hem bizim ülkemizde yetiştirdiğimizi iddia ettiğimiz sporcularımız hem sonuç getirsin diye yurt dışından getirdiğimiz sporcular bizim kendi vasat tarlamız içerisinde yok olup gidiyor. Bununla federasyon ilgilenmeyecekse kim ilgilenecek. Sonuçta özerk yapı. Kurallarını koyacaksın, yaptırımı yapacaksın. Oyunun içinden gelmeyen orta boylu bir bürokratı koysan, akademiden, iş sahasından, bankacılıktan birilerini götürüp oraya koysak eminimki bir takım profesyonellerin elinde sistem hem de amatör dernekler statüsüyle bile tıkır tıkır işler."
Spora ilişkin kitapların azlığından yakınan Cem Dizdar, şu açıklamada bulundu:
"En önemli şeylerden bir tanesi yayın gelirinde artık altıncılık yok. Çünkü yayıncı kuruluşun ödemeleri aksadı, fiyatlar düşürüldü. Dolar karşılıkları değiştirildi. Belli yerlere sabitlediler. Herkes bizim 3-5 futbolcuya ödenen paralara kafayı takmış. Sadece menajerlere 10 yılda ödenen paralara baksalar insanların dudakları uçuklar. 100 bin avrodan başlayan 8-9 milyon avrolara çıkan aralıkta menajerlik paralarına baksalar zaten ne çim saha, ne çocuklarına oyun sahası, ne futbol topu sorunların kalır. Bu paralar har vurup harman savruldu. Ondan sonra şampiyon olma iddasındaki kulüplerin taraftarları sezonların sonlarında 'paralar nerede' diye avazı çıktıkları kadar bağırdılar. Bunlar denetlenemeyen şeyler. UEFA'nın yaptıklarını biz içerde pekala yapabiliriz. Çok rahat yapabiliriz ancak bizi öyle aldatan rakamlarımız varki sanki o rakamlara sahipmişiz gibi davranıyoruz. Yani elimizde 7 milyon avro varmış gibi davranıyoruz, evet gelecekte olacağını öngörüyoruz. Sponsor, reklam, stat gelirinden ama hiçbir zaman gelmiyor. Her zaman açığı gittikçe büyüyen bir iktisadi modeli var bizim futbolumuzun. Bu iyileştirilebilir bir şey aslında çok basit. Bankacılık sistemini işletmeyi bilen insanları getirmek ve işletmelerdeki tasarruflu yaşamı, bilgiye dayalı oyunu zorunlu kılmak."
"Üretici bir ülke olmalıyız"
Cem Dizdar, Türkiye'nin futbolda uzun vadede başarıya ulaşabilmesi adına üretici bir ülke olması gerektiğini belirtti.
Ülke futbolunun kendi kendini küme düşürdüğünü vurgulayan Dizdar, "Hiç öngöremediğimiz şeyler üzerine sörf yapıyoruz. Çok iyi ve çok organize edilmiş bir şekilde Portekiz'in, Belçika'nın, Hollanda'nın yaptığı gibi başta üretici ve yetiştirici bir ülke daha sonrasında yarışmacı bir ülke haline gelmeliyiz. 15. sıraya düştük. Bir dahaki sene UEFA Şampiyonlar Ligi'ne ön elemeden gideceksin, bu şu demek bugünkü verilere göre Şampiyonlar Ligi'ne gidemeyeceksin. Artık Şampiyonlar Ligi'ne, belki UEFA'ya da gidemeyeceğiz. Göz göre göre kendi kendimizi küme düşürüyoruz. Kendimizde dahil herkes olanların sonucunun ne olacağını biliyor ancak tutkuyla transfere bağlı bir ülke olarak bildiğimiz sonumuzu gördüğümüz halde bütün bunları yapıyoruz. Bunlara çözümüm çok basit, böyle yönetmemek. Şu anda yapılanların tam tersini yapmak, şu andaki söylemin tam tersini söylemek, şu andaki eylemin tam tersini eylemek, şu andaki yaş ortalamasının tam tersini yapmak." diye konuştu.
Cem Dizdar, genç oyuncu ile tecrübeli futbolcunun aynı antrenmanı yapmasının doğru olmadığını da anlatarak, şu ifadeleri kullandı:
"Genç yaştaki oyuncularla oynanan oyun hem ilham verir, hem mutluluk verir, hem maliyetleri düşürür hem de atletizmi artırır. Takımında 6-7 tane 30 yaş üstü oyuncu olunca 18-24 yaş aralığındaki çocuklara onlarla ortak antrenman yaptırmazsın. 18-24 yaş arasının antrenman ihtiyacı başkadır, 34-35 yaşındaki oyuncuların antrenman ihtiyaçları faklıdır. Bunlar aynı yerde antrene edildiğinde bu gençlerin aleyhine bir durum oluşturur. Bunu anlatamazsın, çözüm nedir bütün bunları hayata geçirmektir. Bunlar zor yapılır şeyler değiller, tüm dünya buna dönüyor. Ya da adamın çok parası var topluyor dünyanın en iyi oyuncularını getiriyor onlarla oynuyor. Ona bir şey yapamazsınki sen. Juventus böyle oynuyor diyorlar ama sen Juventus değilsinki. Onlar hep artıda olan takımlar, onlar küresel markalar. Sen kendi ülkende markanı kabul ettirememişsin. Onlar dünyanın her yerinde sponsor bulan, her yerinde izlenirliği olan başka bir hikayesi olan başka bir endüstriyel faaliyetin temsilcisi. Sen o faaliyetin temsilcisi değilsinki onu taklit etmeye çalışıyorsun. Senin önce üretici olman gerekiyor. Bizim son dönemde yurt dışına gönderdiğimiz en iyi ön oyuncumuz herhalde Cenk Tosun. Takıma giremiyor. Kaç yaşında Burak Yılmaz'ı Fransa'ya gönderiyoruz. Bu kocaman ülkede böyle mi olmalı. Bu kadim kültürü olan bir ülkede böyle olmamalı. Bunu değiştirmenin yolu şimdi yapılanları lağvetmek ve bunların tersine ve modern zamanın günün uluslararası modellerini burada icra etmek. Elimizde bir tane örnek var kimse yüzüne bakmıyor Altınordu'nun. İnanılmaz bir şey. Bir tane daha yapılamadı yani onun maliyeti birkaç milyon avrodur. Oradan, 1 milyon avrodan başlarsın 20 yıl sonra 20 milyon avro olursun ama bizde hemen 30-50 milyon avroluk işler yapmaya çalışıyoruz. Doğru eğitim, iyi hocalar, iyi eğitim bir mutluluk olarak futbol dersin işi yükseltirsin ama bizde hep hazıra konma var.
"Hesaplarımızı makyajlıyoruz"
Cem Dizdar, Türkiye'de futbolcular ödenen paraların bilinenden fazla olduğunu söyledi.
Takımların satılmasının ancak çözümlerden biri olabileceğini ama tüm sorunları halledemeyeceğini savunan Dizdar, şunları anlattı:
"Futbol, kapitalizmin rekabetçi yanını temsil eder. Kimse para kazanmayacağı yere para yatırmaz. Türkiye'de takımdan ne para kazanacaksınki sahiplik olsun. Aslında futbol kamusal bir oyundur. Kamusal oyunda kamu yararı olması gerekir. Sahiplik kamu yararı gözetmez. İnsanlar işin bu tarafını atlıyor. Sadece oynayan profesyonellerin izlendiği bir şey zannediliyor. Futbol sağlıktır, toplumsal kaynaşmadır, eğlencedir, kültürdür, bir araya gelmedir. Sahiplik olduğunda sahip niye bunlara sahip çıksın ya da para yatırsın. Para yatırmayacağı bir kulübü insanlar niye alsın. Bunun tek doğru olduğu iddası yanlış, çözümlerden biri olabilir. Aradan birkaç tane takıma sahiplik yapabilirsin. Biz dernekle anonim şirket meselesini iyi organize edemediğimiz için oluyor bu. Sürekli hesaplarımızı makyajlıyoruz ve herkes biliyor bu hesapların makyajlı olduğunu. Verilen paralar bunlar değiller, insanların bildiği futbolcuların aldığı paralar bunlar değiller, çok daha fazlasını alıyorlar. Özellikle yabancı futbolcuların uçak bilet paralarının ne kadar olduğunu kimse bilmiyor. Çocuk okul paralarının, ailenin kullandığı araç paralarının kulübe maliyetlerini kimse bilmiyor. Bunların vergileri üzerinden kimsenin bir hesap yaptığı yok. Her futbolcu kendi vergisini ödeyecek desen bile çözersin. Bunları kulüplere yıkıyorsun. Geçen gün Galatasaray Kulübü 500 küsur milyon vergi borcunun 300 küsurünü ödediğini söylüyor. Diğer geri kalanını ödeyip ödemeyeceğini bilmiyoruz. Bu ödemiş olan kulüp de diğerleri de açıklasın diyor. Diğerlerinin ne kadar ödediğine dair bir fikri de yok hiç kimsenin. Bu denetimsizliğin içinde sahiplik ya da bizdeki melez model ya da dernek modeli fark etmez. Önemli olan organizasyonun gücü. Biz şimdi futbolun sadece paranın oyunu olduğu inancına kaptırdık kendimizi ve bu ezberin dışına hiç çıkma niyetinde değiliz. Futbol insanlar için oynanır, insanların oynadığı bir oyundur."
VAR gibi uygulamalarla futbolun içinde insanın kaldırılmasının doğru olmadığına da değinen Dizdar, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hakeme yardımcı olacak diye düşünülen VAR ile futbolu sadece televizyondaki sonuç oyununa indirgeyen bakış, esasen insanı ihmal etmektedir. İnsanı oyunun dışına iter, oysaki insansız oyun olmaz. Bu oyun böyle bir şey değildi. Oyunu tekrar kendi ayakları üzerine insana ait olan yere çekmek gerekir. Sadece becerikli oyuncuların çok paraya buraya getirildiği bir ülkeye dönmüşüz. Bundan çok az sayıda insan rahatsız oluyor. Garip bir böbürlenme hali var. Biz şu kadar transfer yaptık diye böbürlenen gençler var. Bu insanların gündelik hayatlarında nasıl davrandıklarını düşünelim. Bunu doğru bulan insanlar kendi gündelik hayatlarında acaba nasıl yaşıyorlar gerçekten çok merak ederim. Oyunu insanileştirmek, insanı tekrar oyunun içine koymak işin esasıdır. O zaman ne sahiplik ne dernek ne amatörlükle uğraşırsın."
Türkiye'de oynanan futbolun, yayıncı kuruluşun ödediği paraların karşılığı olmadığını da dile getiren Dizdar, şöyle konuştu:
"Bu oyun bu paranın karşılığı değil, bu paraya yazık oluyor. Hafta sonu Konya-Denizli maçı izledim. Maç bittikten sonra bir insan kendine bu eziyeti nasıl yapar dedim. Maçtan sonra iki teknik adam da oyuncularından o kadar memnunki. O paranın karşılığı bu oyun olabilir mi? Bunlar ihmal edilir oyunlar olması gerekir. Yılda bir tane böyle oynayabilirsin. Bir takımın yılda bir kere oynayacağı oyunlardır ama her hafta aynı oyunu oynuyorlar. Bu para eder mi etmez. Bence 100-150 milyon dolardır diye düşünürüm o da doların bugünkü fiyatıyla. Herhangi bir parada sabitleyebilsek o zaman gerçek oyuna geri döneriz. İngiltere 1 oyuncu alırken biz içeriye 2,5 oyuncu sokuyoruz. Bu, o paranın nasıl kullanıldığını anlatıyor. Getirdiğin oyuncuların 60'ı 30 yaş üstünde, bu senin parayı nasıl kullandığını anlatıyor."
Sabit mevzuatların, Türk futbolunda ilk düzeltilmesi gereken durum olduğunu ifade eden Dizdar, şöyle devam etti:
"İlk düzeltmemiz gereken şey sabit mevzuatlar olmalı. Sınırları çizeceğiz. Söyleyeceğim basit gelebilir ama Fatih Terim maçın içinde maçı terkedip gitti. Oyunun içinde takımını yönetirken o çizgilerin dışına çıkamaz Fatih Terim. Hakem gelir hemen 'yerine geç' der. Çizginin içinde kalma zorunluluğu, tıpkı hakemden izin almadan sahayı terk edemeyecek oyuncu gibi teknik direktörü de bağlar halde olacak. O teknik direktörle ilgili öyle bir mevzuat olmadığı için Fatih Terim geçen sene de bu sene de gitti. Olsa çıkamayacak, yapamayacak. Mevzuat böyle bir şeydir. Mevzuatı sertleştirirsin herkes uymak zorunda kalır ama sürekli delinen, sürekli değiştirilen, sürekli esneyen ve kimsenin güveninin olmadığı mevzuatlarla, protokollerle, yasalarla yola devam etttiğinde oyunu ne oyuncu, ne zemin, ne izleyici, düzeyinde değiştirmen mümkün olmaz. Çünkü herkesin talebi herkesin talebiyle çakışmaktadır. Oysaki talepleri ortaklaştırdığında ve basitleştirdiğinde işi çözeceksin. Bu zeminlerin sahibinin kim olduğunu kimse bilmez mesela. Yepyeni statların çimleri zeminleri nasıl berbat hale getirilir, sorumlusunu adını yazarsın olur biter."
Sezona bir isim konmaması konusunda Türkiye Futbol Federasyonunu eleştiren Dizdar, "Her senenin bir adı vardı, bu senenin yok. Lig başladı kaçıncı haftaya geldi. Bir logo yapacağız, içine doktor ya da hemşire fotoğrafı koyacağız, sağlık çalışanları için bir tane slogan bulacağız. Pandemide yaşamını yitiren, canla başla çalışan sağlık çalışanına, bu kadar insanı hayata döndüren insanlara bir saygı duruşunda bulunacağız. Şu kadar logoyu yapamıyoruz. Herhangi bir yerden başlamak yerine öncelikle fikri değiştirmek temel olarak oyunun dilini değiştirmek kullanımda olan dili değiştirmek lazım. 'Transfer bombası' deyip duruyoruz. Bomba insan öldürür, oyun insanı yaşatır. Oyun insanı över, oyun zenginliktir insanın varlığına dairdir. Niye biz mutlaka savaştan bir şey çekiyoruz. Bunu bir savaşmış gibi niye anlatıyorlar." şeklinde konuştu.
Cem Dizdar, TRT Spor'da yayımlanan programında agresif bir tutum sergilediği yönündeki yorumlarla ilgili "Bizim Karadeniz'de böyledir belki dere sesinin yüksekliğinden yüksek sesle konuşuyoruz, belki evlerimiz birbirinden uzakta diye bağıra bağıra konuşuyoruz. Biraz tonlu insanlarızdır. Esprili bir mizacımız vardır. Beni tanıyan herkes yani gündelik hayatta tanıyanlar aslında çok eğlenceli biri olduğumu söylerler. Ama iş yaparken de bir o kadar ciddi birisiyimdir çünkü o bir iştir." ifadelerini kullandı.
Kaynak: AA
dikGAZETE.com